Atatürk'le konuştum
Ayşe Şener
Küresel güçler, “yerel güçsüzlükler”, dış düşman, iç
düşman, büyük şeytan, ortanca şeytan ve küçük şeytan yani herkesin kendisi,
bağımsızlık, beka, siyaset, politika derken yeterince politik olmamanın ve
siyasi herhangi bir mesaj vermeksizin gün-ömür geçirmenin gittikçe zorlaştığı
bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz. Bu yüzden herkes bir siyasi. Herkes bir devlet
adamlığı pozunda. Herkes her şey… fakat her şeyden önce bir politikacı gibi
konuşmakta, yazıp çizmekte… Her gündemi havada kapıyorlar. Kendi çamurlarına
bulayıp birbirlerine atıyorlar. Herkes ne kadar başkan. Herkes ne kadar devlet
adamı. Kimse halk değil. Kimse kendi işinde gücünde değil sanki. Hele kimse
kendi sanatında, sinemasında, edebiyatında, yazısı- çizisinde değil!...
Nasıl olup da sayın Cumhurbaşkanını tek adam olmak
iddiası ile suçluyorlar, anlamıyorum. Bilakis… Çok adamlı bir siyasi ortam bu. Yok
adamlı da diyebiliriz. Hem hangi siyasi kurum tek adamsız, tam bir
demokratik-istişarî işleyişle yaşamış ki bu ülkede? Aile kurumuna dört kadına
tek adam, kadın-erkek ilişkisine kırk kadına tek adam, yar bana bir eğlence
gibi bakabilen ve bunu dini bir emir veya erkeğin doğası olarak sunabilen bir
ülke için çok mümkün, çok beklenilir sonuçlar değil midir bunlar?
Yine konudan sapıyor kalem.
Kalem böyle harflere ayrılıp klavyeye dönüştüğünden
beri kendini toparlayamıyor zaten.
Konu şu ki; siyasi konularda, dış ve iç politika
hakkında sözünüz yok, yazınız yok, ürününüz yoksa yandınız. Yoksunuz.
Yaşamıyorsunuz. Üretmiyorsunuz demektir. Yani öyle değerlendirilirsiniz.
Bunu en çok Haluk Levent’in anlattığı bir anısı
üzerinden anlatabileceğim. Haluk Levent bir defasında yurt dışında harika bir
ortamda sanatını icra ediyorken, en coşkulu anlarından birinde bizim
memleketten birileri gelir yanına ve kulağına “Sizi daha iyi yerlerde görmek
istiyoruz!” Der. Kastettiği daha iyi yer siyasi bir pozisyondur tabii ki…
Sanatçı sanatının zirvesindeyken bile henüz siyasete atılmadığı için kötü bir
yerdedir bu ülkenin genel ve aptal bakışına göre…
Ben de kendimce o “kötü yerde”yim. Ve hep öyle
kalacağım. Daha dün tarihi bir kitabı karıştırıyorken Atatürk’le de konuştum.
Ve kendilerine Milli Mücadele yıllarında tıpkı o
köylünün dediği gibi “Düşman gelecekse tarlamın ucuna kadar gelsin.O zamana
kadar ben çiftimi sürer ekinimi ekerim(fikrimi üretir, yazımı, kitabımı
yazar, filmimi kurgular, felsefemi, sanatımı üretmeye devam ederim)
tarlamın ucunda düşman görünce her şeyi feda eder kalkar gelir ve seninle (memleketim
için kiminle birleşmem gerekirse onunla) birleşirim!”
Bu uyarlamayı Milli Mücadele yıllarına ait şu
anekdottan yapmış bulundum. Atatürk ile ve “Bir noktaya gelmek istiyorsan
ülkenin siyasetine dair, gündeme dair şeyler yaz!” diyenlerle bu anekdot
aralığında içten içe konuştum.
Anekdot şu: Atatürk Amasya'dan kalkmış Sivas'a
gelmektedir, arabası bozulunca tamir edilene kadar ileri doğru yürür ve çift
süren bir köylü ile konuşur “Be’ hemşerim düşman Samsun'a asker çıkarmak üzere,
iki gün sonra burada olur sense hala çift sürmekle meşgulsün Samsun'a çıkan
düşman seni ilgilendirmez mi?” deyince köylü de; “Ne yapayım paşam biz üç
kardeştik, birimiz Çanakkale de birimiz Kafkas’ta şehit düştük. Ben tek kaldım,
başımda da 6 yetim ile 2 dul var hepsi sabanımın ucuna bakar. Düşman
gelecekse tarlamın ucuna kadar gelsin o zamana kadar ben çiftimi sürer ekinimi
ekerim, tarlamın ucunda düşman görünce her şeyi feda eder kalkar gelir ve
seninle birleşirim!” (Tabi o iki yengenin (dul) sabanın ucuna baka
kalmadığını, ayakları elleri şişene kadar nasıl da emek vermiş olduğunu bilen
bilir. Ama köylümüzün diline sağlık. Sahiplenişine sağlık diyelim. Konudan da
sapmayalım yine.)
Durun tekrar edeyim. Tekrar iyidir.
Küresel güçler, “yerel güçsüzlükler”, dış düşman, iç
düşman, büyük şeytan, ortanca şeytan ve küçük şeytan yani herkesin kendisi,
bağımsızlık, beka, siyaset, politika derken yeterince politik olmamanın ve
siyasi herhangi bir mesaj vermeksizin gün-ömür geçirmenin gittikçe zorlaştığı
bir ülkede yaşamaya çalışıyoruz. İlhamlar, esintiler, yeni fikirler, felsefi ve
sanatsal üretimler, tespitler, ürünlerin coşkunluk baskısı ve üstüne üstlük
hiçbir kıymet üretmemişiz konumunun ardiyesine atılıvermek ve yalnızlaşmak bizi
üzüyor. Üzsün tamam. Yeni üreteceklerimiz kalemimizin, klavyemizin boğazına
duruyor. Bütün varlığımızla yutkunup duruyoruz. Kendimizi yutuyoruz.
Heyecanımızı yitirecek kadar oluyoruz. Canımız hey hey diyemeyecek gibi oluyor.
Canımız susup kalıyor.
Rica ederim. Yapmayın.
İnsani, bilimsel ve sanatsal üretimler de milli
mücadeleye dahil edilsin.
Siyasi içerik taşımayan fikirler fikir kapsamına
alınsın.
Politikleşmemiş, salt insan üst kimliğine ait veya
üst insan olma yollarını açan her fikir, hareket, çaba, üretim de bağımsızlık
yolunda bir adım olarak dikkate alınsın. Sonuçta bağımsız şahsiyet olamayanlardan oluşan hangi
millet bağımsız kalabilmiştir ki?...Hangi millet her alanda evrenselliğe
korkmadan adım atabilen yerel üretimler yapmaksızın bağımsızlığını ilelebet
koruyabilmiştir ki?..