Atamız Fatih Sultan Mehmet Han
İki imparatorluk, dört krallık ve on bir prensliğe son veren genç bir hükümdar. 74 imparator tarafından savunulan, dünyanın ilk Hristiyan şehri muhteşem Konstantinopolis’in tartışmasız en kudretli fatihi.
Molla Hüsrev, Molla Gürani ve Akşemseddin gibi hocaların ellerinde yetişen, Arapça, Farsça, Latince ve Yunanca kitaplardan oluşan özel bir kütüphane edinen, ilmi tartışmalara giren, soru soran, üreten, okuyan, araştıran bir entelektüel.
“Bir gece ansızın gelir krallığınızı İmparatorluğuma katarım!’ diyerek Doğu’nun ve Batı’nın imparatoru olma unvanını hak eden dedemiz, atamız Fatih Sultan Mehmed Han.
“Doğu da Batı da Allah’ındır” diyen bir cihan hükümdarı. Sultan-i İklim-i Rum, Kayser ve Basileus.
“İkinci Mehmed, Kirus’tan da Büyük İskender’den de Sezar’dan da büyüktür” diyorlardı. Hatta tek cümle ile söylenecek olursa; o, gelmiş geçmiş bütün hükümdarlardan üstündür.
İşte Batı, bu büyük hükümdarın öldüğünü öğrendiğinde, “La Grande Aquite e morta!” diyerek haykırmıştı. (Büyük kartal öldü) Sonra Batı yakasında çanlar çalınmaya başlandı, top atışları yapıldı, fener alayları düzenlendi.
Çünkü fethin ilk günü, onlar için dünyanın son günüydü. Öyle ki Ayasofya’da okunan o ilk ezan sesi hala kulaklarından gitmiyor.
“Ey dünyanın dört tarafının merkezindeki kent! Ey tüm Hristiyanlığın gururu! Yerin göğün mabediydin sen! Şimdi acının ve sefaletin prensi Yaremya gibi ağlıyorum! Ey güneş artık sonsuz ışığını karart ve sen ey toprak…” diyerek ağıtlar yakılmıştı o gün.
Çünkü o gün Bizans düşmedi. Düşen, Yeni Roma İmparatorluğu’nun ta kendisi idi. Ayasofya’nın büyük kilise oluşu ve Hristiyanlığın en değerli eşyalarının İstanbul’da saklanıyor olması yeni bin yıllık Roma İmparatorluğu’nun orada tesis edileceğine dair alametlerdi.
İşte elden giden buydu. O gün tarihin en büyük şokunu yaşadılar.
Atamız Mehmed Han, o günden itibaren onların hafızasına ikinci Lusifer, tiran, cehennemin çocuğu, yedi kafalı kırmızı ejderha vs. olarak anıldı. Hala öyledir. Bugün bile kim Fatih’in ülküsüne sahip çıkacak olsa ona da Deccal, Yezid derler.
Fetihten sonra büyük bir kin ve nefret beslediler. Papa II. Pius Türklerin dünyanın en aşağılık en rezil-rüsva, cahil ve katil bir millet olduğunu söylüyordu mesela! Hala öyle görürler.
Sonra bu nefret İttihat ve Terakki marifetiyle, modernleşme kisvesi altında bu topraklara aşılandı. Öyle ki bu ülkenin okullarında Yurttaşlık ve Vatandaşlık Bilgisi gibi ders kitaplarında Osmanlı nefreti işlenmeye başlandı.
Ders kitaplarına; “Türkiye eskiden yalnız, kendi menfaatlerini düşünen, halka fenalıktan mazarrattan başka hiçbir faydası dokunmayan padişahların fena idaresi altındaydı” yazıldı.
Daha da ileri gidip; “Eskiden milletimizin başında padişah denilen adamlar vardı. Bunlar milleti düşünmezler, hep kendi zevklerini düşünürler ve halkı bir esir sürüsü sayarlardı” dediler.
Batı, Türklerin geçmişinden, İstanbul’dan, Kudüs’ten, Fatih’ten, Selahaddin Eyyubi’den nasıl nefret ettiyse bize de öyle nefret ettirdi. Hatta geçmişinden ne kadar nefret edersen o kadar iyi vatandaş sayılıyordun.
Oysa dedemiz Fatih, İstanbul merkezli bir cihan imparatorluğu tasavvur ediyordu. Bugün gençlerimize onun sadece gemileri karadan yürütmesini anlatıyor ve bol bol hamaset yapıyoruz. İstanbul’u nasıl fethettiğini değil niçin fethettiğini bir türlü idrak edemedik.
Nurettin Topçu, “Fatih’in ruhunu kaybettik, onu tekrar bulmak zorundayız” derken bunu kastediyordu.
Çünkü İstanbul demek, gözü Ayasofya’mızda, vatan topraklarında olan sömürgeci Batı zihniyetinin karşısında tarih demek, Fatih demek, istiklal demek, istikbal demek, İslam demektir.
Yıllardır söylerim, bugün eğitimin her kademesinde ‘Büyük Türkiye’ ideali işlenmelidir. Çocuklarımız bu vizyon, düşünce ve şuurla yetişmelidir. Çünkü bu aynı zamanda atamız Fatih Sultan Mehmed’in de idealiydi.
Çünkü atamız devletini bir dünya imparatorluğu yapmak istiyordu.
Neden günümüz gençlerinde bu duygu ve şevk oluşmuyor? Eğitim sistemi neden tarihe mesafeli? Çocuklarımız neden İstanbul'u, Halep'i, Bağdat'ı, Kudüs'ü idrak edemiyor? İşte asıl meselemiz bu.