Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
07 Mart 2023

​Ateş düşmediği yeri de yakar

Sevgi, merhamet toplumlarında ateş düşmediği yere de düşer. Ve herkes elinden geleni yapar. Herkes elinden geleni yaptıkça yangın yeri serinlemeye, soğumaya başlar. Ateş büyük yapraklarını yere indirir. Az da olsa sönmeye döner.

Yapıyor da iyi olan, insan olan herkes.

Fakat iyi olmanın en iyi zamanı acıdan, kederden önce. Sadece acıdan, kederden sonra değil… Tamam herkes bizzat suçlu değil. Fakat herkes, hepimiz genel anlamda az veya çok suçluyuz. Kimi kaba kalabalık linç coşkusuyla kendi suçluluk duygusunu bastırır. Ya "günah keçisi" ya "sevap keçisi" 'ne yükler dururlar kendi sorumluluklarını... Küstah konuşup fevri davranınca ve bir de slogan atınca birey oldum sanma halleriyle en acılı, en kederli zamanda insanlık dışına çıkabilirler. Bunlardan hep vardır, bilirsiniz. Fakat acı bilinç onları kale almaz. Kendi iç hukukuyla, vicdan mahkemesiyle herkesten önce kendini yargılar ve değişimini gerçekleştirir.

Herkesin ve bizim suçlarımız var. Hep önceden halletmek zorunda olduğumuz arızalarımızın ağır sonuçlarını yaşamaktayız. Kendi kendimizin soyunu böyle böyle kırmaya devam ediyoruz. Kendi insanımıza acımıyoruz. Kendi insanımız da kendisine acımıyor. Ağır sonuçlardan önce bu sonları yaşamayacak nedenlerimizi oluşturduğumuzda esas sevgi ve merhamet toplumu olmuş olacağız, bunu da biliyoruz.

Hem sorunlar çözülmek için tespit edilir, tamam. Fakat nicedir sadece tespit etmek için tespit ediliyor. Önce yaşanmış bütün büyük depremlerde aynı manşetler atıldı, aynı yazılar yazıldı, aynı programlara aynı uzmanlar katılıp aynı şeyleri söylediler. Kürsüler, medya programları tespit tesbihi... Usandık. Tespitler beş yüzlük tekrarlanıyor. Keder tarikatı, keder kulübü mü bu?!

Madem sevgi ve merhamet toplumuyuz. Aynı duyarlılığı acıdan önce bu yıkımın yaşanmayacağı şekilde göstermek de sevgiye merhamete dahildi. Merhamet başa gelenden sonra olduğu kadar öncesinde de işlevi olabilecek bir duygu. Mesela bu evlerde çocuklar doğacak, oyun oynayacak ve uyuyacaklar diye düşünerek, genci yaşlısı ile onca insan, onca aile yaşamın telaşesinden yorgun düştüğünde canını zor attığı ve yepyeni enerjileri depoladığı evinde huzur ve güven içinde yorulacak veya dinlenecek diyerek imar ve inşa işinin gereğini layıkıyla yapan insanlar olmak da merhamete dahil. Bu binaları yükseltirken bunları hesaba katarak yükseltmek, yükseltilmesine izin vermek de merhamete dahil. Kederden önce davranmanın emek ve maliyeti sonra davranmaktan daha vicdanlı ve hesaplı.

Ne olursa olsun böyle büyük vakalar toplum bir yana her insanı kendi içinde, iç dünyasında ayrıştırma özelliği taşıyor. İç yüzlerimizi gösteren devasa bir ayna; insanlığın huy aynaları olarak asılıyor zamana...

Bazı yaşananlar bir ömre öylesine büyük geliyor ki yaşamak suç haline dönüşüyor. Bırakın yemeyi, içmeyi veya herhangi bir yaşamsal faaliyeti, kıpırtıyı…

Fakat insan zamana arkasını dönemiyor. Hayat ancak ve ancak şöyle devam ediyor. Başka hayatların da kaldığı yerden devam etmesine katkıda bulunarak…

Eminim herkesin(her iyinin ve doğrunun) içinde "bundan böyle" anlamına gelen bir çentik... Bu kıyametten, toplu yıkımdan az daha küçük olan olay bize öyle büyük geldi ki; zamanı ilaç olamayacağı kadar büyük bir şeyle karşı karşıya geldiğini itiraf ederken duydum. "Her şey" zamanın kapısında... Sıralı sırasız uzun bir "ilaç" kuyruğunda. Boşa -akılsız, bilimsiz, tekniksiz, zanaatsız ve sanatsız- geçirilen onca zamanların hesabının görüleceği upuzun bir kuyruk bu…

Neden hazırlıksızız? Sorusu koca koca çengelini atadursun, her şey aniden oldu. Bir anda hepimiz öldük sanki. Hepimiz yaşlandık sanki bir anda. Fakat hayır. Hiçbir şey aniden olmadı. Bilgimiz dahilinde topluca intihar etmiş gibiyiz.

Böyle zamanlarda Emily Dickinson’un iyi gelen bir şiiriyle birbirimize sarılalım.

“Bir tek kalbin kırılmasını önleyebilirsem,

Boşuna yaşamış olmayacağım.

Bir yaşamdan acıyı alabilirsem

Ya da

Bir acıyı hafifletebilirsem,

Ya da

Bir ardıç kuşunu

Yeniden yuvasına koyabilirsem,

Boşuna yaşamış olmayacağım...”