Avrupa'ya Elveda
Cumhurbaşkanlığı Hükümet sistemini öneren anayasa değişikliği için yapılacak olan 16 Nisan referandumu, uluslar arası etkilere sahip bir sürece girmiş bulunmaktadır. Hollanda'da İslamofobi üzerinden siyasal ve sosyal destek bulmaya çalışan Faşist Wilders'in söylemleri, Avrupa'da yükselen ırkçılığın ve yabancı düşmanlığının temsilcisi haline gelmiş durumdadır. Hollanda Başbakanı Rutte, ırkçılığa ve İslamofobiye demokrasi, hukuk ve özgürlüklerle karşılık vereceğine Wilders ırkçılığını taklit ederek sonuç almaya çalışmıştır. Başbakan Rutte, Türkiye düşmanlığı yaparak iktidarını koruma stratejisi izlemiş ve Türkiye' yle yaratılan krizi iç politikada kullanmıştır. Seçimlerden birinci parti olarak çıkmayı başaran Başbakan Rutte, istediğini elde etmiş gözükmektedir. Hollanda sorunu, İslamofobi, ırkçılık ve Türkiye düşmanlığının Avrupa'da iç içe geçmiş olduğunu gösteren önemli bir gösterge durumundadır.
Almanya, Hollanda ve Fransa gibi önde gelen Avrupa Birliği üyesi ülkelerin, 16 Nisan referandumundan evet çımasını istemedikleri çok nettir. 16 Nisan referandumunu diktatörlüğe evet veya hayır demeye indirgeyen etkili propagandanın Avrupa ve dünya kamuoyunda yer bulması için bütün imkanların Avrupa'da seferber edildiği görülmektedir. Avrupa, bu çarpık referandum okumasıyla Türkiye ve Erdoğan olgularını okuma ve anlama yeteneğini kaybetmiş durumdadır. FETÖİST propaganda şebekeleri, Avrupa'yı körleştirmiştir.
Avrupa, 16 Nisan referandumunu diktatörlüğün oylandığı referandum şeklinde çarpıtırken, kendi içinde dip dalgalar şeklinde yükselen ırkçılık, İslamofobi ve Türkiye düşmanlığı gibi derin sosyal ve siyasal sorunlarla yüzleşmemektedir. Avrupa'nın 16 Nisan referandumunu ırkçı ve İslamofobik şeklindeki karanlık ve kirli tarafını gizlemek için maske olarak kullanması, çok tehlikeli bir durumdur. Bu kirli istismar yüzünden Avrupa halkları, İslam'a, Türkiye'ye ve yabancılara karşı ırkçılıkla, İslamofobiyle, Faşizmle ve insan karşıtlığıyla zehirlenmektedirler.
Hollanda ve Almanya ile yaşanan gerilim, sadece referandum veya seçimde kullanılmak üzere çıkarılan geçici sorunlar değildirler. Yaşanan gerilimleri ve krizleri, Avrupa'da yıllardır tekrar edilen ırkçı, İslamofobik ve Türkiye karşıtı politikaların ve söylemlerin birikmesi sonucu gerçekleşen bir patlama durumu olarak değerlendirebiliriz. Avrupa, artık İslam düşmanlığını ve ırkçılığını inkar veya bastırmak için kendisini zorlamamaktadır. İslam'a ve Türkiye'ye olan saldırgan ve düşmanca duygu ve düşüncelerini açık bir şekilde ifade etmektedir. Hollanda krizini, Avrupa'nın ilkel, ırkçı ve İslamofobik tarafını dünyaya gösteren önemli bir olay olarak değerlendirebiliriz.
Türkiye, Avrupa Birliğine artık stratejik bir hedef olarak bakmamaktadır. Avrupa Birliğinin işlevini yitiren, etkisiz ve dağılmaya yüz tutan köhne bir yapı olduğu şeklindeki algı, Türkiye'de yerleşmiş bulunmaktadır. Toplum, Avrupa Birliğine giderek bir Hristiyan Kulübü olarak bakmaktadır. Her ne kadar kağıt üzerinde Türkiye ve Avrupa Birliği arasında üyelik müzakereleri sürse gibi gözükse de Avrupa Birliği, toplumumuzun duygu ve düşünce dünyasında artık bir karşılığa sahip değildir. Türkiye, AB'den duygusal ve düşünsel düzeyde derin bir kopuş yaşamaktadır.
Avrupa Birliği'nin en dinamik gücü olarak kabul edilen Almanya'nın Başbakanı Merkel'in Amerika ziyaretinden eli boş dönmesi, AB'nin Türkiye'de, Ortadoğu'da ve dünyada etkisiz bir hantal yapı olduğuna dair imajını güçlendirecektir. Trump'ın Merkel'in elini sıkmaması, Avrupa'nın kendi güvenliğini kendisinin sağlaması gerektiğine dair söylemleri, Trump Amerika'sının AB'yi ilerleyen süreçlerde yalnız bırakacağını ve AB'nin baş düşmanı Rusya ile ticari ve diplomatik ilişkiler geliştireceğini göstermektedir.
Avrupa, bugün demokrasi, refah, barış, hukuk ve özgürlük değerlerini dünyaya yayan referans medeniyet merkezi olmaktan çıkmış bulunmaktadır. Wilders ve Le Pen gibi politikacılar, Avrupa'nın merkezi figürleri haline gelirken, ırkçılık, İslamofobi, yabancı düşmanlığı ve popülizm Avrupa'nın dünyaya yaydığı tehlikeli virüsler olmaktadır. Demokrasi ve özgürlük adına söz söyleme gücünü yitiren Avrupa'nın tekrar başörtüsünü yasaklama gibi eski fanatik alışkanlıklarına dönmesi, Avrupa'nın acizliğini ortaya koyan patolojik semptomlardır. Medeniyet ve insanlık adına Avrupa'nın insanlığa söyleyecek sözünün kalmaması, Avrupa'nın dünyada ciddiye alınmamasına ve dinlenmemesine neden olmaktadır. Trump'ın Merkel'in elini sıkmaya değer görmemesi, Avrupa'nın Amerika'da bile itibarının bittiğini göstermesi açısından önemli bir sembolik davranıştır.
Türkiye, açık bir şekilde Avrupa Birliği üyeliğinin kendisi için bir anlam ifade etmediğini deklare ettiği gibi, son krizler de Avrupa'nın Türkiye'ye karşı hasmane bir tutum içinde olduğunu göstermektedir. 16 Nisan sonrası süreçte Türkiye'nin Avrupa'yı hiç önemsemeyen ve umursamayan bir sürece gireceğini söyleyebiliriz. Yerli ve milli bir kimlik ve ülke inşa etme amacında olan Yeni Türkiye vizyonunda Avrupa'ya yer bulunmamaktadır. Sözün kısası Avrupa, fanatizmi yüzünden Türkiye'yi kaybetmiştir.