Dolar (USD)
35.40
Euro (EUR)
35.75
Gram Altın
3024.46
BIST 100
9961.34
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
11 Eylül 2024

Atık hayatlar, narin ölümler

Bulantının iki sebebi vardır: Ya vücut bütünlüğüne zarar veren ve onu ortadan kaldırmaya yönelik tehdide maruz kalmak veya ihtiyacından fazlasını, düzeni yok edecek biçimde içine almış olmak… Her iki durumda da bulantı azlıktan ziyade fazlalığa, düzenden ziyade kaosa vurgu yapar. Böylece bulantılı bünye öncelikle dikkati dışarıdan içeriye, ardından da içerinin dağılmasını engellemeye yönelir. Bu vakitten sonra artık bulantı varolan bütün düzeneği altüst ederek iç huzuru şırıngayla çeker, onun yerine sonu gelmez bir huzursuzluk ikame eder. Bulantı çağı bu sebepten, yokluktan değil, varlıktan, gereksiz çokluktan nemalanır.

İşte tam da bu yüzden, bulantı çöreklendiği bünyede bulantı olarak kalmaz; dışarıya atılmayı talep eder. Huzursuzluğu def etmenin başka yolu yoktur. Doğal sonuç elbette istifradır. Dünya, son birkaç yüzyıldır ölçüsüzce içine aldıklarını kusuyor. Mideler büyüdü ve kusmak istiyor. Beyinler fikir çöplüğüne döndü ve durulmak istiyor. Kalpler alabildiğine kasılıp gevşedi ve dinlenmek istiyor. Bahçeler yerini çöplüklere bıraktığı için şehir merkezlerinde yapay parklar inşa edilmeye başlandı. Yeşertinin doğal ve hoş kokusu yerini çoktan çürümenin dayanılmaz tefessühüne bıraktı bile. Toprak betonla, doğal yapayla, beden metalle, zihin yapay akılla, idrak beşeri algoritmayla yer değiştirdi. Toprak küsüyor, beton insaf göstermiyor. Aynaların sırı döküldü, camlarda şeffaflık, camlarda merhamet eksikliği... Hiçbir gözde kendini görecek mecal yok. Benlikler, başkalarının camında eriyor. Kokuşmuş şimdi, asık yüzlü geçmişi eriterek müzahrefatı ortalığa saçıyor. Kusmuk, öteki bütün kokuları yok eder. Çürümenin kokusu umut ışığını matlaştırır. Bir uyuşukluk değil bu, ne de bir estetik bozulma hali, doğrudan estetiğin boynunun kırılmasıdır. Ve estetik yoksa hayat da yoktur. Çünkü gerçekten de duyarsızlık insan için olağanüstü bir geriye gidiştir. Tekrarın fark tarafından negatife evriltilmesi, sapağın yüzünü felakete döndürmesidir. Tek kişilik dünyalar, tek kişilik hayaller, tek kişilik hissedişler, tek kişilik mutluluk arayışları hayata var eden öteki bütün kipleri yok eder… Körlük, kendi içine kırılan aynaların yegane sebebidir. Zaman ve mekanın kendi dışını görememesi, bilincin katılaşmasıdır. “Başkalarından bana ne” dediğiniz an dünya küçülür. Yüzleşmek ve çare aramak yerine çöplüklerden yan çizdiğinizde bahçeler kurur. Mutluluğun yolu hesaplaşmadan geçer. Ensenin gözü yoktur, şimdiden yüz çevirenlere gelecek hiçbir zaman uğramayacak.

Gelgelelim ki sabah, gecenin atıklarını temizleme takatine sahip değil. Göğün gücü yerin kokusunu dağıtmaya yetmiyor. Zaman; bir fikirler, hissedişler, laçkalaşmış ilişkiler çöplüğünden başka bir anlamı havi değil. Ve içini biz doldurduk bu çağın. Derisinin altındaki her pislikten biz sorumluyuz. Yaptıklarımızla, yapmadıklarımız, ihmal ettiklerimiz ve yüz çevirdiklerimizle… Musa’lara iftira attık, çivilenen her İsa’dan biraz da elimizdeki keserler sorumlu… Çiviyi kendimize batırmamız gerekirken tokmağı başkalarının kafasına vurmak için her an tetikte bekledik. Hep başkalarından umduk kurtuluş umudunu. Hep birilerinin gelip bizi kurtarmasını diledik olduğumuz yerde, çevrelendiğimiz batağı kanıksayarak. Orada savaşlar oldu, kanalları değiştirdik. Burada çocuklar katledildi gözlerimizi, vicdanlarımızı kapadık. Dünya çöpe dönerken, tek kişilik alanımızda, tek kişilik dünyalarımızda tek kişilik hayaller kurmaya devam ettik.

Ve o çerçöpler, o atıklar, o duygu atıkları, o duyarlılık atıkları, o düşünce atıkları, o eyleyiş atıkları, o küçük ve bana dokunmaz dediğimiz kıymıklar döndü dolaştı bizi buldu. Birileri yollara, ana yollara kırık camlar, dikenler serpiştirirken güçlü ayakkabılarımıza güvendik. Ve belki de, dalgınlıkla da olsa, günün birinde bunların ayağımıza batacağını düşünmedik, düşünemedik. Kokuşmanın daha ilk anında küçük müdahalelerle tersine çevirebileceğimiz akışın artık tam ortasındayız. Dünya kötülük kazanında kaynıyor. Çocuklar büyükleri tarafından hunharca öldürülüyor. Gençler uyuşturucunun peşinde, bu dünyadan geçici süreliğine uzaklaşmanın hesabını yapıyor, her düşüş bir öncesini aratacak kertede yaralar, bereler bırakıyor. Olgun insanlar, bundan geriye artık hiçbir şey yapılamayacağını düşünürken, yaşlılar bir an önce gezegenden ayrılmanın özlemiyle yanıp tutuşuyor. Elde avuçta hiçbir şey yok. Bütün bunlardan geriye atık hayatlar kalıyor. Hepimiz, her birimiz kendi kusmuğunda çiçek yetiştirmeye çalışıyor. Yapmadıklarımızı başkalarından bekleyerek yok ettik kendimizi. Yaptıklarımızın hesabını başkaları ödesin diye sonsuz görünen zamanlarımızı buharlaştırdık, şimdi onun damlalarından medet umuyoruz. Dünya baştan aşağı mezbelelik artık… Orada, kokuşmuşluğun ortasında kendi çabasıyla yetişen tek tük güllerden medet umuyoruz. Çiçekleri incittik, dikenlerden hoş kokular salmasını umuyoruz. Dalımıza konan güvercinleri korkuttuk, kargalardan mavilik, akbabalardan şakımasını umuyoruz.

Hepimiz, devasa bir bataklığa saplanmış gibiyiz. Üstelik güzel sulardan, taze pınarlardan devşirilmiş bir bataklık değil bu. Tam da kendi elimizle, ölçüsüz tükettiklerimizle oluşturduğumuz, alabildiğine pis kokan, alabildiğine tiksindirici bir bataklık bu. Hemen ötemizde olup bitenleri görüyor ama bulunduğumuz yerden kıpırdayamıyoruz. Bataklığı yaratan da biziz onun kokusuna dayanamayan da. Yoksa gün ortasında kendi çocuğunu öldürüp bulanık suların altına gömen, sonra onun cesedini arayan, arayanları perdeleyen zihniyeti nerede arayacağız? Kelebekler lağım sularına konmaz. Atık hayatlardan Narin ölümlerin çıkmasına niye şaşıyoruz ki? Narin’in narince ölme imkânını bile elinden alan atık hayatlar, hayatın kendisini katletmez de ne yapar?