Ateş düşmediği yeri de yakar
Ateş düşmediği yeri de yakar.
Büyük
acılara şahit olmanın ağırlığı anlatılamaz. Şu ateşin gerçekten düşmediği yer
yok. İnsan denen varlıkta olması gereken sorumluluk bilinci ve hassasiyet
ateşin yer çekimidir. Ateş böyle her toprağa düşer. Düşmediği yeri de yakar.
Tanıklık
seyre dönüşüyor. Amerika’nın zulmün en büyük destekçisi oluşunu izliyoruz.
Küresel güç demek ki tam olarak zulümden yana bir duruş sergiliyor. Biliyorduk.
Bir daha görüyoruz. Bir diğer küresel güç susuyor. Zulme engel olma konusunda bırakın
açık ve etkili bir fikre, bir söze bile sahip değil. Dönüyoruz BM’e… Vizyon, misyon masallarının
ardında kasdi ve kurumsal bir durağanlık var. Hakkımızda kısmını dünyadaki
kötü, yetersiz ve asla demokratik olmayan pratikleri ile haksız, kayırmacı
tutumlarla doldurmaya devam ediyor. Hangi milletlerin, tam olarak hangi konuda
birleşmiş veya ayrışmış olduğunu iyice açığa çıkarıyor. E hadi Avrupa
Birliği’ne bakalım. Onların potansiyeli ve gücü sınırlı ve bencil. Kendi içinde
görüş ayrılığı var. Dünyanın kalan kısmında “derhal durdurun”, “gerginliğe son
verin”, “diplomasi trafiğini artırın” vs demeye çalışıyor.
Türkiye’yi
yani bizi biliyoruz.
Bütün
dünya böylesi zulümlere tanık olmaya devam ederken, bu toplu şahitlikte yük
hafiflemiyor, daha da ağırlaşıyor. Yumruk ve slogan pek bir şey ifade etmiyor.
Çok yumruk sıkıldı. Çok sloganlar atıldı. Böyle yaptığımızın her defasında en
alt düzeyde bir duruş sergileyebilmiş oluyoruz. El/güç, dil/söylem ve kalbin
buğzu sıralamasındaki en alt tepkiyi vermiş oluyorsunuz.
Doğrusu
yaşanan zulümler haddini o kadar aştı ki, şeklinde kurmaya başladığımız
cümlenin başına dönüyor, zulmün zaten başlı başına bir hadsizlik, bir sınır
bilmezlik olduğunu tekrar ediyoruz içimizde. Yaşananlara uzaktan, acilen
ulaşamayacağımız kadar uzaktan bakmanın kör olası, kendine de kahırlı bir
tanıklığı var. Bizzat yaşanmayan onca acıya, zulme hem engel olamayıp hem de
dile getirmek veya yazarak ifade etmenin ise bedeli çok büyük bir utanç…
Yazmaya
utanıyoruz. Böyle zamanlarda yazmak iyiden iyiye lüzumsuz, pasif, suya sabuna
dokunmayanın pisliği imiş gibi de geliyor. Satırlar yürümüyor. Tuşlar
siliniyor. Masumların kanı tuşların arasında yükseliyor. Önce parmak uçlarımız,
sonra biz yitiyoruz bu durmak bilmeyen kanda. Ölemiyoruz. Canımız çekiliyor
fakat ölemiyoruz.
Dudaklarımızı
ısırmamızın yazınsal bir karşılığı var mı?
Diyebildiğimiz
bir şu var:
Ateş
düşmediği yeri de yakar.
Ateş
her yufka yüreğe ille düşer.