Avrupa, Türkiye Ve İslam
Uzun süreden beridir Türkiye, Avrupa Birliği ve Amerika arasındaki ilişkiler olumsuz bir seyir izlemektedir. Ülkemizin Almanya ve Hollanda ile yaşadığı büyük kriz, Türkiye ve Avrupa arasındaki ilişkilerin arka planında yaşanan derin sorun kaynaklarının inkar edilemez şekilde su yüzüne çıkmasını sağlamıştır.
Avrupa, uzun süreden beri derin bir varoluşsal yani ontolojik kriz yaşamaktadır. Avrupa kimliğinin oluşmaması ve AB idealinin beklenen sonuçları vermemesi, Avrupa halklarında derin hayal kırıklıklarının oluşmasına neden olmuştur. Avrupa, yaşadığı varoluş kriziyle yüzleşmek yerine, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı gibi günah keçileri yaratma yoluna gitmektedir. Avrupa'nın sorunu dışarıda değil, bizzat Avrupa'nın kendisindedir. Kendi karanlık ve kirli tarafıyla yüzleşemeyen Avrupa ülkeleri, Türkiye ile krizler çıkartarak derin sorunlarından kurtulmaya çalışmaktadırlar. Irkçılık ve ayrımcılığın Avrupa kimliğinin olmazsa olmazı haline gelme durumuyla yüz yüze kalındığı günümüzde, ırkçı ve faşist partilerin Hollanda ve Fransa gibi ülkelerde iktidara yürüdüklerine şahit olmaktayız. Irkçılık ve faşizm, artık Avrupa politikasında marjinal ve aşırı fikirler olmaktan çıkmış, Avrupa'nın merkez siyasetini belirleyen dinamikler haline gelmişlerdir.
Almanya ve Hollanda'da yaşananlar, kaygı verici noktalara ulaşmış noktadadır. Hollanda ve Almanya'daki hükümetler, aşırı sağcı ve ırkçı fikirlere ve partilere karşı seslerini yükseltme gücünü kaybetmişlerdir. Hollanda başbakanı, ırkçı Wilders'e teslim olmuş durumdadır. Demokrat merkez siyasetin Avrupa'da çökmüş olması ve ırkçı sağcı siyasetin yükselişe geçerek belirleyici konuma gelmesi kaygı verici bir gelişmedir. Hollanda ve Almanya, Türkiye'yle kriz çıkartarak, aslında ülkelerinde demokrat merkez siyasetin iflas ettiğini dünyaya ilan etmiş bulunmaktadırlar.
Irkçılık, İslamofobi ve yabancı düşmanlığı Batı dünyasını köşeye sıkıştırmış durumdadır. Avrupa, yaşadığı sıkışma, daralma ve boğulma halinden dolayı yeni manevralar yapamamakta, demokratik atılımları gerçekleştirememekte ve dünya ile sağlıklı ilişkiler geliştirememektedir. Hükümetler, kendi ülkelerinde yaşayan Müslüman toplulukları hedef haline getirebilmekte, Suriyeli istilası gibi hayali senaryolar üretmekte veya Türkiye gibi bir ülkeyle çatışmalı ortamlar hazırlayabilmektedirler. Irkçılık ve ayrımcılık, her geçen gün Batı dünyasının biraz daha daralmasına ve kendi içine kapanmasına neden olmaktadır.
Avrupa, ırkçılığa, yabancı düşmanlığına ve İslamofobiye teslim oldukça, dünyada demokrasinin, özgürlüğün ve hukukun referansı olmak konumundan çıkmaktadır. Bugün dünyada Avrupa, artık demokrasiyle değil, ırkçılık ve İslamofobiyle anılmaktadır. Dünyaya ırkçılık ve İslamofobi ihraç eden bir Avrupa'nın insanlığa vereceği hiçbir şey kalmamış demektir. Irkçılık ve İslamofobi batağına saplandıkça Avrupa hırçınlaşmakta, öfkelenmekte ve saldırganlaşmaktadır. Ülkemize yönelik son tutumlar, Avrupa'yı esir alan öfke ve saldırganlık halinin tezahürleridirler.
Avrupa Adalet Divanı, bir şirketin Müslüman çalışanlarından başörtülerini çıkarmalarını isteme hakkına sahip olduğuna dair bir karar verdi. AİHM'de kamu düzeni ve güvenlik gibi gerekçelerle benzer kararlar vermiştir. Avrupa'nın temel hukuk kurumlarında referansın din ve vicdan özgürlüğü, bireysel özgürlükler, çoğulculuk gibi temel değerlerin olmaması, İslamofobiyi besleyen kararların verilmesi, hukuki alanda da endişe verici gelişmelerin kurumsallaşmaya ve normlaşmaya göstermesi açısından çok olumsuz bir durumdur. İslamofobi ve ırkçılık, Avrupa'nın demokrasisiyle beraber hukukunu da ortadan kaldıran bir canavara dönüşmüş durumdadır.
Avrupa'da ırkçılığı, yabancı düşmanlığını ve İslamofobiyi besleyen ana kaynak popülizmin ve radikalizmin güçlenmesidir. Hollandalı siyasetçiler, ülkemizle yaşanan krizi, yapılan seçimde kampanya malzemesi olarak kullanmışlardırlar. Ortadoğu ve Türkiye'yle ilişkilerin iç politikada seçim malzemesi olarak kullanılması, aşırı ırkçı partileri güçlendirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Türkiye-Hollanda krizi, iktidardaki Liberal Parti'ye yaramamış, ırkçı Wilders'in partisini güçlendirmiştir. Hollanda Başbakanı Rutte'nin, ülkedeki azınlık gruplarına yönelik söylemleri, Wilders'in ırkçı söylemlerinin basit bir taklidinden başka bir şey değildir. Avrupalı siyasetçilerin, ırkçılık ve İslamofobi ile mücadele etmekte asıl olanın, ırkçılık ve İslamofobiyi taklit etmekten kaçınmak olduğunu anlamaları gerekmektedir.
Irkçılık, yabancı düşmanlığı, İslamofobi, popülizm ve otoriteryanizm, Avrupa'nın tamamını istila etmeye başlayan negatif güçler haline gelmeye başlamışlardır. Irkçılık ve İslamofobinin Avrupa'nın siyasal ve sosyal alanlarında hakimiyet kurması, Avrupa'da yaşayan milyonlarca insanın hayatını zorlaştırdığı gibi, bizim gibi ülkelerle de büyük krizlerin çıkmasına neden olmaktadır. Avrupa'nın sahici anlamda ırkçılık ve İslamofobi gibi karanlık tarafını oluşturan hastalıklarla yüzleşmesi, hukuk, özgürlük, demokrasi ve çoğulculuk asli değerlerini yeniden bulması gerekmektedir.