Atatürk ve Şeriat
Şeriat İSLAM (SELAM-Barış-ADALET) demektir.
Evet!
Atatürk de Şeriatçı
Annesi Zübeyde Hanım da Şeriatçı
Kız kardeşi Makbule Atadan Hanım da Şeriatçı
Eşi Latife ATATÜRK Hanım da ŞERİAT’çıdır.
Çünkü dördü de Müslümandır.
Her Müslüman Şeriatçıdır.
Dörtdörtlük Müslüman ve Şeriatçı bir aile Atatürk Ailesi
*
ŞERİAT kısaca İSLAM demektir.
İSLAM ise, ADALET demektir.
Şeriat, İslam dininin emirleri ve yasakları demektir.
Şeriat, helaller ve haramlar demektir
Şeriat, Müslüman’ın uyacağı ve uymayacağı kurallar bütünü demektir.
*
Türkiye’de hala azgın azınlık bir kesim, kadınların örtünmesi üzerinden Şeriat (İslam-Adalet-Hukuk) kavramına saldırıyor.
Örtünen kadının;
Şeriatçı olduğunu,
Yobaz olduğunu,
Örümcek kafalı olduğunu, … vs tekrarlayıp duruyorlar.
Özellikle çarşaf giyenleri birer öcü gibi gösterip, aşağılıyorlar.
Bunu da Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün arkasına sığınarak yapıyorlar.
*
Örtünme gericilik ve yobazlık ise;
Atatürk’ün kız kardeşi Makbule Hanım örtündüğü için gerici, irtica, örümcek kafalı ve yobaz mı oluyor?
Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım örtündüğü için gerici, irtica, örümcek kafalı ve yobaz mı oluyor?
Atatürk’ün eşi Latife Hanım örtündüğü için gerici, irtica, örümcek kafalı ve yobaz mı oluyor?
*
Ya da;
Atatürk fes taktığı için, annesinin, kız kardeşinin örtünmesine karışmadığı için, ŞERİATÇI ATATÜRK mü oluyor?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, eşinin çarşaf giymesine karşı çıkmadığı için Şeriatçı mı oluyor?
*
Evet!
Gazi Mustafa Kemal Atatürk Şeriatçıdır.
Atatürk, Kuran-ı Kerim’in Türkçe mealini bastırdığı için Şeriatçıdır.
Atatürk, Kadınların çarşaf giymesini yasaklamadığı için Şeriatçıdır.
Atatürk İslam dinine saygı duyduğu için Şeriatçıdır.
Atatürk de bir insandı ve o da hepimiz gibi günahkar bir Müslümandı.
*
Şeriatçı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün İSLAM DİNİ ile ilgili sözleri
MUSTAFA KEMAL PAŞA-Efendiler, meselenin bir daha tekerrür etmemesi ricasıyla bir iki noktayı arz etmek isterim: Burada maksud olan ve Meclis-i âlinizi teşkil eden zevat yalnız Türk değildir, yalnız Çerkes değildir, yalnız Kürd değildir, yalnız Laz değildir. Fakat hepsinden mürekkep anasır-ı İslâmiyyedir, samimi bir mecmuadır. Binaenaleyh bu heyet-i âliyenin temsil ettiği; hukukunu, hayatını, şerefini kurtarmak için azmettiği emeller, yalnız bir unsur-ı İslâm’a münhasır değildir. Anasır-ı İslâmiyyeden mürekkep bir kitleye aittir. Bunun böyle olduğunu hepimiz biliriz. Hep kabul ettiğimiz esaslardan birisi ve belki birincisi olan hudut meselesi tayin ve tespit edilirken, hudud-u millîmiz İskenderun'un Cenubundan geçer, Şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder. İşte hudud-ı millîmiz budur dedik! Hâlbuki Kerkük şimalinde Türk olduğu gibi Kürd de vardır. Biz onları tefrik etmedik. Binaenaleyh muhafaza ve müdafaası ile iştigal ettiğimiz millet bittabi bu unsurdan ibaret değildir. Muhtelif anasır-ı İslâmiyyeden mürekkeptir. Bu mecmuayı teşkil eden her bir “unsur-ı İslâm” bizim kardeşimiz ve menafii tamamıyla müşterek olan vatandaşımızdır. Ve yine kabul ettiğimiz esasatın ilk satırlarında bu muhtelif anasır-ı İslâmiyye ki: vatandaştırlar, yekdiğerine karşı hürmet-i mütekabile ile riayetkârdırlar ve yekdiğerinin her türlü hukukuna; ırkî, ictimaî, coğrafî hukukuna daima riayetkâr olduğunu tekrar te’yid ettik ve cümlemiz bugün samimiyetle kabul ettik. Binaenaleyh menafiimiz müşterektir. Tahsiline azmettiğimiz vahdet, yalnız Türk değil, yalnız Çerkes değil hepsinden memzuc bir unsur-ı İslâmdır. Bunun böyle telâkkisini ve sui-tefehhümata meydan verilmemesini rica ediyorum. (Alkışlar) demiş, işte bu konuşmanın ardından Reis: “Bu mesele hakkında müzakere kapanmıştır” diyerek tartışmaya son noktayı koymuştu. (T.B.M.M. ZABIT CERİDESİ Devre I, Cild I, İçtima Senesi I, Sekizinci İçtima, 01. 05. 1336(1920), s. 164, 165, 166, Ankara, 3.Baskı, 1959.)
**
Din gerekli bir kurumdur. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır., 1930 (Kılıç Ali, Atatürk’ün Hususiyetleri, 1955 s. 116)
**
Din vardır ve gereklidir., (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13. 7. 1949)
**
Din, bir vicdan sorunudur. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir, özgürdür. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz., (Asaf İlbay, Tan gazetesi, 13.7.1949)
**
Ey arkadaşlar! Tanrı birdir, büyüktür; tanrısal inanışların belirtisine bakarak diyebiliriz ki: İnsanlar iki sınıfta, iki dönemde incelenebilir, İlk dönem, insanlığın çocukluk ve gençlik dönemidir. İkinci dönem, insanlığın erginlik ve olgunluk dönemidir.İnsanlık birinci dönemde tıpkı bir çocuk gibi, tıpkı bir genç gibi yakından ve maddî vasıtalarla kendisiyle meşgul olunmayı gerektirir. Allah, kullarının gereken olgunlaşma noktasına erişinceye kadar içlerinden vasıtalarla dahi kullarıyla meşgul olmayı tanrılık özelliğinin gereklerinden saymıştır. Onlara Hazreti Âdem Aleyhisselâm’dan itibaren bilinen ve bilinmeyen sayısız denecek kadar çok nebiler, peygamberler ve elçiler göndermiştir. Fakat Peygamberimiz aracılığıyla en son dini, uygar gerçekleri verdikten sonra artık insanlıkla aracı ile temasta bulunmaya gerek görmemiştir. İnsanlığın kavrayış, aydınlanış ve olgunlaşma derecesi,her kulun doğrudan doğruya, tanrısal ilhamlarla temas yeteneğine eriştiğini kabul buyurmuştur ve bu sebepledir ki,
Cenab-ı Peygamber, peygamberlerin sonuncusu olmuştur ve kitabı, en eksiksiz kitaptır., 1922 (Nutuk III, s. 1241)
**
Muhammed Mustafa, peygamber olmadan evvel kavminin sevgisine, saygısına, güvenine erişti. Ondan sonra ancak kırk yaşında nübüvvet* ve kırk üç yaşında risâlet** geldi. Fahrıâlem Efendimiz, sonsuz tehlikeler içinde, tükenmez sıkıntılar ve zorluklar karşısında yirmi sene çalıştı ve İslâm
dinini kurmağa ait peygamberlik görevini yapmayı başardıktan sonra gökyüzünün ve cennetin en yüksek katına erişti., 1922 (Atatürk’ün S.D.l, s. 262-263)
**
1923 yılında Balıkesir Zağnos Paşa Camii’nde minberden söylemiştir:
“Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Cenab-ı Hak tarafından insanlara dinî gerçekleri bildirmeye memur ve elçi olmuştur. Ana yasası, hepimizce bilinir ki, şanı büyük olan yüce Kur’an’daki naslardır*. İnsanlara gelişme ve aydınlanma ışığı vermiş olan dinimiz, son dindir, en eksiksiz dindir; çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla, mantığa ve gerçeğe uymasaydı, bununla diğer ilâhî doğa yasaları arasında karşıtlık olması gerekirdi; çünkü bütün evren yasalarını yapan Cenab-ı Haktır.”, 1923 (Atatürk’ün S.D.11, s. 94)
**
Hz. Muhammed’i, yüksek kişiliğine yaraşır şekilde belirteme-yen bir eser hakkında söylemiştir:
“Muhammed’i bana, cezbeye tutulmuş sönük bir derviş gibi tanıttırmak gayretine kapılan bu gibi cahil adamlar, onun yüksek kişiliğini ve başarılarını asla kavrayamamışlardır. Anlamaktan da çok uzak görünüyorlar. Cezbeye tutulmuş bir derviş, Uhud Savaşı’nda en büyük bir komutanın yapabileceği bir plânı nasıl düşünür ve uygulayabilir? Tarih, gerçekleri değiştiren bir sanat değil, belirten bir bilim olmalıdır. Bu küçük savaşta bile askerî dehası kadar siyasal görüşüyle de yükselen bir insanı, cezbeli bir derviş gibi anlatmağa yeltenen cahil serseriler, bizim tarih çalışmamıza katılamazlar. Muhammed, bu savaş sonunda çevresindekilerin direnmelerini yenerek ve kendisinin yaralı olmasına bakmayarak, galip düşmanı izlemeye kalkışmamış olsaydı, bugün yeryüzünde Müslümanlık diye bir varlık görülemezdi.”, 1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt : 9, Sayı: 100, 1945, s. 3)
**
O, Allah’ın birinci ve en büyük kuludur. Onun izinde bugün milyonlarca insan yürüyor. Benim, senin adın silinir, fakat sonsuza kadar O, ölümsüzdür., 1926 (Ali Rıza Ünal, Atatürk Hakkındaki Anılarım, Türkiye Harb Malûlü Gaziler Dergisi, Sayı: 158, 1969, s.23)
**
Büyük bir devrim yaratan Muhammed’e karşı beslenilen sevgi, ancak onun ortaya koyduğu fikirleri, esasları korumakla belirmesi gerekti. Peygamber ölür ölmez düşünülecek şey, onu bir an evvel toprağa vermek değil, yaratmış olduğu devrimi güven altına almaktı. Bu da, yerine evvelâ devrimi kavramış en yakın bir arkadaşını geçirerek baş gösterecek tehlikeleri önlemekle olurdu. Devrimi kavramış ve ona bütün varlığıyla bağlanmış böyle bir halef seçtikten sonradır ki onun gömülmesi düşünülebilirdi. O zaman, beş on akraba ile değil, bütün kendisine bağlananların katılımıyla ve şanına lâyık bir törenle fâni cesedi ebedî istirahat yerine bırakılırdı… Ne Ali, ne de diğer Hâşimoğulları bunu düşünemediler. Bu gerçeği o zaman ancak üç büyük insan kavramıştır: Ebubekir, Ömer ve Ebu Ubeyde. Tarih olaylarının gelişimi, Müslümanlığın bu üç büyük insanın girişim ve gayretleriyle kurtulmuş olduğunu meydana koymuştur. Devrimin bu üç siması, yaratıcısı kadar büyük insanlardır., 1930 (Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi, Cilt:9, Sayı: 100, 1945, s.4)
**
Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Ve ancak bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gereklidir. Bizim dinimiz bunlara tamamen uygundur. Müslümanların toplumsal yaşamında, hiç kimsenin özel bir sınıf halinde varlığını korumaya hakkı yoktur. Kendilerinde böyle bir hak görenler, dinî emirlere uygun harekette bulunmuş olmazlar. Bizde ruhbanlık yoktur, hepimiz eşitiz ve dinimizin kurallarını eşit olarak öğrenmek zorundayız. Her birey dinini, din duygusunu, imanını öğrenmek için bir yere muhtaçtır; orası da Okuldur., 1923 (Atatürk’ün S.D. 11, s. 90)
**
Müslümanlık, aslında en geniş anlamıyla hoşgörülü ve çağdaş bir dindir., (Atatürk’ten BM., s. 70)
**
Allah kendisine uymaya mecbur tuttuğu insanların esasen kalp ve vicdanındaki gerçek gereksinimleri tamamen bilir. Bu nedenle gönderdiği kitap, tamamen o gereksinime uygun hükümler içeren bir kitaptır., 1921 (Atatürk’ün S.D.l, s.203)
**
Kendisine, 1923 yılında armağan olarak küçük boyda bir Kur’an gönderilmesi üzerine teşekkürü:
“Bence değerini takdire imkân olmayan bu hediyeyi, en derin ve hürmetkar din duygularımla saklayacağım.”, 1923 (Atatürk’ün T.T.B.IV, s. 480-481)
**
Büyük dinimiz, çalışmayanın insanlıkla ilgisi olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kâfir olmak sanıyorlar. Asıl küfür, onların bu zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kâfirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Her sarıklıyı hoca sanmayın, hoca olmak sarıkla değil, beyinledir., 1923 (Atatürk’ün S.D.II, s. 128)
**
Allah’ın emri çok çalışmaktır. İtiraf ederim ki, düşmanlarımız çok çalışıyor. Biz de onlardan daha fazla çalışmak zorundayız. Çalışmak demek, boşuna yorulmak, terlemek değildir. Zamanın gereklerine göre bilim ve teknik ve her türlü uygarlık buluşlarından en üst derecede yararlanmak zorunludur. Hepimiz itirafa mecburuz ki, bu husustaki hatalarımız çok büyüktür., 1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 92)
**
Bizim dinimiz, milletimize değersiz, miskin ve aşağı olmayı öğütlemez. Aksine Allah da, Peygamber de insanların ve milletlerin değer ve şerefini korumalarını emrediyor., 1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 92)
**
Özellikle bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin bu dine uygun olup olmadığını kolayca takdir edebilirsiniz. Hangi şey ki akla, mantığa, halkın yararına uygundur; biliniz ki o, bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, milletin yararına, İslâmın yararına uygunsa kimseye sormayın; o şey dinîdir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uyduğu bir din olmasaydı mükemmel olmazdı, son din olmazdı., 1923 (Atatürk’ün S.D.ll, s. 127)
**
Camilerin mukaddes minberleri halkın ruhî, ahlâkî gıdalarına en yüksek, en verimli kaynaklardır. Minberlerden halkın anlayabileceği dille ruh ve beyne seslenilmekle Müslümanların vücudu canlanır, beyni temizlenir, imanı kuvvetlenir, kalbi cesaret bulur. Fakat buna karşılık hutbe okuyanların taşımaları gereken bilimsel özellikler, özel yeterlilik ve dünya durumunu anlayıp bilme, önemlidir., 1922 (Atatürk’ün S.D.I, s. 225)
**
Camiler, birbirimizin yüzüne bakmaksızın yatıp kalkmak için yapılmamıştır. Camiler, Allah’ın emrine uyma ve ibadet ile beraber din ve dünya için neler yapılmak gerektiğini düşünmek, yani danışmak için yapılmıştır., 1923 (Atatürk’ün S.D.I1, s. 94)
**
Ezan ve Kur’an’ı Türklerden başka hiçbir Müslüman milleti bu kadar güzel okuyamaz. Bunlara muhteşem müzik ahengi veren Türk sanatkârlarıdır., 1933 (Abdülkadir İnan, İki Hatıra, Türk Dili Dergisi, TDK, Sayı: 74, 1957, s. 66)
**
Kur’an’ın çevrilmesini emrettim. Bu da ilk defa olarak Türkçeye çevriliyor. Muhammed’in yaşamına ait bir kitabın çevrilmesi için de emir verdim., 1930 (Atatürk’ün SJD. III, s. 85; Ayın Tarihi, N: 73, 1930)
**
Her şeyden evvel şunu, en basit bir dinî gerçek olarak bilelim ki, bizim dinimizde bir özel sınıf yoktur. Ruhbani-yeti reddeden bu din, tek başına sahiplenmeyi kabul etmez. Meselâ din bilginleri; mutlaka aydınlatmak görevi bu bilginlere ait olmadıktan başka dinimiz de bunu kesinlikle meneder. O halde biz diyemeyiz ki, bizde bir özel sınıf vardır; diğerleri dinî bakımdan aydınlatmak hakkından mahrumdur. Böyle düşünürsek suç bizde, bizim bilgisizliğimizdedir. Hoca olmak için yani dinî gerçekleri halka öğretmek için, mutlaka ilmî kıyafet gerekli değildir. Bizim yüce dinimiz, her Müslüman erkek ve kadına araştırmayı farz kılıyor ve her Müslüman, bu dine bağlananları aydınlatmakla görevlidir. Bir fikri daha düzeltmek isterim. Milletimizin içinde gerçek din bilginleri, bilginlerimiz içinde milletimizin gerçekten övünebileceği din bilginlerimiz vardır. Fakat bunlara karşılık, ilmî kıyafet altında bilim gerçeğinden uzak, gereği kadar okuyup öğrenmemiş, bilim yolunda yeteri kadar ilerleyememiş hoca kıyafetli cahiller de vardır. Bunların ikisini birbirine karıştırmamalıyız., 1923 (Atatürk’ün S.D.1I, s. 144)
**
Nasıl ki her hususta yüksek meslek ve uzmanlık sahipleri yetiştirmek gerekli ise, dinimizin felsefî gerçeğini inceleme, araştırma ve telkin bakımından ilmî ve fennî kudrete sahip olacak seçkin ve gerçek din bilginleri de yetiştirecek yüksek kurumlara sahip olmalıyız., 1923 (Atatürk’ün S.D.H, s. 90)
***
CHP Şeriatçı Atatürk’ü yargılardı
Gazi Mustafa Kemal Atatürk bu sözleri söylediği için bugün CHP’yi yönetenlerin çoğu tarafından yargılanırdı.
Zaten CHP yöneticilerinin çoğu Atatürk’ün bu sözlerinden haberdar bile değildir.
*
Atatürk’ün bu sözlerini bugün, Mehmet Boynukalın, Halil Konakçı, Cübbeli Ahmet (Ünlü), … gibi hocalar söylese, bugünkü CHP yöneticileri, Özgür Özel gibiler tarafından Şeriat propagandası yapıyorlar diye yargılanır.
*
En büyük Şeriatçılardan biridir Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
Şeriat propagandasını tarihte en çok yapanların başında geliyor Gazi Mustafa Kemal Atatürk.
***
Türkiye yüzde 41 Atatürkçü, yüzde 51 Erdoğancı, yüzde 91 Müslüman
Yaptığım gözlemlerden şu sonuca varıyorum.
Türkiye’nin;
%91’i Müslüman
%51’i Erdoğancı
%41’i Atatürkçü
%100’ü Türk-Kürt (Tek Millet)
***
Korkak Ekrem ile Cesur Kemal’in liderlik mücadelesi
Tarih cesurların yanındadır.
Ekrem İmamoğlu aday olduğunu açıklamaktan bile korkuyor.
Korkaktan lider çıkmaz.
Ekrem İmamoğlu çok korkak hareket ediyor.
Kemal Kılıçdaroğlu ise son derece cesur hareket ediyor.
Bakalım CHP’deki liderlik mücadelesini Cesur Kemal mi, Korkak Ekrem mi kazanacak?
**
Kemal Kılıçdaroğlu CHP’den Sünnileri tasfiye ediyor
Kemal Kılıçdaroğlu sadece Atatürkçüleri değil, aynı zamanda Sünnileri de tasfiye ediyor.
Kendi yerine de ALEVİ bir Genel Başkan bırakmaya çalışıyor.
CHP’de Alevi-Sünni çatışması var.
Yönetimde Alevi-Sünni,
Delegelerde Alevi-Sünni,
Belediye başkanlıklarında Alevi-Sünni,
Milletvekillerinde Alevi-Sünni,
İl ilçe başkanlıklarında Alevi-Sünni,
Gençlik kollarında Alevi-Sünni,
Kadın kollarında Alevi-Sünni,
CHP’de kıstas artık mezhep aidiyeti,
Aleviler birkaç adım önde gidiyor.
Bu gidişle CHP tamamen Kemal beyin mezhep partisine dönüşecek.
Suriye’de Alevi BAAS (Esed)
Türkiye’de Alevi BAAS (CHP-Kemal Kılıçdaroğlu)
Atatürkçülerin müdahale edeceği gerçek budur.
CHP mezhep partisi olmaya doğru gidiyor.
Karar mekanizmalarında mezhep çoğunluğu var.
PKK (HDP-Yeşil Sol Parti) da öyle.
Karar mekanizmalarında Aleviler çoğunlukta.
PKK da CHP de Alevileşiyor, mezhepleşiyor.
Aleviler, Kürtler, sosyal demokratlar, … ve Atatürkçüler, bu olaya el koymalıdır.
Türkiye’nin geleceğinde PKK ve CHP’ye yer yoktur.
2024 yerel seçimlerinde bütün belediyeler CHP ve PKK’dan tamamen kurtarılmalıdır.
AK Parti ve diğer muhalefet partileri stratejilerini; Türkiye’yi ve belediyeleri PKK ve CHP’den tamamen kurtarmak üzerine kurmalıdır.