Asırlara meydan okuyan su kemeri
Yeraltı
sarnıçlarının içinde bir sarnıç var ki farklı özelliğiyle diğerlerinden
ayrılıyor. Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a hayat veren ve günümüze kadar
ulaşabilen Yerebatan, Binbirdirek, Şerefiye, Gülhane Parkı, Aetios Sarnıcı
(Karagümrük Stadı), Aspar Sarnıcı (Yavuz Sultan Selim), Hagios Mokios Sarnıcı
(Altımermer Çukurbostanı), Fildamı Sarnıcı (Osmaniye Veliefendi) gibi
sarnıçlardan farklı olan bu sarnıç yer seviyesinin altına değil, üstüne inşa
edilen Zeyrek Sarnıcı’dır
(Pantokrator-Fil Damı).
Tarihî
Zeyrek semtindeki Mehmed Emîn Tokâdi Hazretleri’nin kabrinden 15-20 adım yürüdüğünüzde,
kendinizi 16. yüzyıl Osmanlı dönemi eseri Piri Mehmed Paşa Camii ile birlikte İstanbul’da
benzeri olmayan tam bin yıllık bir yapının üzerinden bakınca kendinizi Galata,
tarihî Yarımada ve Üsküdar’ı seyre dalmaktan alamazsınız.
Daha
önce bahsettiğimiz sarnıçlar yer seviyesinin altında inşa edilmişken, “serçeden başka kuş, Zeyrek’ten başka yokuş
tanımam” deyimiyle özdeşleşen bölgedeki Zeyrek Sarnıcı (Pantokrator-Fil Damı) âdeta bir teras konumunda bulunuyor.
Bizans
döneminin önemli yapılarından biri olan Zeyrek Sarnıcı, Atatürk Bulvarı’ndan
Haliç’e doğru ilerlerken yer seviyesinden yüksekliği nedeniyle benzeri olmayan,
üç cephesi toprak üstünde ve iç kısmında su toplama galerileri bulunan tek
sarnıç olma özelliğini taşıyor.
Pantokrator
Kilisesi’ne bağlı olarak İmparator II. Ioannes Komnenos tarafından miladî
1118-1143 tarihleri arasında yaptırılmış. Sarnıç, 61 metre uzunluğunda, 25
metre eninde olup, 900 metrekarelik kullanım alanına sahipmiş. 2006 yılında restorasyonuna
başlanan sarnıcın her ne kadar İstanbul
Yer Altı Müzesi olacağı ifade edilse de, ortada buna dair bir emare
gözükmüyor.
***
“Peki bu sarnıçlara sular
hangi kanallarla, nasıl getiriliyordu?..” sorusu geliyor akıllara. Bu sorunun
cevabını da bu bölümde İstanbul’a en büyük su sağlayıcı kemer olan Valens Su
Kemeri (Bozdoğan Su Kemeri)
üzerinden vermeye gayret edelim.
*
Fatih
Camii’nden başladığımız yolculuğumuza, Nevşehirli İbrahim ve Çırçır Caddesi’nden
ilerleyerek İbadethane Sokak’tan Zeyrek’in kalbine doğru ilerliyoruz. Buralar
âdeta açık hava müzesine benziyor. Sanki medeniyetler bıraktıkları izlerle hiç
durmaksızın geçit merasimi yapıyor.
At
Pazarı Meydanı, Zeyrek Evleri, Pantokrator Sarnıcı, Mehmed Emîn Tokâdî Türbesi,
Pîrî Mehmed Paşa Camii, Eski İmaret Camii (Pantepoptes Kilisesi), Zeyrek Kilise
Camii (Pantokrator Kilisesi), Zeyrekhane, Kadınlar Pazarı, Bozdoğan Su Kemeri
(Valens Su Kemeri), Fatih İtfaiyesi, Ümmü Gülsüm Camii Çivizade Mescidi, Kasap
Demirhun Camii, Bıçakçı Alaaddin Camii, Haydar Paşa Medresesi, Divitdar Keklik
Mehmed Efendi Camii, Zembilli Ali Efendi Mektebi ve Türbesi, Çinili Hamam,
Haydarhane Hamamı, Çukur Hamamı, Eski İmaret Camii Sarnıcı, Hacı Hasan Sokağı
Sarnıcı, İbadethane Sokağı Sarnıcı sadece bir çırpıda isimlerini
sayabildiklerimiz...
İstanbul
öyle bir belde ki her zaman saklı bir köşesi, gizemli bir yanı ve kendisine
sakladığı özel sırları var.
*
Asırlara
meydan okuyan Valens Su Kemeri (Bozdoğan
Su Kemeri*), geçilmez bir set gibi karşımızda duruyor. Asırlar önce Büyük
Saray ve çevresine su taşıyan kemer, Bayezid Kulesi’nin bulunduğu İstanbul’un
üçüncü tepesiyle Fatih Camii’nin bulunduğu dördüncü tepesi arasında, Unkapanı’ndan
Yenikapı’ya kadar uzanan derin vadinin üstünde bulunuyor. Kemer’in bir
tarafında Gazanfer Ağa Medresesi, diğer tarafında ise İstanbul İtfaiyesi boy
gösteriyor.
Kemere
yaklaştıkça büryancılar çoğalıyor. Son yıllarda moda olan dışarıya
masa-sandalye atma trendi burada da abartılı bir şekilde kendini hissettiriyor.
Kemere kadar sıralanmış karşılıklı dükkânlardan oluşan pazarda, daha çok Siirt
yöresinden gelmiş ürünler satılıyor. Burada satılan ürünler arasında Pervari’nin
meşhur karakovan balı, Van’ın otlu peyniri, sumak, menengiç, Hatay’ın bittim
sabunu, keledoş yemeği yapılan ak-pancar otu ve heliz otu, kavun-karpuz
çekirdeği, Seylan çayı, küflenmeyen tandır ekmeği, magamis denilen cevizli
sucuk, içli köfte bulguru, nar ekşisi, patlıcan kurusu, kesme, fıstık, muska,
badem gibi çeşitli ürünler bulunuyor.
Valens
Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su Kemeri) ayakta kalabilen bir ucunda İtfaiye ve
Kadınlar Pazarı, diğer ucunda ise Mimar Sinan’ın çıraklık eserim dediği
Şehzadebaşı Camii kadîm yolculuğa devam ediyor.
*
Madem
ki “Su Medeniyeti”nden bahsediyoruz,
Valens Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su
Kemeri)tarihî seyrine dair bilgi
vermez isek eksik olur.
Valens Su Kemeri’nin
(Bozdoğan Su Kemeri) yapımı
Kayser I. Konstantin’in şehre hükmettiği 306 ve 337 yılları arasında
başlatılmış, 378 yılında Kayser Valens (364-378) tarafından 4. yüzyılın
sonlarında tamamlanmış. Adını Roma İmparatoru Valens’ten alan su kemeri, o
zaman Kapitolyum’un bulunduğu üçüncü tepe (bugün İstanbul Üniversitesi’nin
bulunduğu yer) ile Havariyun Kilisesi’nin bulunduğu dördüncü tepe (bugün Fatih
Camii’nin inşa edildiği yer) arasındaki vadide uzanmaktadır.
Valens Su Kemeri (Bozdoğan Su
Kemeri), suyunu Kâğıthane ile Marmara Denizi
arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden
başkente kadar uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş su kemeri ve
kanallar sisteminin (toplam uzunluğu 250 kilometre) en son noktasında yer
almaktadır.
O
dönemler şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan
3 açık (Aetios Sarnıcı, Aspar Sarnıcı,
Hagios Mokios Sarnıcı) ve Yerebatan
Sarnıcı gibi yüzlerce yeraltı sarnıcında depolanmaktaymış.
Fatih
Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Eski Saray’a (Bayezid’da
bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer) ve daha sonra Topkapı
Sarayı’na da su sağlayacak olan rezerv sisteminin tamamı onarılarak
kuzeydoğudan çekilen yeni bir hatla birleştirilmiş.
*
Bozdoğan
Kemeri, şehrin üçüncü ve dördüncü tepeleri olan Fatih ile Bayezid arasındaki
çukur sahada uzanıyor ve dışarıdan gelen suyun Bayezid’deki baş havuza akmasını
sağlıyormuş.
Sultan İkinci Bayezid dönemi (1481-1512) boyunca tamiratına devam edilen su rezerv
sistemine yeni bir hat daha eklenmiş, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde de
(1520-1566) yeniden restore edilerek ve yine aynı dönemde Mimar Sinan tarafından Belgrad
Ormanları’ndan gelen su kemerine bağlatılarak kullanılmaya devam edilmiş.
Bozdoğan Su Kemeri, Sultan İkinci
Mustafa ve Üçüncü Ahmed
döneminde de işlevini yerine getirmeye devam etmiş.
İstanbul’un
en eski eserlerinden biri olan Bozdoğan Kemeri, Geç Roma ve Bizans devirlerinde
şehrin su ihtiyacının karşılanmasına yardım etmiş ve bütün Osmanlı devri
boyunca da Türk su şebekesinin bir parçası olarak bu hizmetini sürdürmüş.
*
Deniz
seviyesinden 61 metre yükseklikte bulunan Bozdoğan
Su Kemeri’nin uzunluğuFatih’ten Şehzade Camii’ne kadar olan
parçası 592,40 metre, Bayezid tarafındaki parçası ise 199,28 metreyi bulmakta
olup, bu parçalar birleştirildiğinde genel uzunluğu 971 metreyi bulmaktadır.Genişliği Fatih tarafı ucunda 3,40
metre ile başlamakta, gözlerin çift kat olduğu yerde 5,65 metreyi bulmakta ve
doğu ucuna yaklaşırken 4,30 metreye inmektedir. Yüksekliği ise maksimum noktada
29 metreyi bulmaktadır.
Bugünkü
hâliyle Bozdoğan Kemeri tam olmayıp her iki ucundan ve doğudaki bölümünün
içinden bazı parçaları eksiktir. Bu kemerden gelen su yakın tarihlere kadar
Süleymaniye Camii’ne ve Bayezid’den itibaren yer altı kanalı ile Ayasofya
taksimine ve oradan da Topkapı Sarayı’na gidiyormuş.
Geçtiğimiz
yıllarda restore edilen yapı, bütün ihtişamıyla İstanbul’un simge eserleri
arasındaki yerini korumaktadır.
*
(Kemerin BOZDOĞAN ismine dair değişik rivayetler vardır. Bunlardan
birincisi; Fetihten sonra şehrin su sıkıntısı içinde olduğunu gören Fatih
Sultan Mehmed’in acele bir su şebekesi ihya ettirdiği ve bu arada Bozdoğan
Kemeri’nin de devreye girdiği anlaşılmaktadır. Fatih vakfiyelerinde sadece
Kemer adı ile belirtilen eserin bugünkü adını ne zaman ve ne münasebetle aldığı
henüz aydınlatılamamıştır. İkinci rivayet ise; büyük bir depremde, muhtemelen
“kıyâmet-i suğrâ” denilen 1509 yılı depreminde yıkıldığı 1607 tarihli bir su
yolu haritasından öğrenilmektedir. Bu haritaya dayanarak kemerin Türk devrinde
aldığı Bozdoğan adının bu yıkılma ile ilgili olduğu ve haritada görülen
Bozulgan Kemer adının zamanla Bozdoğan Kemeri şekline dönüştüğü ileri
sürülmektedir. )
Kaynakça:
Semavi Eyice, Bozdoğan Kemeri, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm
Ansiklopedisi
***
İSTANBUL KIRKÇEŞME’YLE
HAYAT BULDU
Madem ki “Su Medeniyeti”nden dem vuruyoruz,
mimarların pîri Sinan’dan bahsetmeden meseleye vâkıf olunmaz. Bıraktığı
eserlerle ismini mimarî tarihine
yazdıran, dünya durdukça unutulmayacak Koca Sinan’dan bahsederek son nefesinde
terennüm ettiği “dua”sına “âmin” diyelim. Sonrasında ise
ecdadımızdan bizlere “Su Medeniyeti”nin
mirası olarak kalan sebîl ve çeşmelerin
izini sürerek içinde bulundukları hoş ve nâhoş durumu özetlemeye gayret edelim.
Her ne kadar değişen şartlar nedeniyle işlevlerini yitirseler de hâlâ İstanbul’un
âb-ı hayat ikliminden güzellikler sunan bu yapılardan birkaç örnek verelim.
*
İstanbul
sürekli bir su problemi içerisindedir. Devrin Padişahı Kanûnî Sultan Süleyman,
Mimarbaşı Sinan’ı huzura çağırır, bu probleme çözüm üretmesini ister.
Bu
talep üzerine Koca Sinan yanına yardımcılarını alır, İstanbul’un çevresindeki
dereleri, akar suları tespit eder. Plan ve projelerini hazırlar, Kanûnî’nin
huzuruna çıkar. Bütün detayları açıklayıp “olur” aldıktan sonra, kolları
sıvayıp İstanbul’un dışındaki suları Kağıthane civarında belli yerlerde toplar,
oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak mühendislik harikası 33 su
kemeri, bentler, maksemler ve su terazileri vasıtasıyla şehre getirir. Belgrad
Ormanları’ndan Edirnekapı Maksemi’ne kadar 55 bin 375 metre olan Kırkçeşme Su
Sistemi’nin en büyük kemeri Mağlova Kemeri olup, onu Uzun Kemer, Kovuk Kemer ve
daha sonraki dönemlerde yapılan Paşa Kemeri izler.
İlk
olarak Roma Devrinde I. Theodosius tarafından yapılan ve Belgrad Ormanları’ndan
yüzeysel suları toplayan yıkık isale ve dağıtım sistemini onarıp eklemeler
yapılarak getirilen su, muazzam bir suyolu sistemi ile çeşmelere, yani o
dönemin şehir merkezine taşınır.
Fetihle
birlikte Kağıthane Deresi ve Alibeyköy Deresi etrafındaki bölgede Fatih Sultan
Mehmed (1451-1481) tarafından yaptırılan ve bentlerle suriçine getirilen
Kırkçeşme su şebekesi, Kanûnî Sultan Süleyman (1526-1566) emriyle Mimar Sinan’a yeniden 1554 yılında
yapımına başlanarak 1564’te bitirilir. Böylece, Bozdoğan Kemeri’nin hemen
ayağında bulunan Kırkçeşmeler hayata geçirilir. (Getirilen suyun miktarı vakıf suları defterine, 17 bin 413 metreküp/gün
olarak kayıt edilir.)
Mimar
Sinan ilk etapta şehrin belli meydanlarında umumî kırk çeşme yaparak İstanbul’u
suya kavuşturur. Daha sonraki dönemlerde Kırkçeşme Su Sistemi’nden beslenen
çeşmelerin sayısı 300’ü bulur. Sonraki yıllarda yapılan ek tesislerle bu sayı
580 çeşmeye ulaşır.
Bu
proje öyle devasa bir projedir ki Koskoca Süleymaniye Külliyesi 35 milyon
akçeye inşa edilirken, Kırkçeşme Su Tesisleri ise 50 milyon akçeye mal olur.
Kırkçeşme Su Sistemi, o döneme kadar inşa edilen tesislerin en mükemmeli olduğu
gibi mühendislik bakımından Mimar Sinan’ın en önemli yapısı ve hacim yönünden
de en büyük eseridir.
Bu
döneme kadar musluk kullanma âdeti olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir.
Buna çözüm olarak ise ilk defa İstanbul’da lülelere (çeşme, musluk gibi şeylere
takılan küçük borular) musluk
(maslak, burma, batarya, armatür isimleri ile de ifade edilmektedir) takılarak
Kırk Çeşme’den akan suların bostanlara, yollara boşa akarak israf edilmesi
önlenir.
***
Buraya kadar anlatılan her
şey tarihin akışı içinde normal.
Fakat asırlarca dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşan bir galat-ı meşhur
hikâye vardır. Rivayet odur ki, yukarıda bahsi geçen gelişmelerle birlikte
Kanunî Sultan Süleyman bir ferman yazdırır, “İstanbul meydanlarındaki umumî çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu
çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır.” Fakat bu umumî
fermanın bir istisnası vardır; o da Kırkçeşme Sistemi’ni kurarak İstanbul’u
susuzluktan kurtaran Mimarbaşı Koca Sinan’ın evine özel olarak su
bağlanmasıdır. Mimar Sinan’ın evine su bağlanır bağlanmasına, fakat Kanunî
vefat eder, devran döner, yerine oğlu Sultan
İkinci Selim’den sonra torunu Sultan
Üçüncü Murad geçer.
Bu
arada yaşı kemâle eren ve 99’una dayanan Sinan’nın kapısına Topkapı Sarayı’ndan
bir ulak gelir, Divan’a çağrıldığını söyler. Koca Sinan bir anlam veremese de
davete icabet eder. Divan’a ulaştığında kadılardan, ulemalardan, müftülerden,
vükelalardan oluşan soruşturma heyeti tarafından karşılanır. “Hakkında şikayet var” diyerek söze
başlayan heyettekiler, “padişahın hiç kimse evine özel su almasın fermanına
rağmen, evinize özel su bağlatmışsınız” demesinin ardından savunmaya geçen
Sinan, “Cihan Padişahı bana özel olarak
müsaade etmişti” dese de belgeleyemez. Bunun üzerine heyet, “Sinan’a verilen su kesilmeli, şimdiye kadar
kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır”
kararını alır.
Bunun
üzerine üzgün, müteessir olarak evine dönen Mimarbaşı Sinan, bir süre sonra 100
yaşında olduğu halde hastalanarak yatağa düşer. Onunla ilgilenenler, bir bezi
suya batırıp da dudağını ıslatmak isterler, fakat musluktan su akmamaktadır.
Bir bardak su bulamayanların telâşa kapıldığını gören Sinan, “Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya
satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve
mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için
müteessir değiliz” der!..
Ne
kadar hazin bir son değil mi?!.
Mimar
Sinan üzerinden bir hakikat ancak bu kadar manipüle edilebilir!..
Adaletsizlik var, vefasızlık
var, zulüm var!.. Var da var!..
Gerçekten
de Mimar Sinan son nefesini verirken bir bardak suya hasret mi gitti?.. Bu
anlatılanlar hayal ürünü mü gerçek mi?.. Gerçeğe kapı aralamanın bir yolu var,
o da dönemin belgelerine başvurmak.
Yarın
devam edeceğiz, inşallah.