Avrupa Sağlık Sistemi
Bu yaz tatilinde, çok sayıda Avrupa'da yaşayan vatandaşımızı ameliyat ettim.
Israrla Türkiye'de ameliyat olmak istiyorlar.
Avrupa doktorlarının inatla baştan savmalarından, empati yapmamalarından, bir kaç ilaç yazarak geçiştirmelerinden çok şikayetçiler.
Yıllarca gidip geldikleri halde ameliyat olamamaktan, hastalığa katlanmaktan bıkmışlar.
Acil servislerin bile çok yavaş olduğunu, özellikle Fransa'da acillerde 4 saatten evvel işlerinin bitmediğini, Türkiye'de 15 dakikada bitmesine şaşıp kaldıklarını söylüyorlar.
İsveçli bir hastam İsveç'te ameliyatların, ameliyat değil adeta katliam olduğunu düşünüyor.
Doğruluk derecesini bilemem, işittiklerimi, onların izlenimlerini aktardım.
Yakın zamana kadar herkeste Türkiye'yi küçük görme saplantısı vardı.
Artık geri-kötü-küçük değiliz, eminim.
"Yapıyor, adamlar canım!” hayıflanmaları gerilerde kaldı.
“Batı Efsanesi” son demlerini yaşıyor.
Prag
Birkaç gün önce bir arkadaşımla sohbet ederken söz Prag'dan açıldı. “Ahh! o ne güzellik öyle” dedi.
Dondum kaldım.
Bir kaç sene önce Prag'da bir kaç gün kaldım.
Hiç bir güzellik görmedim.
Prag’ın caddeleri, Avrupa'nın her yerinde olduğu gibi, kirli gri cepheli, kasvetli, eski binalarla çevrili.
Gri eski binaların ve adım başı kiliselerin dış yüzlerinde bolca heykeller, kabartmalar var.
Bu heykellerin çoğu Hristiyanlığın ezoterik, batıl, hurafe, saçma menkıbe kahramanları oluyorlar.
Çok ürkütücüler.
Kiliselerin dış cephelerinde insanı boğan, gözünü ve ruhunu yoran bir ayrıntı kalabalığı var.
Prag, kristalleri ile ünlü.
Prag’da, kristal çarşısında ısrarla dolaşmama rağmen evimin bir köşesine koymaya değecek, sanatkârane, estetik bir ürün bulamadım. Türkiye'den giden biri için çok sıradanlardı.
Kaldığım otel, şehrin en merkezi yerindeydi.
Akşama doğru yürüme mesafesindeki bir AVM'ye gittim. İsmi zannedersem Palladyum ya da Novada idi.
Daha hava kararmadan yanımda eşim ve kızım olduğu halde yürüyerek otele dönerken ecel terleri döktüm.
Biz dönünceye kadar, yol boyunca üstü-başı yırtık, saçları kirden kokmuş yapış yapış olmuş, perişan, küfelik sarhoşlar, beşerli, onarlı gruplar halinde kaldırımları işgal etmişlerdi.
Üzerinize doğru yalpalayarak yürüyor, yiyecek içecek gibi bir şeyler talep ediyor, kanlı gözlerini üzerinize dikiyorlar, leş gibi alkol kokusu yayıyorlardı.
Ben Prag'a hiç hayran olmadım.
Sadece şehri çevreleyen doğal ormanlar ve şehrin içinden geçen nehir güzeldi.
Onlar da kendi başarıları değildi.
Allah vergisiydi.