Avrasya, sadece soy ve dil siyaseti yeterli mi?
Coğrafyanın uluslararası ve devlet ilişkilerinde daima önemli rol oynaması tarihi bir gerçektir. Kimlik, karakter ve tarihi biçimlendirmiş, Devletlerin sosyal, siyasi ve ekonomik anlamda gelişmesine yardımcı olmuş ve birbirleriyle ilişkilerinde önemli bir yer edinmiştir.
Brzezinski, “Avrasya, yerkürenin en büyük kıtasıdır
ve jeopolitik olarak bir eksendir. Avrasya’ya egemen olan bir güç, dünyanın en
ileri ve ekonomik olarak verimli üç bölgesinden ikisini kontrol edebilir” diyerek Avrasya’nın önemine vurgu yaparken,
Soğuk Savaşın sona ermesi ve özellikle 11 Eylül sonrası dünyanın ilgisini en
çok çeken kıtanın Avrasya olması, Avrasya ile ilgili jeostratejik düşünce ve
politikaları da önemli kılmıştır.
Özellikle Soğuk
Savaş’ın bitmesi ile Sovyetler Birliği’nin parçalanması ve bölgedeki
üstünlüğünü kaybetmesinin ardından dikkatler Avrasya’ya çevrilmiş ve bölge
büyük güçlerin oyun sahasına dönüşmüştür. Bu stratejik oyunda özellikle ABD,
Rusya Federasyonu ve Çin dikkat çekmektedir. Görünen o ki Bu oyunun galibi
küresel anlamda liderliği ele geçirecek ve uluslararası politikanın başat
aktörü olacaktır.
Avrasya zengin doğal kaynaklara ve buna bağlı önemli
enerji yollarına ev sahipliği yapmaktadır. Günümüzde enerji kaynaklarına olan
bağımlılık Avrasya’da ülkelerin elini güçlendirmekte ve bu kaynakları dış
politikalarında önemli bir araç olarak kullanmalarını sağlamaktadır. Enerji
kaynaklarına ve bu kaynaklardan üretilen enerjiyi dünyaya taşıyan güzergahlara
egemen olan güç aynı zamanda küresel ekonomide daha çok söz sahibi olacaktır.
Ekonomik açıdan güçlü olan ülkeler ise uluslararası sistemde daha fazla söz
sahibi olacaklar ve küresel bağlamda jeopolitiği de yönlendireceklerdir.
Avrasya’nın kalbi olan Orta Asya, Asya ile Avrupa
kıtalarının stratejik bölgesidir. Bölgenin kuzeyi Rusya’ya uzanmakta ve Rusya
için Hint Okyanusu’na inmenin de en önemli yoludur.
Bölgenin batısı Kafkasya ile bitişik olup,
Avrupalıların Asya’ya giriş kapısıdır. Doğusu Çin’e dayanmakta ve Çin’in
Batı’ya ulaşım köprüsüdür. Bölgenin güneyi ise Afganistan’ın Hindukuş
Dağları’na uzanmakta ve tarihten beri istikrarsız bir bölge olarak özellikle
19. yüzyıldan itibaren Büyük Oyun’un çetin mücadele alanı olarak bilinmektedir.
Güneybatısı İran üzerinden Ortadoğu ile Körfez’e açılmakta Güneydoğusu Pakistan
ve Hindistan’a uzanmaktadır.
Tarihte olduğu gibi bu günde bölgenin Dünya ile siyasi ve kültürel etkileşimi söz
konusu olmaya devam etmektedir.
Coğrafi olarak Avrasya üzerinde hakimiyet kuracak
bir gücün otomatik olarak Ortadoğu ve Avrupa’yı da kontrol altına alabileceği
görülmektedir.
yakın gelecekte Asya-Pasifik bölgesinin ekonomik ve
politik açıdan bölgesel bir trend olarak Ortadoğu’nun yerine geçmesi de
muhtemel görünmektedir.
Avrasya coğrafyasında iki tür siyasi mücadele
mevcut. Birincisi Avrasya devletlerinin kendi aralarında bölgeye yönelik olarak
yürüttükleri etkinlik ve liderlik mücadelesi; ikincisi ise ABD’nin bölgeye
yönelik çıkarları doğrultusunda bölge ülkeleri ile yürüttüğü ilişki veya mücadeledir.
ABD, Legal veya illegal işbirlikleri ile bölgede
etkinlik kurmaya çalışırken Rusya, diğer bir önemli güç odağı olarak coğrafi
konumu ve geçmişten gelen avantajı ile Avrasya’nın hem batısında hem de
doğusunda mücadele etmektedir. Rusya
kıta dışından bir gücün özellikle ABD'nin kendi çevresinde
konuşlanmaması ve hareket alanını kısıtlamaması için stratejik manevralarını
(en son Ukrayna'da olduğu gibi) sahnelemekten çekinmemektedir.
Küresel mekanizmanın yeniden dizayn edildiği Dünyanın yeniden şekillenmeye başladığı
bir zaman diliminde Bölge jeopolitiği açısından da çok önemli değişim ve karar
süreçleriyle yüz yüzeyiz. Avrasya tarihinden ve coğrafyasından kaynaklanan değerinin farkına
varıyor, vizyon geliştiriyor, sorunlarıyla yüzleşiyor, kabuğunu kırmaya
çalışıyor.
Türkiye'nin bugün uyguladığı Avrasya politikası kısa
vadeli ve perspektiften yoksun bir politika olmamalıdır. Maalesef 90 lı
yıllardan itibaren Bölge ülkeleri ile sadece
soy ve dil kardeşliği üzerinden yürütülen duygusal temelli bir siyaset
yeterli olmamaktadır. Geçmişte Bölge ülkelerine
verilen ölçüsüz vaatlerin oluşturduğu hayal kırıklıklarının ortaya
çıkardığı sonuçlar Türkiye'yi bölgede eksen aktörlerden biri olmaktan
uzaklaştırabilir.
Zira bugün için Orta Asya artık Türkiye'nin
geçmişinden çok Ekonomik ve jeopolitik geleceğini temsil etmektedir.