Ataların yolunda!
1403 yılında kadim şehrimiz Semarkant'ta, yani günümüz Özbekistan'ında, kudretli hakan Timur'un kurduğu imparatorlukta doğan; astronomi, fizik, matematik ve felsefe meraklısı bir genç adam, babasının Timur'un torunu olan bir başka dahinin yanında görev almasımdan mütevellit onun tedrisatından geçmesiyle önüne sunulan fırsatları efsanevi bir fayda seviyesine ulaştıracak seviyede değerlendirdi. Netice itibariyle de dünya tarihine adını "Ayın Haritasını Çıkaran Adam" olarak yazdırmayı başardı.
Bu öylesine büyük bir başarıydı ki kendisinden sonra dünyayı
değiştirecek olan bir çok dahinin önündeki yüzlerce engeli kaldırmaya yetti.
Napier'den, Kopernik'e, Kolomb'dan daha nicelerine bir çok
tarihin seyrini değiştiren dehaların çalışmalarına ciddi katkılarda bulundu.
23,5 derecelik dünyanın ekliptiğini bile o günün şartlarında
24 olarak tespit edecek kadar ve İstanbul'un enlem-boylamını tam tamına ortaya
koyacak kadar büyük bir alimdi.
Siyasette de kilit noktadaydı. Dönemin süper gücü Osmanlı ile
çatışan Akkoyunlulara Uzun Hasan'ın ısrarı üzerine bir süre elçilik etti. Fakat
bu vesile ile münasebetinin geliştiği Büyük Hakan Mehmed Han'ı tanıyınca ve
Sultan kendisine davet yollayınca 70'lerine doğru İstanbul'a geldi.
Devrinin zirvesi, büyük mühendis Ebu'l Feth Mehmed Han'ın
tasarladığı ve
bünyesinde Kur'an, hadis, kelâm, fıkıh, tefsir gibi İslam
ilimlerle beraber kelam ilmi üzerinden Rabbimizin sünnetullahını ortaya koyan
fizik, kimya, matematik, astronomi gibi doğa bilimleri
üzerine çalışmalar yapacak Sahn-ı Seman Medresesi'nin kuruluşunda ders
programlarının oluşturulmasına kadar etkili olacak şekilde kurmay müderris
olarak yer aldı...
Yukarıda anlatılan bu fırtınalı hayatın sahibi Türk-İslam
dünyasının büyük hocası Ali Kuşçu'dur. Tarihin gördüğü en büyük dehalardan olan
yüz akımız Ali Kuşçu'ya Fatih öyle hürmet etti ki derslerine öğrenci olarak
katılmak suretiyle ona, medresesine ve ilme verdiği önemi onun şahsında
bayraktarlaştırdı.
Sahipkıran'ın zihnindeki İslami ilimlerin ve doğa bilimlerinin
bir arada okutulacağı bu medrese Osmanlı'ya dünyanın tüm kalelerinin kapısını
açacak bir anahtar olacaktı.
Ne yazıkki elli sene sonra işler değişti. Mısır ve Hicaz' ın
fethi sonrası İstanbul'a getirilen alimlerin bu medresede görev almaları ve
Sultan Süleyman'ın kendi Süleymaniye Medresesi'ni kurması sonrası doğa
bilimlerini Sahn-ı Seman'dan ayırıp medreseye taşıması sonrası bütünlük
bozuldu.
Medreselerin çoğu 17.yüzyıl itibariyle önce askere gitmek
istemeyenlerin sonra bir çok tarihi vaka ile gördüğümüz üzere başıbozukların
mekanı, eşkiyalık edenlerin yuvası oldu.
Elbette hepsi değil ama netice itibariyle 17.yüzyıl sonu
itibariyle eğitim sistemi çöktü. Kaliteli insan kaynağı ancak I. Mahmud
döneminde açılan okullarla yetiştirilebildi. Tabi ki bu iki yüzyıllık boşlukta
Osmanlı teknolojik, ekonomik ve sosyal anlamda çok geri kaldı. Sonucunda da
20.yüzyılın başında o iki asırı bilimle dolduranların Anadolu dahil olmak üzere
coğrafyamızı parça parça işgaline maruz kaldı.
İnsan gerçekten hayret ediyor. Böylesine büyük bir
imparatorluk nasıl olur da insan kaynağı konusunda böylesine büyük hatalar
yapar? Nasıl olurda, 19.yüzyılın insan kaynağı tablosuna bakıldığında görüldüğü
üzere müterciminden, maliyecisine, diplomatından bankacısına, tüccarından
doktoruna, öğretmeninden generaline, her şeyine ama her şeyine kadar
gayrimüslim bir insan kaynağına esir kalır?...
Anlamak çok zor elbette ama ders çıkarmak çok basit... İnsan
kaynağına önem vermeyen ve bilimini ilerletmeyen nihayetinde illa esir oluyor
işte. Tarih bu tip çöküşlerle dolu bir mezarlık adeta. Hele bir de tüm ümmetin
lideri olan bir ülke bu hatayı yaparsa tüm alem esir oluyor.
İşte bu perspektifte İngilizlerin Mısır'ı işgalinden buyana
İslam coğrafyasında huzur kalmamasını insan kaynağı ve bilim meselesine bağlamaktan
başka doğru tespit yoktur. Tedavisi de tüm devletler ve ümmetler için aynıdır,
nettir: Eğitim!
Ali Kuşçular, İbn-i Haldunlar, Biruniler, Farabiler, Raziler,
Ferganiler, İbni Sinalar, Gazaliler, Harezmiler ve daha nice dünyayı değiştiren
ilim ve bilim adamları, İslam coğrafyasındaki insan kaynağının iyi eğitim
aldığında neler yapabileceğinin tartışmasız en büyük kanıtları olarak
karşımızda.
Dün doğan evladıma ilmin kapısı olan Hz. Ali Efendimiz'in
(kv) ismini ve ikinci olarak da ömrü boyu ilim yolcusu olması için Tarık ismini
verdik.
Hz. İbrahim(as) duası ve Peygamber Efendimiz'in (sav)
şefaatiyle, Rabbimiz, Ali Tarık ile beraber coğrafyamızın tüm yavru
Muhammedlerine, Alilerine, Alparslanlarına, İbrahimlerine, Yavuzlarına,
Fatihlerine, Yiğitlerine, Emrelerine, Doğanlarına, Aykutlarına, Faruklarına,
Ömerlerine, Ahmetlerine, Oğuzlarına, Metelerine, Ardalarına, Muratlarına,
Ardenlerine, hepsine ama hepsine hayırlı evlatlar olmayı, ilimle, saygıyla ve
sevgiyle yaşamayı ama aynı zamanda yaşatmayı, insanlığa faydalı, örnek ve önder
olmayı, cesur, cömert, mert ve iradeli Müslümanlar olmayı, her aldıkları
kararda, her başladıkları ve her başardıkaları işlerde bu coğrafyanın
toprakları altında yaşayan zirve insanlar olan atalarının amel defterlerine de
yol açtıkları için hayır yazdırmayı nasip eylesin...
Silkinip üzerimizdeki gafleti atmayı, mübarek atalarımızın
yoluna girmeyi ve o yoldan son nefese kadar ayrılmadan ilimle ve cesaretle
hizmet etmeyi, mücadele etmeyi nasip eylesin...