Atilla Özdür Ağabey'i okumayan var mı?
Bugün günlerden Pazar.
Çoklarınız için “sâkin” bir gün.
Evde çaylarınızı, kahvelerinizi
yudumlarken, Rahmetli Atilla Özdür
Ağabey’in yazılarından herhangi birini okuyabilirsiniz.
Hangi yazısını okursanız okuyun,
çay ya da kahve keyfiniz kaçacaktır!..
İnsanoğlu ezberlerinin
bozulmasından hoşlanmaz.
Hele “ademoğlu” olamamış da,
“insanoğlu” kıvamında kalmışsa, “Sakın
dokunmayın bana, uyandırmayın!” diyerek avutur kendisini.
Bu son cümle, Merhum Atilla Özdür
Ağabey’in yazısından.
Diyor ki,
“Ayıp
Şey!” başlıklı
yazısında:
“İnsan
oğlu, Ademoğlu olamayınca doymak nedir
bilmiyor!..
İstanbul’dan İzmir ve Gemlik
üzerinden karayolu ile Bursa ya da Uludağ’a gidenler, Orhangazi’den itibaren
itibaren gözlerini dört açsınlar. Dağların, tepelerin ormanlık alanlarında
hektarlarca ‘taş ocağı’
sekellerinden meydan bulan kelleşmeleri göreceklerdir!” (Akit Gazetesi, 10
Mayıs 2021)
*
Önceki gün cenaze namazı kılınan
ve defnedilen sevgili Atilla Özdür Ağabey’i 1989 yılından beri tanırım.
Ben 24 yaşındaydım.
Kendisiyle tanışma, bir çatı
altında gazetecilik yapma şerefine eriştiğim yıl, o benim şimdiki yaşımdaymış.
Tam şimdiki yaşımda.
Takip edenlerimiz, geçen hafta,
şu anda okumakta olduğunuz “Kitabın Ortasından” adlı köşede, Rahmetli Atilla Özdür
Ağabey’in 28 Şubat’ta başına getirilenleri yazdığımızı bilirler.
Birkaç gün sonra vefat edeceği
içime doğmuş demek!..
Geçtiğimiz günlerde, sabah
namazından sonra aklıma Rahmetli
Abdurrahim Karakoç Ağabey takılmıştı.
Sabah sabah, hayatını, çile dolu
yıllarını, şiirlerini okumuştum Merhum’un, nereden estiyse…
Öğleden sonra, aylardır aramayan
yeğeni Zuhal Karakoç Dora Hanımefendi
aramaz mı…
Tam da Merhum Enes Evlâdım’ın
mezarına gidiyordum.
“Sabah
Merhum Amcanızın aziz hatırasıyla birlikteydim, şimdi de siz arıyorsunuz ve ben
Enes’ime gidiyorum!”
dedim.
“Mânâya
dair” nice
güzelliği yaşarken,
gel de dünyayı “maddeden ve maddi ihtiyaçlardan ibaret
zanneden” zevkperest takımına itibar et!..
Ah o mânâ erleri!..
Kıymetlerini kaybetmeden
bilebilsek.
Bu yazıya, “Atilla Özdür Ağabey’i Okumayan Var mı?” sorusunu yerleştirdim ya…
Sorudaki “iğneleme” dikkatinizi çekti mi bilmem.
Şöyle kalemin ince ucunu batırmak istedim, “tefekkürü” ilmek ilmek işleyen bu güzel “Ademoğlu”nu okuyanların çok çok az olmasına içerliyorum da ondan!..
“Neremi neremi, sen olsan bari, suya yoğurt kattım mı ayran olur!” paylaşımlarının tonlarca beğeni aldığı bir vasatta, Atilla Özdür gibi “düşünmeye”, “sorgulamaya” sevk eden bir Yazarı kaç kişi okuyacak?
Hadi bir vesileyle karşılaştı diyelim, kaç kişi anlayacak?
Rahmetli Atilla Özdür Ağabey’in, başlığında “Serdar” olan ve beni de “inceden makaraya saran” “Ağabey Nasihati” kıvamlı epeyce yazısı var.
“Aman ha, sonradan görme, lümpen Muhafaza-KÂR takımının dümen suyuna girme!” mesajını öyle bir veriyor ki…
Sizi “Ti”ye aldığını bildiğiniz halde, “Allah razı olsun Ağabey!” diyorsunuz.
Bizi Allah rızası için ikaz edenlere ne kadar da ihtiyacımız var!..
*
Rahmetli Atilla Özdür Ağabey’in “hayat pahallığından” ve insanoğlunun doymak bilmezliğinden şikayet etmekten gayri bir ilgisi yoktu parayla pulla.
Giyime kuşam dediğin ne ki, temiz olacak, edep dairesinde olacak.
Otomobil bir ulaşım vasıtası, hepsine aynı yerinle oturuyorsun, “oranı” afili bir yere yerleştirdiğin için hava atmak, ne görgüsüzlük, ne sonradan görmelik.
Şöyle yazmış Rahmetli Atilla Ağabey…
“Bayezit’teki Beyaz Saray’ın kitapçılar bölümünde sahaflık yapan asker arkadaşımız Hırkalı İsmail’in mekânında ‘ENDERUN KİTAPEVİ” yazardı. Mehmet Şevket Eygi’nin bir grup dostuyla daldıkları tatlı sohbetlerine rast gelmiştim. Sekiz on yıl öncesi işadamlarını o zamanki ölçülerine göre nelerine yetmezmiş ortalama seksin bin liralık otomobil.
Amma adamlar parayı görünce 400-500 binlikleri beğenmiyorlarmış.
Düpedüz terbiyesizlik, müsriflik ve sonradan görmelik olarak tanımlıyordu bu gibilerin hallerini.
O günlerden
beri Mercedes’lerden değil, içindekilerden kaçınmamın ve arabalarına binmememin
de sebebi budur!..” (Akit Gazetesi, 17
Haziran 2021, Kendi fakirhane iç dünyamızdan.)
*
Rahmetli Atilla Özdür, kendisini o ya da şu ideolojinin, menfaat grubunun “dar kalıplarına” hapsetmek isteyenlere tepki gösterirdi.
“Odam şöyle olsun, masam böyle olsun, şöyle bir makama geleyim, şöyle lüks yerlere takılayım, şöyle hava atayım, millete tepeden bakayım!” heveslerinin, afralarının tafralarının bin kilometre yakınından geçmezdi.
İstanbul’da uzun yıllar boyunca birlikte çalışmıştık, Muhterem Mustafa Karahasanoğlu’nun başkanlığındaki yayın kurulu, her toplantıya Kur’an-ı Kerim ile başlardı.
Toplantılar, büyük heyecan ve beyin fırtınasıyla devam eder, en çarpıcı başlıkların yerleştirilmesiyle biterdi.
Rahmetli Hasan Karakaya Ağabey, şekillenen başlıkları, spotları birinci sayfaya yerleştirir, her yerleştirişinde de o güzel elleriyle, “Hah, şimdi oturdu!” mânâsındaki meşhur hareketini yapardı!..
28 Şubat günlerinde çatılarımıza keskin nişancıları yerleştirir, kapılarımıza panzerleri dizer, bombalarla, kaleşlerle korku salmaya, davalarla yıldırmaya çalışırlardı.
Biz hiç istifimizi bozmazdık.
Güler geçerdik;
Nasılsa ölüm var, nasılsa hesap var ve İlahi Adalet var.
Sonra sonra…
Aradan yıllar geçti…
Ve ben bugün…
Bir başlık atıyorum:
“Atilla Özdür Ağabey’i okumayan var mı?”
*
İğnemin ucu batmıştır herhalde.
Bu güzelim, bu “sâkin” Pazar günü, kahvenizin ya da çayınızın tadının kaçması pahasına, Merhum Atilla Özdür Ağabey’i okumaya var mısınız?.