Ayasofya'nın türbeleri hırsızlara emanet edilmiş
Sömürüye maruz kalan, bağımsızlık mücadelesinin lideri ve Kenya’nın ilk Cumhurbaşkanı olan Jomo Kenyatta’nın şu veciz sözleri Batı’nın barbarlığını yalın bir şekilde anlatıyor: “Batılılar geldiklerinde ellerinde İncil, bizim elimizde topraklarımız vardı. Bize gözlerimizi kapayarak dua etmeyi öğrettiler. Gözümüzü açtığımızda, bizim elimizde İncil, onların elinde topraklarımız vardı.”
İşte sömürgeciler insanlığı böyle
ifsad, böyle talan etti.
Son 200 yılda biz de bu anlamda büyük bir yıkıma uğradık. “Kadını aç, Kur’an’ı kapa” dayatmaları sonucu
manevî değerlerimiz yerilirken, kadîm eserlerimiz emperyalistlerin talanına
maruz bırakıldı.
Geçtiğimiz günlerde ziyaret ettiğimiz Ayasofya-i Kebîr
Câmi-i Şerîfi’nde bir kez daha talanın kahreden yüzüyle karşılaşınca derin bir
hüzne gark olduk.
Gördüklerimiz “bundan gayrısını anlatmaya ne hacet” dedirtecek cinstendi!..
Tarihin günümüze ulaşabilmeyi başarabilmiş gerçekleriyle yüzleşmek, ruhumuzu
sızlatan olaylar silsilesini yeniden keşfederek ders çıkarmak için mâziden
âtiye doğru kısa bir yolculuğa çıkalım...
* * *
Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi; Mescid-i
Haram, Mescid-i Nebevî ve Mescid-i Aksa’dan sonra dünyanın en önemli
mâbedlerinden birisi olarak kadîm inançların vücud bulduğu mimarî ve uhrevî
şaheserdir. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra ilk olarak burayı
ziyaret etmesi çok anlamlıdır.
Mademki Ayasofya’dan bahsedeceğiz. Hiç şüphesiz, Fatih
Sultan Mehmed’den sonra ismi anılacak kişi 30 Mayıs 1524
tarihinde Kânûnî Sultan Süleyman’dan olma, Hürrem Sultan’dan doğma 2. Selim’dir.
İstanbul’da doğan ilk şehzade 2.
Selim, Kânûnî’nin vefatı üzerine, hayattaki tek oğlu olarak 24 Eylül 1566
tarihinde 11. Osmanlı Padişahı ve 90. İslâm Halîfesi olarak tahta geçti. İşe 1 Ağustos 1571’de Kıbrıs’ın fethiyle
başladı. Kıbrıs’a 360 gemi ve 60 bin askerle yapılan çıkartmada 50 bine yakın
Osmanlı askeri şehadet şerbeti içti. Fakat bir yıl süren mücadele sonucu Lala Mustafa Paşa kumandasındaki ordu Venediklilere
teslim bayrağını çektirerek nihayet Kıbrıs’ı fethetti. Devlet adamlığında
tecrübeli, kendisine sâdık veziri Sokullu
Mehmed Paşa’nın desteğini alarak ülke sınırlarını Batı’da Orta Avrupa’ya
kadar genişletmekle kalmayıp, doğuda Tunus’u egemenliği altına aldı. Karada fetihler
gerçekleştiren Sultan 2. Selim bunlarla yetinmeyip denizlerde Turgut Reis’in
kaptanlığında zaferden zafere koştu.
Sultan 2. Selim 8 yıllık padişahlığı
döneminde bir taraftan ülkeler fethederek topraklarını genişletirken, diğer
taraftan başta İstanbul olmak üzere yurdun çok değişik bölgelerinde mimari eserlere
imza atmakla kalmayıp, önemli onarım, imar ve ihyâ faaliyetlerini de
gerçekleştirdi. Sultanlığıyla birlikte Divan Edebiyatı’nda Selîmî mahlasıyla
tanınan 2. Selim bir beytinde, “Biz bülbül-i muhrik-dem-i gülzâr-ı firâkız, /
Âteş kesilir geçse sabâ gülşenimizden...” (Biz, ayrılık bahçesinin öyle yanık
yanık ve yakıcı öten bülbülüyüz ki, sabah rüzgârı gül bahçemizden geçse, ateş
kesilir, yanar.)Sultan 2. Selim’in ayrıca en büyük şansı Sinan gibi dahi bir
mimarbaşına sahip olmasıydı.
Sultan 2. Selim, Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi bugün ayaktaysa bunda Sultan 2. Selim’in katkısı büyüktür. 1573’te Ayasofya-i Kebîr Câmi-i Şerîfi’nin etrafını binalardan temizletip, payandalarla camiyi kuvvetlendirerek, iki minare ve medrese ekletti.
Sultan 2. Selim büyük dedesinin bu
mâbede atfettiği kutsiyeti padişahlığı döneminde bir ahde vefa abidesi örneği
sergileyerek gösterdi. Vefa göstermekle kalmayıp, yaşarken kendi kabrini bu ulu
mabedin temeline kazdırdı.
Bir taraftan Ayasofya Cami’ne ilâveler
sürerken, diğer taraftan Mimar Sinan’a kendisine Ayasofya Cami’nin önünde bir
türbe (1573-74), diğer taraftan ise Edirne
Selimiye Cami’nin (1568-1575)yapılmasını
emretti.
YERİ HZ. PEYGAMBER TARAFINDAN GÖSTERİLEN CAMİ: SELİMİYE
[Rivayet
odur ki, Sultan 2. Selim Kıbrıs’ı fetih etmekte zorlanır. Bunun üzerine, “Rabbim, Kıbrıs’ı fetih edersem, yemin olsun
ki, bu fethin nişânesi olarak büyük bir cami yaptıracağım” diye dua eder ve
Kıbrıs’ın fethine muvaffak olur. Yaptıracağı cami için İstanbul’da yer arar,
bulamaz. Bunun üzerine rüyâsında gördüğü Peygamber Efendimiz (s.a.v.), “Selim, hani Kıbrıs’ı fethettikten sonra
cami yaptıracaktın, neden yaptırmadın?..” Bunun üzerine Peygamber
Efendimize, “Yerini bulamadım”
deyince, Peygamber Efendimiz bu rüyâ âleminde Selim’in elinden tutup, “Gel sana caminin yerini göstereyim”
diyerek birlikte Edirne’ye gelip şimdiki Selimiye Cami’nin bulunduğu yeri
gösterir. Mimar Sinan’ın riyasetinde, 14 binden fazla kişiyle Selimiye Cami’nin
yapımına başlanır.]
*
Mimar Sinan; cami mimarlığına ilk olarak Hürrem
Sultan adına yaptırılan Haseki Hürrem Sultan
Cami ile başlayıp, ardından Şehzade
Mehmed Cami ile çıraklık eserini vücuda getirip, kalfalık eseriyle Süleymaniye Cami ile devam edip,
şaheser niteliğindeki Selimiye Cami’nde
ustalığını dünya mimarlık tarihine altın harflerle yazdırdı.
*
Fakat ne hazindir ki,Sultan 2. Selim,ne
Selimiye Cami’nin ne de türbenin inşaatının bitirilmesini göremeden15 Aralık 1574’te 50 yaşında vefat etti. Sultanın
cenazesi aynı alanda kurulan otağ içine gömüldü ve yapı 1577’de bitirilince
türbesine nakledildi.
2. Selim, İstanbul’da ilk doğan şehzade olmasının yanında,
İstanbul’da ilk ölen ve Osmanlı külliyesi olan Ayasofya’ya
defnedilen ilk Osmanlı padişahı
özelliğiyle tarihe geçti. Ayrıca ilk kez padişah eşlerinin de aynı türbeye
defnedilme geleneği burada başladı.
Sekizgen olarak inşa edilen türbede
Sultan 2. Selim’den başka hasekisi (hanımı)Nurbânû
Sultan, kızları Esmehan (Veziriazam Sokullu Mehmed Paşa'nın eşi), Gevherhan
(Piyale Paşa'nın eşi), Fatma(Sadrazamı
Kanijeli Siyavuş Paşa'nın eşi) Sultanlar, şehzadeleri Süleyman, Osman,
Cihangir, Mustafa ve Abdullah ile 3. Murad’ın şehzade ve kızları medfundur.
Türbede 42 sanduka bulunmaktadır.
AYASOFYA’NIN HAZİRESİNDE 5 OSMANLI PADİŞAHI MEDFUN
Ayasofya’nın avlusunda ve “yağhanesi”nde bulunan hanedan türbeleri
5 ayrı mekânda yer almaktadır. Sultan 2. Selim Türbesi’nde 42, Sultan 3. Murad
Türbesi’nde 54, Sultan 3. Mehmed Türbesi’nde 26, Şehzadeler Türbesi’nde 5,
Sultan 1. Mustafa - Sultan İbrahim Türbesi’ndes ayı tam olarak bilinmemekle
beraber 15 hanedan sandukası yer almaktadır. Bu 5 ayrı mekânda bulunan birçok
sandukanın kime ait olduğu bilinmemektedir. Sandukaların sırrı asırlardan beri
esrarını hâlâ korumaktadır.
Ayasofya’nın yanına ilk defnedilen Osmanlı
padişahı Sultan 2. Selim olmakla
birlikte Sultan 3. Murad, Sultan 3. Mehmed, Sultan 1. Mustafa ve Sultan
İbrahim’in yanı sıra tam olarak bilinmemekle beraber 142 hanedan üyesi
burada medfundur.
30 Kasım 1925 tarihinde kabul edilip,13
Aralık 1925 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren 677 sayılı
kanunla kapatılmasından dolayı yarım asırdan uzun bir süre bakımsız kalan tekke,
zaviye ve türbeler, 1990’lardan sonra ziyarete açılmaya başladı. Diğerleriyle
aynı kaderi paylaşan hanedan mensuplarına ait 5 türbe rahmetli Ayasofya Müzesi
Müdürü Prof. Dr. Ahmet Halûk Dursun’un
gayretleri sonucu restore edilerek 2009 yılında ziyarete açıldı.
*
[Osmanoğulları, Âl-i Osman ve Hanedan-ı Âl-i Osman olarak623
yıl dünyada hüküm sürmüş Osmanlı Devleti’nin Padişahları İstanbul
fethedilinceye kadar hep Bursa’ya defnedilmiş. (Bu gelenek Edirne başkent
olduğunda da devam ettirilmiş.) İstanbul’un fethinden sonra ise İstanbul sur
içine yaptırılan ulu mâbedlerin hazîrelerinde yapılan türbelere defnedilmişler.
Bunun istisnası ise, sadece Sultan 5. Mehmed Reşâd Han’ın vasiyeti gereği Eyüpsultan’teki Mehmed Reşâd
Türbesi’ne gömülmesidir. Ayrıca Osmanlı Devleti’nin yıkılmasından sonra sürgüne
gönderilen son Osmanlı Padişahı 6. Mehmed Vahîdeddin Han’ın İtalya’nın San Remo
kentinde vefat etmesi üzerine cenazesi Türkiye hükümeti tarafından kabul
edilmedi ve Şam'a getirilerek Süleymaniye Külliyesi hazîresine defnedildi. Yani36 Osmanlı Padişahının 6’sı Bursa’da,
29’u İstanbul’da, 1’i ise Şam’da medfundur.]
*
HIRSIZLIĞIN BU KADARINA DA PES!..
Tarihin izinden yürüyerek topladığımız
veriler ışığında asıl meseleye vâsıl olmanın sırası geldi.
Sultan 2. Selim tarafından inşa
ettirilen türbe, Osmanlı Devleti’nin en büyük mimarı Sinan’ın dokunuşlarını
daha yanına yaklaştığınızda hissettiriyor. (Hayatı boyunca toplamda 18 türbe
inşa eden Mimar Sinan, hanedandan ilk defa Kânûnî Sultan Süleyman’ın oğlu olan
Şehzade Mehmed’in türbesini yaparken, son olarak da yine Kânûnî Sultan
Süleyman’ın oğlu Sultan 2. Selim’in türbesini yaptı.)
Sekizgen bir galeriden meydana gelen
türbenin girişi üzerindeki kitâbesi16. yüzyıl sır altı çinileriyle bezenmiş. Girişin
iki yanında60 adet çiniden oluşan iki pano, köşe dolgularında kırmızı zemin
üzerine beyaz çini bulutları ile bezeli bir niş ve ortada bir madalyon içinde
bulunan bahar dallarından oluşturulmuş. Panoların üzerindeki sivri kemerli çini
alınlıklar on kollu yıldızdan gelişen geometrik kompozisyonla âdete sanat
resitali gerçekleştirilmiş. Bu harika panolar asırlarca türbenin girişinde bir
sanat eseri gibi ziyaretçileri mest ederken, 1895 yılında çok kötü bir olay
yaşanmış.
Bu kötü olay2006-2009 yılları arasında
yapılan restorasyon ve onarım sırasında ortaya çıkmış. Restorasyon sırasında
çiniler yerinden sökülüp arkalarında Fransa Sevr’de yapıldığına ilişkin damga
fark edilince, türbenin sağındaki çini panonun sahteliği kanıtlanmış.
Bu panolardan soldaki çini pano, Fransız
Albert Sorlin Dorigny tarafından 1882-1896
yılları arasında restorasyonu yapılmak bahanesiyle sökülerek Fransa’ya
götürülüp, yerine sahteleri yapılarak buraya monte edilmiş. 16. yüzyıl İznik
çinilerinin en mükemmel örneklerinden olan çinilerin orijinali ise çalındıktan
sonra Louvre Müzesi ile Muséedes Art Decoratifs ve Musée de Serves’deki
koleksiyonlara satılarak Louvre Müzesi’ne götürülüp sergilenmeye başlanmış.
Kültür ve Turizm Bakanlığı, Dışişleri
Bakanlığı aracılığıyla Fransa Kültür Bakanlığı ile görüşerek başta Sultan 2.
Selim Türbesi’ne ait çini pano olmak üzere Sultan 3. Murad Türbesi ve Sultan 1.
Mahmud Kütüphanesi’nden çalınan eserleri geri istemiş. Bunun üzerine, Sultan 2.
Selim Türbesi’ne ait çini pano Fransa’nın en ünlü müzesi olan Louvre Müzesi’nde
İslâm Eserleri seksiyonunda teşhirden kaldırılmış. Türkiye tarafından defalarca
hatırlatılmasına rağmen Fransa’dan çalınan eserlerin iadesine dair hâlâ bir ses
seda yok!..
*
Bugün türbe girişinin sol taraftaki
soluk ve mat çini panoya bakıldığında sağdaki ile arasındaki fark hemen fark
ediliyor. Orijinal çini pano sanki daha dün yapılmış gibi, 4 asırdan beri
hiçbir değişime uğramadan bütün ihtişam ve canlılığını koruyor.
* * *
Türbenin giriş kapısının sağında yer
alan sahte panonun önünde yer alan Türkçe, İngilizce ve Fransızca bilgilendirme
yazısında Albert Sorlin Dorigny’nin görevi kötüye kullanarak 127 yıl önce yaptığı
sanat hırsızlığı tüm dünyaya şu şekilde anlatılıyor:
“Osmanlı Devleti döneminde 1882-1896
yılları arasında Fransız uyruklu Albert Dorigny tarafından yapılan restorasyon
çalışmaları sırasında, burada bulunan ve 60 adet karodan oluşan 16. yüzyıl
İznik çini pano şaheser, restorasyonu yapılması amacıyla Fransa’da Paris’e
götürülmüş ancak Sevr’de taklidi yapılarak geri getirilmiş ve aslının yerine monte
edilmiştir. Bu durum tamamen güveni kötüye kullanma ve bir sanat hırsızlığı
örneğidir. Şu an önünde bulunduğunuz bu çiniler, asıllarının bir kopyasıdır.
Orijinal çinilerimiz, Fransa Paris Louvre Müzesi’nde İslam Eserleri
seksiyonunda 3919/2-265 envanter numarasıyla, ‘Ayasofya Müzesi’nin hazîresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesi’nin
Çinileri’ bilgisiyle sergilenmektedir. Orijinal çinilerimiz hakkında
Fransa Devleti Kültür Bakanlığı’na yapılan tüm iade taleplerimize rağmen,
maalesef olumlu bir sonuç alınamamıştır.
ŞU ANDA ÖNÜNDE BULUNDUĞUNUZ BU ÇİNİLER
ASILLARININ BİR KOPYASIDIR.AYASOFYA MÜZE MÜDÜRLÜĞÜ”
* * *
SÖMÜRÜ VE TARİHİ ESER KAÇAKÇILIĞI BATILILARIN RUHUNDA VAR
Fakat geçtiğmizi günlerde Fransa
Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron
geçtiğimiz günlerde Rusya-Ukrayna savaşından dolayı gazına muhtaç kaldığı
Cezayir’e ziyarette bulundu. Bu ziyaret esnasında 132 yıl boyunca
köleleştirdikleri, tecavüz ettikleri, köpeklere parçalattırdıkları 1 milyondan
fazla insanın hesabını vereceğe yerde, Türkiye’nin menşeli ağların Afrika’da
Fransa düşmanlığı ve karşıtı propaganda yürüttüğünü küstahlığını yineledi. İsmi
anıldığında kan, gözyaşı ve vandalizmin akla geldiği Fransa’nın o kadar çok
vukuatı var ki, saymakla bitmez. İşte bunlardan birisi de uzun uzun
anlattığımız Ayasofya’nın türbesinden çaldıkları tarihi eserlerimiz.
Soykırım, yağmacılık, ihanet,
barbarlık, kültürel yağma, tarihi eser kaçakçılığı Batılıların ruhunda var. Bu
büyük ihanet ve yağmalamalara maruz kalan kadîm beldelerden birisi de
İstanbul’dur.
Haçlılar, 1099 yılında Kudüs’ü zapt
ettiklerinde yaptıkları korkunç katliamın bir benzerini İstanbul’u da
yağmalayarak gösterdi. 900 yıl boyunca Hıristiyan dünyasının merkezi olan
İstanbul bu yağma sonunda bütün ihtişamını, zenginliğini, sanat eserlerini, her
şeyini bir daha yerine gelmeyecek şekilde kaybetti. Gözü dönmüş Haçlılar ele
geçirdikleri saraylıları, asilleri, genç kadınları, kızları ve rahibeleri
tecavüz ederek katletti.
Haçlılar sadece tecavüzle kalmayıp, İstanbul’un
işgal edilip yağmalanmasında başrolü oynayan yaşlı ve kör Venedik dukası
Enrico Dandolo'nun emriyle, Hipodromu süsleyen anıtların en ünlüsü olan Quadriga
adı verilen zafer arabasını çeken dört bronz at heykeli Venedik'e kaçırdı.
Venedik’teki ünlü St. Marco
Meydanı’nda San Marko Kilisesi Müzesi’ndeki eserler arasında ise dört at
heykeli bütün ihtişamı ile göze çarpar. Bu heykeller, 1204’deki IV. Haçlı istilasının
hemen sonrasında Konstantinopolis’ten Venedik’e kaçırılan heykellerdir.
Dün Haçlı Seferleri’yle Kudüs’ü, İstanbul’u
talan eden emperyalistler bugün de Afganistan’da, Irak’ta, Suriye’de canlara,
ırzlara, mallara, kadîm kültürel değerlere barbarca saldırıp talan ediyor. İstila
yoluyla gasp ettikleri eserleri turistik gezi ve restorasyon adı altında
(kültürel soykırım uygulayıp) çalıp kendi müzelerinde sergileyerek “medeniyet soytarılığı” yapıyor.
İşte bunlara sadece bir örnek olarak
çini panoyu verdik. Hepsini yazmaya, anlatmaya kalksak ciltler dolusu kitap yazmak
gerek.
*
OSMANLI TÜRBE GELENEĞİNDE BİR İLK
Ayasofya temelinde o kadar çok sır
barındırıyor ki, derinliklerine inildikçe, araştırıldıkça her gün yeni bir
özelliği keşfediliyor. Biz bugün sadece gölgesinde barındırdığı türbelerlerden
bahsetmekle iktifa ediyoruz. Ayasofya’da Sultan 2. Selim’le başlayan bir
gelenekten bahsederken bile karşımıza bizleri hayrete düşüren o kadar çok çıktı
ki, tam bitti derken iki adım ötede yeni birvakâ ile karşılaştık.
Osmanlı Padişahı 1. Mustafa tahttan
indirildikten sonra 15 yıl boyunca sarayda hapis tutuldu. 20 Ocak 1639’da vefat
etmesi üzerine defnedilecek yer arandı. Nihayetinde Evliya Çelebi’nin babası
saray kuyumcu başısı Derviş Mehmed Zillî’nin
tavsiyesiyle Ayasofya’nın kilise olduğu devirlerde “vaftizhane”, fetihten sonra da kandil yağlarının depolandığı “yağhane” olarak kullanılan bölüme Hasbahçe’den
toprak getirtilerek defnedildi.
Bu Osmanlı hanedanı türbe geleneğinde bir ilkti.
İlk defa bir padişaha türbe yapılmayarak, Sultan
1. Mustafa’nın defninden sonra burası bir hanedan türbesi oldu. Sultan İbrahim 1648’de isyancı Sofu
Mehmed Paşa tarafından katledilince Ayasofya’da amcası Sultan 1. Mustafa’nın
yanına gömüldü. (Burada türbedarlık
yapan Evliya Çelebi, Seyahatnamesi’nde yapıyla ilgili detaylı bilgiler verir.)
Türbede 2 padişahla birlikte Sultan
İbrahim’in oğlu Şehzade Selim, 4. Mehmed’in oğlu Şehzade Selim, 2. Ahmed’in
oğlu Şehzade İbrahim, Sultan 1. Ahmed’in kızları, Hanzâde Sultan ve Âtike
Sultan ve 4. Murad’ın kızı Kaya ve İsmihan Sultan olmak üzere sayısı tam
bilinmemekle birlikte tahminen 15
hanedan mensubunun medfun olduğu ifade ediliyor.
Öteki taraftan “yağhane” demedfun bulunan sultan ve diğer
mevtaların türbesi nem, rutubet kokusu ve bakımsızlıktan dökülürken yoğun
küften insanların hem ruhunu hem de burun direğini sızlatıyor.
Temmuz ayı itibariyle ziyaretçilere
kapatılan “yağhane-vaftizhane” ve
içindeki sandukalar için restorasyon startı verilmiş. Üç boyutlu ölçüm
aşamasında olan türbede çalışmalar sürüyor. Sultan 3. Mehmed Türbesi’nde ise
türbesinin kubbe ve içindeki restorasyon yavaş da olsa yürüyor.
HÂMİŞ:
Sultan 2. Selim Türbesi’nin önünde yer alan bilgilendirme yazısında, ‘Ayasofya Müzesi’nin hazîresinde bulunan Sultan II. Selim Türbesi’nin Çinileri’ ifadesi güncellenmeye muhtaç. Çünkü Ayasofya artık müze değil, ibadethane olarak hizmet veriyor.