Ateşi bulduk bulmasına da!..
İnsanlık tarihi insanın yaşı kadardır. Bizimle birlikte yaşlanan bir tarihimiz var. Bunun doğal sonucu olarak biz de yaşlanıyoruz ve yaşadığımız her gün ölüme biraz daha yaklaşıyoruz. Şöyle dönüp de geçmişe baktığımızda, taş devrinden başlayan yolculuğumuzun şimdiki durağı uzay çağı olmuş. İnsanlık yakın zamanda aya turistik gezi düzenlemenin hesaplarını yapmaya başladı. Hatta ilk gidecek yolcuların belirlenme çalışmaları da başladı. “Nereden nereye geldik!” diye düşünmüyor değiliz. Dün mağara duvarlarına yazılar yazma, resim çizme gayretinde olan atalarımızın torunları olarak uzaya not bırakma derdini güder olduk.
Devirler
arası yolculuklarımızın bazı noktalarında kritik eşikler atlamışız. Bu kritik
eşiklerin en önemli basamağı da hepimiz kabul ederiz ki, ateşi bulmamız
olmuştur. Ateşi bulunca o güne kadar yapılan birçok eylem farklı bir boyut
kazanmış ve elde işlenen malzemeler ihtiyaca uygun şekle büründürülerek
kullanıma sunulmuştur. Olaya bu açıdan baktığımız zaman ateşin insanlık tarihi
içerisinde ne kadar büyük ve önemli bir yeri olduğunu görmüş oluyoruz. Isınma,
korunma, beslenme, eşyaları işleme gibi birçok alanda kullandığımız ateş,
hayatımızda bir çığır açtı.
Ateşi bulduk
bulmasına lakin ısınmak için değil, birbirimizi yakmak için…
Evet, ateşi
bulduk bulmasına da, her zaman amacına uygun mu kullandık? Maalesef, bu soruya “Evet!” diyemiyoruz. “Evet!” demeyi gönülden arzuluyor olsak
da, o evet cevabını içimizden gelerek veremiyoruz.
Atalarımızın
ihtiyaçlarını karşılamak için bulduğu ateşte bizler birbirimizi yakmak için
uğraşıyoruz. Bu yaktığımız ateş ile bütün dünyayı yakıyoruz ve yakarken de
içinde biz de yanıyoruz. İşin acı tarafı ise bu çıkardığımız yangında kendimizi
de yaktığımızın farkında değiliz.
Dünyaya
genel bir perspektiften baktığımız zaman ateşin düşmediği ve yakmadığı yer yok.
Ateş düştüğü yeri yakar derler, amenna. Lakin sızısı insan olan herkesin
yüreğini dağlar. Çocukların sebepsiz öldürüldüğü, kadınların şiddete maruz
kaldığı, babaların çocuklarının gözü önünde katledildiği, güçlünün haklı olduğu,
haklının mağdur edildiği, beş ülkenin dünyadan büyük gösterildiği ve bunların
hepsinin medeniyet ve çağdaşlık maskesine büründürüldüğü bir zamanda yakılan
ateşin bizi yakmadığını iddia etmek ya vicdansız olduğumuzun ya da üç maymunu
oynadığımızın işaretinden başka nedir?
Ateş düştüğü
yeri yakar, diyorlar. EyvAllah. Lakin ateşi yakanın hiç mi suçu yok diye
sormazlar mı? Batı dediğimiz adı medeniyet, aslı vahşet olan bir sistem bu
yaktığı ateşin gün gelip de kendilerini yakacaklarını beklemiyorlar mı? Unutulmasın
ki, her ateş en nihayetinde onu elinde tutanı da yakacaktır. Bu dünyada olmazsa
da ahiret yurdunda her şeyi hakkıyla bilen ve adil olan Allah, elbet bunun
hesabını soracaktır. Ki Tekvir Suresi’nde
öyle buyuruyor:
“Güneş, dürüldüğü
zaman, yıldızlar, bulanıp söndüğü zaman, dağlar, yürütüldüğü zaman, denizler
kaynatıldığı zaman, ruhlar (bedenlerle) eşleştirildiği zaman, diri diri gömülen
kız çocuğunun, hangi günahtan ötürü öldürüldüğü sorulduğu zaman, amel
defterleri açıldığı zaman, gökyüzü (yerinden) sıyrılıp koparıldığı zaman,
cehennem alevlendirildiği zaman, cennet yaklaştırıldığı zaman, herkes önceden
hazırlayıp getirdiği şeyleri bilecektir… (Hâl böyle iken) nereye gidiyorsunuz?
Âlemlerin Rabbi olan Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz.”
Hal böyle
iken, nereye gidiyoruz ey insanoğlu? Yakılan ateşlerin hesabı sorulmaz mı
zannediyoruz? Ateşe hükmümüz geçer mi? Yaktığımız yerden yanmayacağımızı mı
sanıyoruz?
Ateşi bulduk
bulmasına da, ancak her şeyi amacı dışında kullandığımız gibi ateşi de amacı
dışında kullanıyoruz. Yanan ateşleri söndürmek için su niyetine iyilikler
yapmak yerine ateşe kötülük odunları taşıyoruz.
“Ateşe dayanabileceğin
kadar günah işle.” diyen bir Peygamberin ümmeti olarak ateşe dayanamayacağımızı bile bile
ona koşar adım gidiyoruz maalesef. Burada bize düşen en önemli görev, Yüce
Allah’ın “Ey iman edenler! Kendinizi ve ailenizi yakıtı insanlar ve taşlar olan
ateşten koruyun.” (Tahrim
Suresi, 6. Ayet) öğüdüne kulak vermektir.
İnsan ateşte
yanmayı göze alacak kadar cesur değilse, ateşten kaçacak kadar iradeli
olmalıdır. İşte bu irade insanı doğru yola yönlendirecek olandır. Aksi takdirde
bulduğumuz ateşte yanmamız kaçınılmazdır.