Avunuyoruz
İnsanoğlunun ilginç özelliklerinden biri de her
hâlükârda kendini avutabilecek vesileler bulabilmesidir... Tüm açmaz, çıkmaz,
kriz ve kaoslarda bir şekilde kendi kendini teselli etmesi ve temize
çıkarmasıdır…
Sonuç kendini oyalamakta olsa, kandırmakta olsa
avutmanın bir yolunu bulabiliyor… Farklı eğlenti, takıntı, bağlantı, saplantı
ve söylentilerle kendini avuttukça avutuyor… Tedbir yok, tedavi yok sadece
teselli ve avuntu… Hem de züğürt tesellisi… Kısır bir döngü, ham hayaller, sığ
düşünceler, çiğ davranışlar bilmez ki bu gidişatın sonu seraptır… Acziyetler,
zafiyetler arttıkça arzular baskın çıkmaya başlar… Bir de bakarsınız elde
avuçta, kuru bir avuntudan başka bir şey kalmamış… Geçmişin aziz hatıraları,
geleceğin tatlı rüyaları da sadra şifa olmuyor…
Çoğu zaman ‘yarın’ daha güzel olacak, umuduyla
kendimizi avutuyoruz… Geçmişin keşkeleri, geleceğin ham hayalleri arasında
günlerimizi katlettiğimizin farkında değiliz… Umut tacirliği yaparken toplumsal
sorumluluklarımız umurumuzda değil…
Önünü sonunu hesap edemediğimiz öngörülerimizle,
bedelsiz gelecek beklentilerine giriyoruz…
İslami çevreler de çizmeye çalıştığımız bu hallerden
uzak değil, maalesef…
Kurtarıcı bekleme… Temelsiz varsayımlar… Cifr, ebced
hesapları… Rüya üzerinden yarınlara yol bulma arayışları… Mesnetsiz meselelerle
çözüme yönelmeler…
Kimden medet umuyoruz? Kendimizi nelerle avutuyoruz?
Yaralı bir bilinçle, dağınık bir zihinle, defolu bir
kimlikle, yorgun bir ruhla bırak başkasını, kendimizi nasıl rehabilite edeceğiz?
Yine de avunabilecek kadar malzeme ve materyale
sahibiz… Herkesin kendince bir avuntusu var…
Biraz ‘Allah’a emanet’ modunda günlük telaşlar içinden
avunup gidiyoruz… Çoğu zamanlar ‘kalbim temizdir’ e sığınıp kendimizi
avutuyoruz… Ya da geçmişte yaptıklarımızı bugüne sayarak sorumluluktan
sıyrılmaya çalışıyoruz… Bizden buraya kadar, emanet gençlerde kurnazlığı ile
limana demir atıyoruz…
Evet, hangi modda yaşıyoruz?
Emeğimize sahip çıkıyor muyuz? Kendimize saygımızı,
davamıza bağlılığımızı koruyor muyuz?
Mücadele geleneğimizi neye indirgedik? Görseli bol, birkaç sosyal etkinlik ve kültürel
faaliyet… Bir de insani yardım kuruluşları üzerinden vicdanen rahatlatacak
birkaç bağış… Belki de zevahiri kurtarma, göz boyama gibi bir durum…
Hayır, dostlar pazarda görsünler hesabına hareket
edemeyiz… Ya da haftalık bir sohbet, aylık bir miktar aidatla bu defteri
kapatamayız…
Yıllar yılı verilen bir mücadeleden arta kalan nedir?
Hedef küçülttük, çıtayı düşürdük… Bir şekilde
kendimizi ikna ettik… Gerçekte biz bu muyuz?
Dava ve ukba adına nerede duruyoruz?
Söyler misiniz mevzumuz nedir, mevzimiz neresidir?
İnandığımız ve adandığımız aziz İslam’ın, omuzlarımıza
yüklediği sorumluluğu nereye kadar erteleyebiliriz?
Kendimizi kandırmanın, aldatıcı avuntuların akışına kapılmanın
anlamı yok… ‘Kalıcı güzellikler’ için ahiret azığımız olacak eylemler için
harekete geçmeliyiz…
Salih amellerde yoğunlaşarak, hayırlarda yarışarak
yarınlar için en güzel yatırım ve en güçlü güvenceyi elde edebiliriz.
“Metau’l-Ğurur/aldatıcı geçimlik” hayati fırsatları
elimizden alıp götürüyor…
Biz kendimizi avutaduralım… Hiçbir şey yerinde
durmuyor…
Arzın imarı, neslin ıslahı bizi beklerken hangi
yorumlar, hangi cümlelerle kendimizi avutuyoruz?
Kariyer, konfor, koltuk, kapital, konum vs. kendimizi
avutabilecek o kadar şeye sahibiz ki… Aslında beyhude avunuyoruz aslında
savruluyoruz…
Bizi avutan o kadar oyun ve oyuncakla iç içeyiz ki,
gün geçtikçe içeriksizleşiyoruz…
Seküler söylemler, popüler paylaşımlar, idrakımızı,
yüreğimizi parçalıyor… Takipçi sayımızla teselli buluyoruz… Veya bazı evrad ve
ezkar ile arındığımızı sanıyoruz…
Çoğu zaman bir anlam ifade etmeyen analiz, yorum ve
tartışmalarla entelektüel tatmin yoluna gidiyoruz…
Kayıpları kazanç sanıyoruz… Artık beynimiz, irademiz
bize hükmetmiyor; dilimiz bize neyi dayatıyorsa o kulvarda geziniyoruz…
Bilmiyorum, kanıyor muyuz, kandırılıyor muyuz?
Duyarlılıklar dumura uğrayınca dünyalıklar bizi istila
ediyor… Duruşumuz değişiyor… Değerlerimiz sulanıyor…
Dikkat etmez isek biriktirdiklerimiz bizi bir gün
bitirir…
Evet, hâlâ oyunda ve oynaşta kalacak mıyız, yoksa
olmamız gereken yere odaklanacak mıyız?..