'Ateş Ve Kadın'
Türkiye'nin hiç şüphesiz dış siyasetle de bağlantılı olarak hassas dengeleri koruması gereken çok önemli sorunları var ve bunlar hala tartışılmaya devam etmektedir. Bunlardan birisi de çok genel anlamda Güneydoğu ya da Kürt meselesi olarak isimlendirilmektedir. Ulus-Devletçi bakış açısının semirtip daha da büyüttüğü bu sorunu, ben etnisite problemi olarak adlandırma eğilimindeyim. Çünkü bu sadece Türkiye ile sınırlı bir problem değil, bir siyasanın, bir mentalitenin (Ulus-Devlet mentalitesinin) ürettiği ve karşılıklı etki ve tepkilerle daha da büyüyen bir problem haline gelmiş durumda.
Tam da böyle bir konjonktürde kıymetli dostum Abbas Pirimoğlu'nun "Ateş ve Kadın" isimli romanı, bu problemde durduğumuz nokta ve zihinsel ayrışmalarımızı yeniden berkitmek açısından önemli bir imkan sunuyor. Romanı hemen bir günde okudum. Etnisite sorunundan içi yanmış; hangi köklü değerler zaviyesinden bakarsak meseleyi büyütmez ve tam tersine hallederiz sorusunun cevabını yüreğinde hissederek bizimle paylaşan bir yazarın çırpınışlarını gördüm romanda. Yazar, içimizden çıkmış portrelerle, bu sorunla bağlantılı imgeleri kullanarak fakat reel imkanlardan da ayrılmadan bize çıkış yolları göstermeye çalışıyor.
Ateş ve Kadın, Nietzsche'nin bir felsefesinden hareket ediyor önce. Onun deve, arslan ve çocuk metaforu bir hareket noktasıdır. İnsan, bir kültürün, dolayısıyla bir değerler sisteminin içine doğar. Önce bunları alır ve içselleştirir, daha sonra da bu kültürü tekrar üretmeye başlar. Bazı insanlar (ki çoğunluktur), ömürlerini bu kültürü taşımakla bitirirler. Bunlar sürekli kendilerine başkaları tarafından yüklenilen odunları çölde taşıyan develer gibidir. Bu değer ve kültürü sorgulayıp arslan olabilmek önemlidir. Arslan, kendi yüküyle problemli hale gelir; bu problemli olduğu yükü ejderhasıdır. Nihayetinde ejderhasını yener ve özgürlüğüne kavuşur. İkame değer koymak bir sonraki aşamadır ve bu ancak aristokrat insanların imtiyazıdır Nietzsche'ye göre. Bu değer koyma aşaması ise Nietzsche tarafından çocuk ile simgelenir.
Pirimoğlu, bu çocuğun üzerine bir çarpı atar ve oraya gerçek üst bir değer olan Tanrısal değerleri, aslında bir "fıtrat durumu" üzerinden ikame etmeye çalışır. Çünkü seküler ideolojiler sürekli "öldürme" (Nekrofiliya) üzerine kuruludur. Yazar'ın Roman'daki mottosu ise, "Hepiniz Ademdensiniz ve Adem ise topraktantır" kelam-ı kadimi; Tüm renk, dil, etnik farklılıkları bir çatışma konusu olmaktan çıkaracak bir felsefe zemini.
İçinde bulunulan belirlenmişlikten çıkarak daha üst bir zaviyeden olaylara baktığımızda, sürekli dinleştirilen ideolojilere toplumların verdiği kurbanlar. Sürekli etnik bağnazlık için ölen gençler ve ağlayan analar. Romanın ikinci önemli anahtar kelimesi de analar. Çünkü onlar sürekli ağlamaktadırlar ve yazara göre bu kan ve gözyaşını durduracak olan da kadınlardır. Yazar, toprak ana metaforundan mülhem olarak kan ve gözyaşına, öldürmeye karşı sevgi, şefkat, merhamet gibi değerlerin üretildiği bir kadın elinin meseleye değmesini arzu etmekte; kan içici tanrıların şiddet taleplerine karşı, renk, ırk, dil farkı gözetmeksizin tüm anaları birleşmeye çağırmaktadır; etnik ben merkezciliğin tuzağına düşmeden ve unutulan insanlık, aşk ve sevgiyi yeniden aramıza alarak.
Yazar, bizi kaçınamayacağımız biçimde bir ayrım çizgisine getirir ve bırakır. Karşılıklı lanetleşmelerle, yüklenen odunları çölde taşıma gibi güdülmeye devam mı edeceğiz? Yoksa arslanlaşıp, özgürlüğümüzü kazanıp, hangi değerler etrafında kendimizi evrensel olarak nasıl inşa edeceğimiz üzerinde kafa mı yoracağız? Yazar Nemrut'un Hz. İbrahim'i (AS) yakmak için tutuşturduğu ateş karşısında, tavır alışımızla kendimizi sınamamızı ister. Düşünce ve edimlerimizle Nemrut'tan mı yoksa İbrahimden mi yanayız? Bunu netleştirmemizi bekler. Zaten romanın alt başlığı da bu tavır alışın saflarını belirler: "Deve olup odun taşıyanlardan olmaktansa, Karınca olup ateşe ağzıyla su taşıyanların hikayesi."
Abbas Pirimoğlu dostum, yıllardır çektiği zihinsel çile ve entelektüel birikimi bu romana güzel yansıtmış. Kaygan bir zeminde postmodern kurgularla "pembe dizi" bile olamayacak bir çok romanlar piyasada cirit atarken, bir felsefesi, sabitesi olan ve entelektüel çileciliği hamasete kurban etmeden derdini paylaşan, bize düzeyli bir çıkış yolu göstermeye çalışan "Ateş ve Kadın", meselelerimiz üzerine akl-ı selim ile düşünmeyi bize öneriyor.