Dolar (USD)
32.57
Euro (EUR)
34.93
Gram Altın
2446.93
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

10 Haziran 2012

Aşk dünyamız yetim kaldı

Bizim milletimiz için edebiyat, bilhassa da şiir, birçok millette göre daha önemli ve anlamlıdır. Bizim milletimiz Doğululuğunun üzerine haya ve dünyevi olana bağlılığı ifşada çekinmeyi, utanmayı inşa ettiği için çoğu zaman duygularından çekinmiş, insani olan hislerini ifade etmek için de başka bir mekanizma aramıştır. Onun için hepimiz, elimiz kalem tutmaya, gönlümüz aşka esir olmaya başlar başlamaz şiirle tanışmışızdır. Onun için şairler, hayatımızda her zaman çok önemli bir yerde olmuştur. Onun için aşk şiirleri yani; hep okuduğumuz, yastığımızın altına sakladığımız, dilimizden döktürdüğümüz aslında beynimizden geçirdiğimiz şeyler anlamına gelmiştir.

İşte Abdurrahim Karakoç'un her bir cenahtaki insan için aynı ölçüde anlamlı olması da bu yüzdendir. Halimizden anlayan, kalbimize tercüman olan, bizi düşünce ve duygu arasındaki gitgelli handikaptan kurtaran biri olması sebebiyledir.

Onu sadece şiir dünyamızla bütünleştirmek, iyi bir şair olarak tanımlamak haksızlık olmaz mı? En büyük şairlerimizden biri olduğu da en güzel şiirleri yazdığı da doğrudur, lakin onu sadece bu şekilde tanımlamak hakkını inkar etmekle aynı gibidir. Köye, toprağa, vatana ilişkin her şeyi, her bir şeyi yaşatırcasına yazma maharetine rağmen o sadece bir şair değildir. Eğer onu tek bir sıfatla betimlemek zorunluluğumuz olsaydı kullanacağımız ilk şey, "Aşkı anlatan adam!" belki de daha doğrusu, "Aşkımızı anlatan adam" olmaz mıydı?

Hangimiz onun mısralarında kendi aşkımızı bulmadık ki. Ya da hangimiz aşkın en yalın ve sade haline onun yazdıklarında tesadüf etmedik. Veya hangimiz konuşmaktan çekindiğimiz, anlatmaya utandığımız aşkımızla hemhal olmak için onun sözcüklerini kullanmadık. Mihriban'ı okurken, dinlerken ötelere çok ötelere savrulmadıku2026

Sadece şair değildi o. Aynı zamanda inanç ve fikir insanı, ideal müntesibiydi de. Yaşamın boşluğu, insanın kofluğu karşısında manevi bir zırhı kuşanmamız gerektiğini de her daim hatırlatırdı. Kalemi, inandıklarını hiç yüksünmeden, hiç korkmadan döktürürdü. Ne tepkilerden ne de insanların kınamasından korkardı. Zaten arkasına bir fikri, sonsuz bir gayeyi yüklenmeyen hangi şey te'sirli olurdu kiu2026

Ölümün korkunç olmadığı düşüncesini Necip Fazıl'la başlayan "Ölüm güzel şey, perde ardından haber, Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber" silsileyi "Ayrılıktan zor belleme ölümü, Görmeyince sezilmiyor Mihriban" diyerek devam ettiren kişidir o.

Evet, onlar bize ölümün kötü veya ayrılıktan zor olmadığını anlattılar ama acı veren, kalplerimizde burukluk oluşturan bir ayrılık olduğunu da inkar etmediler. Her şeye rağmen ölüm bir yalnız bırakmanın, bir göçün, bir bırakıp gitmenin adı olduğundan; boyun bükmenin, yürek yangınının, bir başına kalmanın adı da değil midir? Hele bir de bırakıp gidenler aşk dünyamızın sahipleriyse yetim kalan, içi acıyan, kimsesiz bırakılan bu duygu dünyamız değil midir? Ne diyelim, Rabbim mekanını cennet yoldaşını Mihriban kılsın, bizim de başımız sağ olsun, zira artık hepimizin aşk dünyası yetimdir ve söz burada yine Mihriban'a düşmektediru2026

Sarı saçlarını deli gönlüme

Bağlamışlar çözülmüyor Mihriban

Ayrılıktan zor bellem ölümü

Görmeyince sezilmiyor Mihriban

Yar deyince kalem elden düşüyor

Gözlerim görmüyor aklım şaşıyor

Lambada titreyen alev üşüyor

Aşk kağıda yazılmıyor Mihriban