‘Aşkım, sen lanetin tekisin’
Avrupa’da bir dönem kibarlık genel bir karakter halini almıştı. Bu açıdan gündelik hayatın kibarlaşmasından bahsedilir. Bugün de Avrupa medeniyetinin gündelik yansımalarından bahsedeceksek, o günlerden bu güne bakıyelerin kaldığını görebiliriz. Öte yandan bunun tam içselleştirilemediği yerlerde vurgerleştirici bir boyut da işler. Bilhassa şehirlere göçün sürekli olduğu yerlerde, “periferi” sürekli yeni misafirleri ağırlar ve bunların adaptasyonu da çok uzun yıllar alır.
Özellikle gelenek, din ve modern kültür arasında sıkışarak zihn-i müşevveş durumlar yaşayan, “gelişmekte olan” diye tabir edilen Batı dışı ülkelerin yaşadığı gelgitler hemen görülebilir. Söz gelimi; Avrupa’nın birçok ülkesinde insanlar selamlaşırlar, karşılaştıklarında selam ve iyi dilekte bulunurlar; ama dikkat ederseniz bizde özellikle metropollerde selamlaşma son derece zayıftır. Bunun da böyle bir sıkışmadan kaynaklandığını düşünmekteyim.
Son dönemlerde daha baskın bir şekilde gözlemlediğim kalıp ve moda ifadelerle konuşmanın dışında, farklı perspektif ve bakış açıları arasında sıkışmanın başka bir takım tezahürlerini daha izlemekteyim ki, başlıktaki ifade bunun yansımalarından birisini oluşturmaktadır. Başlıktaki ifadeye benzer başka sözler de söylenmektedir.
Peki bu ifadede problem nedir? İlkin, “Aşkım!” kelimesinin kullanılma sıklığının arttığını söyleyebilirim. Eşler, birbirini sevenler ya da çocuklarına ebeveynler bunu söylüyorlar. Buradan anladığımız şey, bu sevgi ifadesinin kullanılmasındaki sıklıktır. Bunların ne kadar içsel dünyada karşılıklarının olduğu ayrıca tartışılması gereken bir meseledir. İkincisi, “aşkım” ve “lanet birisin” şeklinde iki ayrı ifadenin nasıl olup da aynı cümle içerisinde bir araya gelebildiğidir? Buna benzer cümlelerin de sık kullanıldığını gözlemlemekteyim.
Böyle bir sözün zihinsel arkaplanlarını çözmeye çalıştığımızda şunların karşımıza çıktığını görmekteyiz. Birincisi, benim açımdan “aşkım” ve “lanet” ifadeleri arasında varolan mesafedir. Kişinin bu mesafeler arasında nasıl gidip gelebildiği ciddi bir sorundur. İkincisi, de bu iki ifadeyi aynı cümlede kullanacak derecede manevra düzeyinin yüksekliğidir. Üçüncüsü de, insanla kurulan ilişkide kendinden emin olamama halidir.
Bu ifadeyi sadece istisnai bir kullanım olarak değil, bilhassa buna benzer kişinin durduğu yeri, insana yaklaşımlardaki konumsuzluğu ve merkezsizliği faş etmesi açısından toplumsal bir sorun olarak görmek gerekir. Şimdi bunları biraz daha açmaya çalışalım. İlkin, henüz kibarlık ve nezaket toplumsal düzeyi bırakın, aile içinde bile çok problemli durumdadır. Bunu zaten gündelik hayatın birçok alanında gözlemleyebilirsiniz. İkincisi, iki kültür arasında sıkışmışlık, bir yandan gündelik hayatta nezaket ile içsel duygu ve varolan negatiflikleri kontrol edememe arasındaki gerilimde tezahür etmektedir.
Üçüncüsü, “aşkım” gibi rasyonel sevginin de ötesine geçmiş ifade ile “lanet” gibi sövgüye giden ifadenin aynı cümlede kullanılması, bir yandan kişinin kendi konumundaki emin olamama halini diğer yandan karşıdaki muhatabı kendisi açısından nasıl konumlandırdığına dair belirsizliği bize göstermektedir. Dördüncüsü ise, konuyu bir de postmodernitenin niteliklerine bağlayacağım. Zira üçüncü nitelik aynı zamanda bir merkezsizliği de işaretlemektedir. Çünkü merkezsizlik, hem insanı ortodoksisi olmayan, her şeyin mümkün olduğu bir savrulmanın içine atıyor, hem de bu ifadede de görüldüğü üzere katarsisin ve irrasyonelliğin doruklarında tutarsızlığa itiyor.
Eskiler karşıdaki muhatapta bir yanlış gördüklerinde, durumu uygun dille anlattıktan sonra “Allah hepimizi ıslah etsin” derlerdi.