AVLU – HAYAT
İki katlı evimizin önünde, büyüklerimin daha çok hayat dedikleri bir avlumuz vardı. Kapı önüydü hayat.
Taş merdivenleri, ahşap trabzanlardan
tutunarak ağır ağır inerdim. Oyun oynamaya yeltenen küçük bedenim babaannemin “hayattan
dışarı çıkma” cümlesiyle ve o avlunun bende hayat buluşuyla özdeşleşirdi
zaman.
Toprak sıvalı bölümde ekmek pişirilirdi. Ocak
tarafıydı. Üst tarafı örtülü, yağmur kar değmezdi. Oklava sesleri, ocaktan
gelen çırpı, gazel sesi, radyodan süzülen Huşeng Azeroğlu, Samime Sanay, Belkıs
Akkale aklımda kalanlardan. Ilgıt ılgıt güne eşlik edenlerdi.
Dut ağacının
çevresinde sıra sıra ekili bostanlar, onları naif gövdeleriyle koruyan envaı
türden çiçekler hayatımızın can damarlarıydı.
Babaannemi ve dedemi hep abdest alırken
gördüğüm çeşme başı, hayatın en çok oyun oynadığımız beton kaplı yerinin
simgesiydi.
Hayata evden bir şey indirilecek olsa, en çok
buraya konurdu. Uzun ağaç gövdesinden yapılı, yerden yükseltilmiş bir sedir,
gelen gidenin oturma mahaliydi de.
Hayatın dört bir yanı; süyük denen toprak
sıvalı duvarlarla kapatılmış olsa da bize özgüydü içi, özgürlüğümüzdü.
Kocaman tahta kapı kocaman bir anahtarla
dışarı açılırdı. Dış taraftaki bilezik şeklinde ki çıngıraklı kapı tokmakları
geleni haber verse de onu oradan çıkarıp koluma takma isteği de olmuştur, kız
çocukluğunun o özlemli takı meraklarıyla…
Hayat; yıkadığımızda ruhumuza çektiğimiz toprak
kokusu, güllerden yayılan buram buram tabiat kokusu, ocaktan yayılan ekmek
kokusuydu.
Çocuklar apartmanlarda büyürken hayatları
olmadan, hayattan ne kadar zevk alabileceklerini düşünüyorum yıllar geçtikçe. Ekranlarla
çevrili bir hayatları var elbette. Saydığım ve sayamadığım nice şeye anında
ulaşabilecekleri bir hayat. Ama ben beş duyu organına, kalbe hitap eden
hayatlarda olsun isterdim tüm çocuklar.
Benim
hayatımda çok güzel bir hayat(avlu) olmuştu. Kuşların cıvıldadığı, çiçeklerin
gülümsediği, tavukların yumurta verdiği, fidanların sebzelerin boy verdiği,
nice güzelliğin dolup taştığı hayat.
Taş zemin ise; nice oyunumuzun şahidi iken,
çeşmemiz suyun ve abdestin azizliğini, karşısındaki duvara yapıştırılmış ayna
ise; suretin güzelliğini, sirete yansıtmayı öğretti.
Duvarın hemen arkası tohma ırmağının
çağıltısı, heyecanla çağlamanın, akmanın gürlüğünü yol almanın güzelliğini
öğretti.
Avlu hayattı, benim için ab-ı hayattı. Hayat
bizdik. Hayat adını da çok duymuşluğumuz yoktu aslında, çocukken. Bir akrabamız
kızına bu adı vermişti. Seslenişi bile güzeldi. Hayat…
Ve
çocukken hayatı hayattaki nice birliktelikten öğrendik. İmeceyi, mevsimleri,
kurbanı, aile olmayı, abdest almayı, aş pişirmeyi, bulgur pirinç mercimek
seçmeyi ve oradaki nice işle sevgiyi, dostluğu, arkadaşlığı, akrabalığı, ortak
iş yapmayı, israf etmemeyi, toprağın bereketini, büyüklere saygıyı, küçüklere
sevgiyi hayatta ki hayattan öğrendik.
Etrafı duvarla çevrili olsa da gökyüzüne
engelsiz bir hayattı orası. Uzandığımızda mindere, yıldızlara mesafesiz
uzanmanın adıydı.
Hayat; şimdi
hayatta olmasalar da bize hayatı öğreten dedelerimiz ninelerimiz baba ve
amcalarımızla ve tüm büyüklerimizle başka güzeldi.
Bizim çocukluğumuzda hemen hemen herkesin
hayatı vardı yani avlusu.
Ve o hayat ‘’Hayatım’’ demek kadar birisine,
güzel ve özeldi yani. Özgülüktü vesselam.