Dolar (USD)
34.76
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2949.00
BIST 100
9883.06
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
15 Aralık 2020

Aslında Dünya Bizimle Güzel

Kadim Türk sanat anlayışında mekân-insan planlaması yapılırken, her türlü “şey” düşünülmekle beraber, asıl bir tek “şey” düşünülmüştür: “İnsan”. Bu ne manaya gelmektedir, gelin birlikte bakalım.

Şehir planlamasında İslam beldelerinin hemen hemen tamamında aynı/benzeri bir görünüm vardır. Merkezde insan/kul ile Allah’a giden mekân ilintisi/bağlantısı hep gözetilmiştir. Bir ibadet mekânı olmasının yanısıra asıl ve etkin işlevi/görevi inananları bir arada tutma/toparlama görevi mescid/camilere verilmiştir.

En büyük bir araya getirici ibadet mekânı olan “Kâbe” bile aslında müslümanlara bu büyük birliği oluşturma hedefini her zaman sembolik duruşuyla göstermiştir. İslam’ın kardeşlik ruhu burada cisim haline bürünmüştür. Hac ibadetinin de zaten en büyük gayesi budur: “Büyük birlik”.

İslam medeniyetindeki “dünya fani, ahiret bâki” anlayışının dünyadaki yansımasında sivil konutların daha mütevazı inşa edilmesine rağmen, dini ve kamuyu/devleti ilgilendiren mimari yapılarda tasarım ve inşa faaliyetine çok daha fazla dikkat edilmiştir.

İnsanın/kulun topraktan kopmaması, onun “Yaratıcı”yla ve yine kendi “huzur”u için elzem olan bir gereklilik halidir. İslam, insanın önce bedenini ve mekânını temizler ve sonrasında asıl temizlenen, temizlenmek/arındırılmak istenen ruhtur zaten. Ruhun temizlenmesi/arınması Allah’a ulaşmada en etkin ve kalıcı bir yoldur ve bunun yolu da bedenden geçer. Tıpkı “inneme’l mü’minûne ıhvetün” ayet-i kerimesindeki ıhve/kardeşlik kelimesine giden yolun maddiyattan geçmesi gibi. Mü’min bir kardeşi için elini cebine atmayan/atamayan sözde mü’min (!) bunun ne demek olduğunu anlamaktan berî/uzaktır.

Allah’ın yeryüzünde halife kıldığı insanoğlunun fıtratında/yaratılışında var olan, kendisi dışındaki ve zaten kendisine hizmet için yaratılmış tüm mahlûkatla olan tabii bağlantısı, insanın içindeki bu tabii dengesi/muvazenesi için şarttır.

İslam medeniyeti tüm bu ayrıntıları hesap ederek şehirlerini inşâ ve imar etmiş ve “yalan dünya”da da olsa, insanına az çok huzuru verebilmeyi/yaşatabilmeyi gaye edinmiştir. İşte yatay düzen dediğimiz konut mimarisinin en belirgin gayesi budur: “İnsan inşâ etmek”.

Günümüzün postmodern tuhaf dünyasında tüm bu felsefi arkaplanlardan uzaklaşılarak, insanları çok katlı yüksek binalarda hapseden düzen, zaten ölmek için bu fani dünyada var olan insanı ruhen de öldürerek, ne idüğü belirsiz yığınlar haline getirmeyi planlamıştır. İblis’in (aleyhi’lla’ne) peşinde giden ve yeryüzünü ifsada uğratmak için ellerinden gelenin de üstünde şeytani planlar yapan Siyonist-Kapitalist üst akıl (malum aileler ve bunların avaneleri) şahsi ikballeri için tüm insanlığa dünyayı zindan etme çabalarına profesyonelce devam etmektedirler.

Mekânın şerefli, onurlu olması orada bulunan/yaşayan insanın şerefli, onurlu olmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Bu dünya, içinde “müslüman” varsa şereflidir, saygın bir yerdir. İslam medeniyeti müslümanların ve dünyanın mazlum tüm toplumları için tek felah/kurtuluş çaresidir. Mesele/sorun şudur sadece: İslam medeniyetinin bu “inşâ” felsefesini kim/kimler yeniden yorumlayacak ve güncelleyerek faal/aktif hale getirecek. Bir önemli sorun ise şudur: Bedenleri ve ruhları mevcut şeytani dünya düzeninin kirliliği içinde ifsâd edilmiş günümüzün insanları müslümanlara nasıl güvenecek? Bir müslüman diğer bir müslümana bile güvenmiyorken! Müşrikler müşrik oldukları halde bile, Peygamberimiz Efendimiz (sav)’e “el-Emin” derlerdi. O (sav) “emin” ise, biz neden “emin” değiliz! İşte asıl sorun/mes’ele bu, belki de!..