Dolar (USD)
34.75
Euro (EUR)
36.52
Gram Altın
2950.32
BIST 100
9878.03
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
20 Şubat 2024

Asırlara meydan okuyan su kemeri

Yeraltı sarnıçlarının içinde bir sarnıç var ki farklı özelliğiyle diğerlerinden ayrılıyor. Roma ve Bizans dönemlerinde İstanbul’a hayat veren ve günümüze kadar ulaşabilen Yerebatan, Binbirdirek, Şerefiye, Gülhane Parkı, Aetios Sarnıcı (Karagümrük Stadı), Aspar Sarnıcı (Yavuz Sultan Selim), Hagios Mokios Sarnıcı (Altımermer Çukurbostanı), Fildamı Sarnıcı (Osmaniye Veliefendi) gibi sarnıçlardan farklı olan bu sarnıç yer seviyesinin altına değil, üstüne inşa edilen Zeyrek Sarnıcı’dır (Pantokrator-Fil Damı).

Tarihî Zeyrek semtindeki Mehmed Emîn Tokâdi Hazretleri’nin kabrinden 15-20 adım yürüdüğünüzde, kendinizi 16. yüzyıl Osmanlı dönemi eseri Piri Mehmed Paşa Camii ile birlikte İstanbul’da benzeri olmayan tam bin yıllık bir yapının üzerinden bakınca kendinizi Galata, tarihî Yarımada ve Üsküdar’ı seyre dalmaktan alamazsınız.

Daha önce bahsettiğimiz sarnıçlar yer seviyesinin altında inşa edilmişken, “serçeden başka kuş, Zeyrek’ten başka yokuş tanımam” deyimiyle özdeşleşen bölgedeki Zeyrek Sarnıcı (Pantokrator-Fil Damı) âdeta bir teras konumunda bulunuyor.

Bizans döneminin önemli yapılarından biri olan Zeyrek Sarnıcı, Atatürk Bulvarı’ndan Haliç’e doğru ilerlerken yer seviyesinden yüksekliği nedeniyle benzeri olmayan, üç cephesi toprak üstünde ve iç kısmında su toplama galerileri bulunan tek sarnıç olma özelliğini taşıyor.

Pantokrator Kilisesi’ne bağlı olarak İmparator II. Ioannes Komnenos tarafından miladî 1118-1143 tarihleri arasında yaptırılmış. Sarnıç, 61 metre uzunluğunda, 25 metre eninde olup, 900 metrekarelik kullanım alanına sahipmiş. 2006 yılında restorasyonuna başlanan sarnıcın her ne kadar İstanbul Yer Altı Müzesi olacağı ifade edilse de, ortada buna dair bir emare gözükmüyor.

***

“Peki bu sarnıçlara sular hangi kanallarla, nasıl getiriliyordu?..” sorusu geliyor akıllara. Bu sorunun cevabını da bu bölümde İstanbul’a en büyük su sağlayıcı kemer olan Valens Su Kemeri (Bozdoğan Su Kemeri) üzerinden vermeye gayret edelim.

*

Fatih Camii’nden başladığımız yolculuğumuza, Nevşehirli İbrahim ve Çırçır Caddesi’nden ilerleyerek İbadethane Sokak’tan Zeyrek’in kalbine doğru ilerliyoruz. Buralar âdeta açık hava müzesine benziyor. Sanki medeniyetler bıraktıkları izlerle hiç durmaksızın geçit merasimi yapıyor.

At Pazarı Meydanı, Zeyrek Evleri, Pantokrator Sarnıcı, Mehmed Emîn Tokâdî Türbesi, Pîrî Mehmed Paşa Camii, Eski İmaret Camii (Pantepoptes Kilisesi), Zeyrek Kilise Camii (Pantokrator Kilisesi), Zeyrekhane, Kadınlar Pazarı, Bozdoğan Su Kemeri (Valens Su Kemeri), Fatih İtfaiyesi, Ümmü Gülsüm Camii Çivizade Mescidi, Kasap Demirhun Camii, Bıçakçı Alaaddin Camii, Haydar Paşa Medresesi, Divitdar Keklik Mehmed Efendi Camii, Zembilli Ali Efendi Mektebi ve Türbesi, Çinili Hamam, Haydarhane Hamamı, Çukur Hamamı, Eski İmaret Camii Sarnıcı, Hacı Hasan Sokağı Sarnıcı, İbadethane Sokağı Sarnıcı sadece bir çırpıda isimlerini sayabildiklerimiz...

İstanbul öyle bir belde ki her zaman saklı bir köşesi, gizemli bir yanı ve kendisine sakladığı özel sırları var.

*

Asırlara meydan okuyan Valens Su Kemeri (Bozdoğan Su Kemeri*), geçilmez bir set gibi karşımızda duruyor. Asırlar önce Büyük Saray ve çevresine su taşıyan kemer, Bayezid Kulesi’nin bulunduğu İstanbul’un üçüncü tepesiyle Fatih Camii’nin bulunduğu dördüncü tepesi arasında, Unkapanı’ndan Yenikapı’ya kadar uzanan derin vadinin üstünde bulunuyor. Kemer’in bir tarafında Gazanfer Ağa Medresesi, diğer tarafında ise İstanbul İtfaiyesi boy gösteriyor.

Kemere yaklaştıkça büryancılar çoğalıyor. Son yıllarda moda olan dışarıya masa-sandalye atma trendi burada da abartılı bir şekilde kendini hissettiriyor. Kemere kadar sıralanmış karşılıklı dükkânlardan oluşan pazarda, daha çok Siirt yöresinden gelmiş ürünler satılıyor. Burada satılan ürünler arasında Pervari’nin meşhur karakovan balı, Van’ın otlu peyniri, sumak, menengiç, Hatay’ın bittim sabunu, keledoş yemeği yapılan ak-pancar otu ve heliz otu, kavun-karpuz çekirdeği, Seylan çayı, küflenmeyen tandır ekmeği, magamis denilen cevizli sucuk, içli köfte bulguru, nar ekşisi, patlıcan kurusu, kesme, fıstık, muska, badem gibi çeşitli ürünler bulunuyor.

Valens Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su Kemeri) ayakta kalabilen bir ucunda İtfaiye ve Kadınlar Pazarı, diğer ucunda ise Mimar Sinan’ın çıraklık eserim dediği Şehzadebaşı Camii kadîm yolculuğa devam ediyor.

*

Madem ki “Su Medeniyeti”nden bahsediyoruz, Valens Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su Kemeri)tarihî seyrine dair bilgi vermez isek eksik olur.

Valens Su Kemeri’nin (Bozdoğan Su Kemeri) yapımı Kayser I. Konstantin’in şehre hükmettiği 306 ve 337 yılları arasında başlatılmış, 378 yılında Kayser Valens (364-378) tarafından 4. yüzyılın sonlarında tamamlanmış. Adını Roma İmparatoru Valens’ten alan su kemeri, o zaman Kapitolyum’un bulunduğu üçüncü tepe (bugün İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer) ile Havariyun Kilisesi’nin bulunduğu dördüncü tepe (bugün Fatih Camii’nin inşa edildiği yer) arasındaki vadide uzanmaktadır.

Valens Su Kemeri (Bozdoğan Su Kemeri), suyunu Kâğıthane ile Marmara Denizi arasında kalan tepelerin yamaçlarından alan ve Trakya’nın tepelik bölgelerinden başkente kadar uzanarak şehrin su ihtiyacını karşılayan geniş su kemeri ve kanallar sisteminin (toplam uzunluğu 250 kilometre) en son noktasında yer almaktadır.

O dönemler şehre gelen bu su, toplam kapasitesi 1 milyon metre küpten fazla olan 3 açık (Aetios Sarnıcı, Aspar Sarnıcı, Hagios Mokios Sarnıcı) ve Yerebatan Sarnıcı gibi yüzlerce yeraltı sarnıcında depolanmaktaymış.

Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fethinden sonra, Eski Saray’a (Bayezid’da bugünkü İstanbul Üniversitesi’nin bulunduğu yer) ve daha sonra Topkapı Sarayı’na da su sağlayacak olan rezerv sisteminin tamamı onarılarak kuzeydoğudan çekilen yeni bir hatla birleştirilmiş.

*

Bozdoğan Kemeri, şehrin üçüncü ve dördüncü tepeleri olan Fatih ile Bayezid arasındaki çukur sahada uzanıyor ve dışarıdan gelen suyun Bayezid’deki baş havuza akmasını sağlıyormuş.

Sultan İkinci Bayezid dönemi (1481-1512) boyunca tamiratına devam edilen su rezerv sistemine yeni bir hat daha eklenmiş, Kanûnî Sultan Süleyman döneminde de (1520-1566) yeniden restore edilerek ve yine aynı dönemde Mimar Sinan tarafından Belgrad Ormanları’ndan gelen su kemerine bağlatılarak kullanılmaya devam edilmiş. Bozdoğan Su Kemeri, Sultan İkinci Mustafa ve Üçüncü Ahmed döneminde de işlevini yerine getirmeye devam etmiş.

İstanbul’un en eski eserlerinden biri olan Bozdoğan Kemeri, Geç Roma ve Bizans devirlerinde şehrin su ihtiyacının karşılanmasına yardım etmiş ve bütün Osmanlı devri boyunca da Türk su şebekesinin bir parçası olarak bu hizmetini sürdürmüş.

*

Deniz seviyesinden 61 metre yükseklikte bulunan Bozdoğan Su Kemeri’nin uzunluğuFatih’ten Şehzade Camii’ne kadar olan parçası 592,40 metre, Bayezid tarafındaki parçası ise 199,28 metreyi bulmakta olup, bu parçalar birleştirildiğinde genel uzunluğu 971 metreyi bulmaktadır.Genişliği Fatih tarafı ucunda 3,40 metre ile başlamakta, gözlerin çift kat olduğu yerde 5,65 metreyi bulmakta ve doğu ucuna yaklaşırken 4,30 metreye inmektedir. Yüksekliği ise maksimum noktada 29 metreyi bulmaktadır.

Bugünkü hâliyle Bozdoğan Kemeri tam olmayıp her iki ucundan ve doğudaki bölümünün içinden bazı parçaları eksiktir. Bu kemerden gelen su yakın tarihlere kadar Süleymaniye Camii’ne ve Bayezid’den itibaren yer altı kanalı ile Ayasofya taksimine ve oradan da Topkapı Sarayı’na gidiyormuş.

Geçtiğimiz yıllarda restore edilen yapı, bütün ihtişamıyla İstanbul’un simge eserleri arasındaki yerini korumaktadır.

* (Kemerin BOZDOĞAN ismine dair değişik rivayetler vardır. Bunlardan birincisi; Fetihten sonra şehrin su sıkıntısı içinde olduğunu gören Fatih Sultan Mehmed’in acele bir su şebekesi ihya ettirdiği ve bu arada Bozdoğan Kemeri’nin de devreye girdiği anlaşılmaktadır. Fatih vakfiyelerinde sadece Kemer adı ile belirtilen eserin bugünkü adını ne zaman ve ne münasebetle aldığı henüz aydınlatılamamıştır. İkinci rivayet ise; büyük bir depremde, muhtemelen “kıyâmet-i suğrâ” denilen 1509 yılı depreminde yıkıldığı 1607 tarihli bir su yolu haritasından öğrenilmektedir. Bu haritaya dayanarak kemerin Türk devrinde aldığı Bozdoğan adının bu yıkılma ile ilgili olduğu ve haritada görülen Bozulgan Kemer adının zamanla Bozdoğan Kemeri şekline dönüştüğü ileri sürülmektedir. )

Kaynakça: Semavi Eyice, Bozdoğan Kemeri, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi

***

İSTANBUL KIRKÇEŞME’YLE HAYAT BULDU

Madem ki “Su Medeniyeti”nden dem vuruyoruz, mimarların pîri Sinan’dan bahsetmeden meseleye vâkıf olunmaz. Bıraktığı eserlerle ismini mimarî tarihine yazdıran, dünya durdukça unutulmayacak Koca Sinan’dan bahsederek son nefesinde terennüm ettiği “dua”sına “âmin” diyelim. Sonrasında ise ecdadımızdan bizlere “Su Medeniyeti”nin mirası olarak kalan sebîl ve çeşmelerin izini sürerek içinde bulundukları hoş ve nâhoş durumu özetlemeye gayret edelim. Her ne kadar değişen şartlar nedeniyle işlevlerini yitirseler de hâlâ İstanbul’un âb-ı hayat ikliminden güzellikler sunan bu yapılardan birkaç örnek verelim.

*

İstanbul sürekli bir su problemi içerisindedir. Devrin Padişahı Kanûnî Sultan Süleyman, Mimarbaşı Sinan’ı huzura çağırır, bu probleme çözüm üretmesini ister.

Bu talep üzerine Koca Sinan yanına yardımcılarını alır, İstanbul’un çevresindeki dereleri, akar suları tespit eder. Plan ve projelerini hazırlar, Kanûnî’nin huzuruna çıkar. Bütün detayları açıklayıp “olur” aldıktan sonra, kolları sıvayıp İstanbul’un dışındaki suları Kağıthane civarında belli yerlerde toplar, oradan da dere içlerine büyük geçitler yaparak mühendislik harikası 33 su kemeri, bentler, maksemler ve su terazileri vasıtasıyla şehre getirir. Belgrad Ormanları’ndan Edirnekapı Maksemi’ne kadar 55 bin 375 metre olan Kırkçeşme Su Sistemi’nin en büyük kemeri Mağlova Kemeri olup, onu Uzun Kemer, Kovuk Kemer ve daha sonraki dönemlerde yapılan Paşa Kemeri izler.

İlk olarak Roma Devrinde I. Theodosius tarafından yapılan ve Belgrad Ormanları’ndan yüzeysel suları toplayan yıkık isale ve dağıtım sistemini onarıp eklemeler yapılarak getirilen su, muazzam bir suyolu sistemi ile çeşmelere, yani o dönemin şehir merkezine taşınır.

Fetihle birlikte Kağıthane Deresi ve Alibeyköy Deresi etrafındaki bölgede Fatih Sultan Mehmed (1451-1481) tarafından yaptırılan ve bentlerle suriçine getirilen Kırkçeşme su şebekesi, Kanûnî Sultan Süleyman (1526-1566) emriyle Mimar Sinan’a yeniden 1554 yılında yapımına başlanarak 1564’te bitirilir. Böylece, Bozdoğan Kemeri’nin hemen ayağında bulunan Kırkçeşmeler hayata geçirilir. (Getirilen suyun miktarı vakıf suları defterine, 17 bin 413 metreküp/gün olarak kayıt edilir.)

Mimar Sinan ilk etapta şehrin belli meydanlarında umumî kırk çeşme yaparak İstanbul’u suya kavuşturur. Daha sonraki dönemlerde Kırkçeşme Su Sistemi’nden beslenen çeşmelerin sayısı 300’ü bulur. Sonraki yıllarda yapılan ek tesislerle bu sayı 580 çeşmeye ulaşır.

Bu proje öyle devasa bir projedir ki Koskoca Süleymaniye Külliyesi 35 milyon akçeye inşa edilirken, Kırkçeşme Su Tesisleri ise 50 milyon akçeye mal olur. Kırkçeşme Su Sistemi, o döneme kadar inşa edilen tesislerin en mükemmeli olduğu gibi mühendislik bakımından Mimar Sinan’ın en önemli yapısı ve hacim yönünden de en büyük eseridir.

Bu döneme kadar musluk kullanma âdeti olmadığı için sular boşa akıp gitmektedir. Buna çözüm olarak ise ilk defa İstanbul’da lülelere (çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük borular) musluk (maslak, burma, batarya, armatür isimleri ile de ifade edilmektedir) takılarak Kırk Çeşme’den akan suların bostanlara, yollara boşa akarak israf edilmesi önlenir.

***

Buraya kadar anlatılan her şey tarihin akışı içinde normal. Fakat asırlarca dilden dile dolaşarak günümüze kadar ulaşan bir galat-ı meşhur hikâye vardır. Rivayet odur ki, yukarıda bahsi geçen gelişmelerle birlikte Kanunî Sultan Süleyman bir ferman yazdırır, “İstanbul meydanlarındaki umumî çeşmeler halkın malıdır. Hiç kimse bu çeşmelerden gizlice yeraltından evine su alamayacaktır.” Fakat bu umumî fermanın bir istisnası vardır; o da Kırkçeşme Sistemi’ni kurarak İstanbul’u susuzluktan kurtaran Mimarbaşı Koca Sinan’ın evine özel olarak su bağlanmasıdır. Mimar Sinan’ın evine su bağlanır bağlanmasına, fakat Kanunî vefat eder, devran döner, yerine oğlu Sultan İkinci Selim’den sonra torunu Sultan Üçüncü Murad geçer.

Bu arada yaşı kemâle eren ve 99’una dayanan Sinan’nın kapısına Topkapı Sarayı’ndan bir ulak gelir, Divan’a çağrıldığını söyler. Koca Sinan bir anlam veremese de davete icabet eder. Divan’a ulaştığında kadılardan, ulemalardan, müftülerden, vükelalardan oluşan soruşturma heyeti tarafından karşılanır. “Hakkında şikayet var” diyerek söze başlayan heyettekiler, “padişahın hiç kimse evine özel su almasın fermanına rağmen, evinize özel su bağlatmışsınız” demesinin ardından savunmaya geçen Sinan, “Cihan Padişahı bana özel olarak müsaade etmişti” dese de belgeleyemez. Bunun üzerine heyet, “Sinan’a verilen su kesilmeli, şimdiye kadar kullandığı su fermansız kullandığı için bir cezaya mucip olmamalıdır” kararını alır.

Bunun üzerine üzgün, müteessir olarak evine dönen Mimarbaşı Sinan, bir süre sonra 100 yaşında olduğu halde hastalanarak yatağa düşer. Onunla ilgilenenler, bir bezi suya batırıp da dudağını ıslatmak isterler, fakat musluktan su akmamaktadır. Bir bardak su bulamayanların telâşa kapıldığını gören Sinan, “Biz hizmetimizi dünyada bir bardak suya satacak kadar menfaat düşkünü değiliz. Biz hizmetimizi Allah için yaptık ve mükafatını da ahirette bekliyoruz. Dünyada evimize su verilmediği için müteessir değiliz” der!..

Ne kadar hazin bir son değil mi?!.

Mimar Sinan üzerinden bir hakikat ancak bu kadar manipüle edilebilir!..

Adaletsizlik var, vefasızlık var, zulüm var!.. Var da var!..

Gerçekten de Mimar Sinan son nefesini verirken bir bardak suya hasret mi gitti?.. Bu anlatılanlar hayal ürünü mü gerçek mi?.. Gerçeğe kapı aralamanın bir yolu var, o da dönemin belgelerine başvurmak.

Yarın devam edeceğiz, inşallah.