Asım’ın Nesli, Ayasofya’daydı
Cuma günü İstanbul tarihî bir gün yaşadı ve 86 yıllık hasret sona erdi. Ayasofya milletimizin ve ümmetimizin sevinç gözyaşları arasında ibadete açıldı. O gün Ayasofya ve çevresini dolduran büyük kalabalıklar, ‘Asım’ın Nesli’ydi.”
Ayasofya Camimiz şükürler olsun ki uzun bir ayrılığın ardından muhteşem bir kalabalıkla ibadete açıldı.
Cuma günü İstanbul tarihî bir gün yaşadı. Anadolu’dan ve dünyanın birçok şehrinden gelenler Sultanahmet’i, Çemberlitaş’ı, Cağaloğlu’nu, Beyazıt’ı ve çevredeki bütün semtleri doldurdu. Bu hayırlı hizmetin ve misyonun sahibi Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan, 350 bin müminin alanda cuma namazını kıldığını açıkladı.
15 Temmuz’da olduğu gibi aziz milletimiz, yine ayağa kalkmış, bu sefer mabedine sahip çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla alanı dolduranların büyük kısmı gençlerden oluşuyordu. Bazı kötümserlerin ümit kestiği bu gençler, ne zaman ve nasıl yetişmişti? Bediüzzaman’ın “Nesl-i Cedid”i, Abdühakim Arvasi, Süleyman Hilmi Tunahan ve Abdülaziz Bekkine’nin talebeleri, Mehmed Âkif’in “Asım’ın Nesli”, Necip Fazıl’ın “Büyük Doğu Nesli”, Nurettin Topçu’nun “Anadolu Nesli”, Sezai Karakoç’un “Diriliş Nesli” ve diğer büyüklerimizin emek ve çabaları boşa gitmemiş, mukaddeslerine sahip çıkan gençler şükür yetişmişti
“Asım’ın Nesli, Nesilmiş Gerçek”
Ayasofya’nın yeniden aslî vazifesine dönüşüne en çok sevinenlerden biri de çarşamba günü ebedî âleme göç eden Asım Gültekin’di. Vefatı kültür, sanat ve fikir dünyamızda büyük üzüntüye sebep olmuştu. Özge biriydi. İdeali ve yüreği büyüktü. Duruşuna, azmine ve gayretine hayrandım. Eğitimci, edebiyatçı, dergici, teşkilatçıydı; ardından giden, onu yalnız bırakmayan gençlerin abisiydi.
Henüz 45 yaşında olan ve Yalova’daki evinde Hakk’a yürüyen Asım Gültekin bir dava ve aksiyon adamı, nadir yetişen bir kahramandı. Sebatıyla, dirayetiyle, inancıyla zorlukları aşan ve kutlu ideallerine koşan bir cengâverdi. Sadece bütün dergileri toplayıp her sene bir fuar düzenlemesi bile başlı başına muazzam bir hizmetti. Fuar, önce mütevazı şekilde başlamış sonra giderek büyümüştü. İstanbul ve Anadolu’daki dergilerin yanı sıra dünyanın değişik ülkelerinde neşredilen Türkçe dergiler de bu fuara iştirak ediyor, okurlarıyla buluşuyordu. Türkiye Dergiler Birliği Başkanlığı’nı yüz akıyla yapıyordu. Fuarda sohbetler düzenleniyor, ödüller veriliyordu. Başka fuarları bir ekip düzenlerken Asım bu zor işi tek başına üstleniyor ve başarıyla üstesinden geliyordu. Yüzlerce dergiyi her sene bir araya getirmek şüphesiz kolay değildi. Ama niyet halis olunca Cenab-ı Allah muvaffak ediyordu. Sirkeci’de uzun yıllar süren fuar, son olarak Eyüpsultan’da gerçekleşmişti. Dergilerin hâli malum, zorluklarla mücadele ederler. Bugün de öyledir. Bu yayın organlarıyla ilgili olarak Asım’ın “Dergin mi var, derdin var.” özdeyişi dillere destan olmuştu.
Olağanüstü bir hayat
Asım Gültekin 1975 Amasya Taşova doğumluydu. Kökleri Artvin ve Selanik'e uzanan bir Ahıska Türk’üydü. Kartal Anadolu İmam Hatip Lisesi ve Taşova’da okudu. Küçük yaşlarından itibaren kültür sanat ve fikir dergilerini takip etti. Kartal Anadolu İmam Hatip’te kültürel çalışmalara öncülük etti ve bu okula dinamizm kazandırdı. Marmara Üniversitesi AEF Edebiyat Öğretmenliği bölümünden mezun oldu. Biat dergisini çıkardı, Seher’in çıkışına öncü oldu. Okurken pek çok derginin günışığına çıkmasına vesile oldu. Birçok gazete ve dergide yazılar yazdı. İz yayıncılık bünyesinde aylık Kitap Postası dergisini 20 sayı çıkardı. Dünya Bizim web sitesi ve Cafcaf mizah dergisinin genel yayın yönetmenliğini yaptı; kültürel faaliyetlerin içinde aktif olarak yer aldı, yüzlerce seminer, konferans ve toplantı düzenledi. İstanbul’da çeşitli liselerde edebiyat öğretmenliği yaptı, talebe yetiştirdi. 2008 yılında “Yılın Öğretmeni” seçildi. TYB İstanbul, Mizah Derneği Başkanı, TÜRDEB (Türkiye Dergi Editörleri ve Yayın Yönetmenleri Birliği), Sade Hayat Derneği ve Yedi Hilâl Derneği’nde başkanlık ve üyelik yaptı. Seyahat etmeyi seviyordu; 20 ülkeyi gezmişti. Evli ve iki çocuk babasıydı.
Dille ve gençlerle arası iyiydi
Mükemmel bir kütüphanesi olan Asım’ın evinde yaklaşık 300 sözlük vardı. Türkçe ile arası iyiydi ve son çalışmaları kelimelerin etimolojisine dairdi. Çok ciddi araştırma ve zahmetli incelemelerde bulunuyordu. Yazılarını, Birden Bine ile Alışmak Ölümüne Karşı adlı kitaplarında topladı. Dil Evi Etimoloji Topluluğu Başkanlığı’nı üstlendi. Asım Gültekin gençleri severdi, onlar da onu. Sürekli toplantı düzenliyor, okumalar yapıyordu. Mevlana’yı, Mehmed Âkif’i, Sezai Karakoç,’u, Nuri Pakdil’i ve diğer büyüklerimizi gençlere tanıtıyordu. Son toplu okumaları arasında Yunus Emre Divanı ile Muhammediye’de de vardı.
Mizaha önem verirdi
Coşkun akan nehir gibiydi. Nerede boşluk varsa oraya doğru akar, boşluğu doldururdu. Meselâ mizah alanında İslami camianın eksiği mi var, Asım hemen kolları sıvar, ekibi toplar ve mizah dergisini çıkarırdı. Onun unutulmayacak bir hizmeti de Cafcaf’tı. Camiamızın bu seçkin ve seviyeli mizah dergisinin iyi bir takipçisi oldu. 40 küsur çizeri bir araya getirmek kolay değil, Asım bunu başarmıştı. Çağrı Cebeci’nin “Nereden çıktı bu mizah dergisi fikri?” sorusuna, “Yıllardır nitelikli, entelektüel, dini ile ve temel değerleri ile kavgalı olmayan bir mizah dergisi özlemi içerisindeydim. Baktım kimse böyle bir dergi çıkarmaya çalışmıyor, ben çıkarayım dedim.” cevabını vermişti.
Milat’ta yazmak istemişti
Asım’la vefatından bir hafta önce telefonla görüşmüş, sohbet etmiştik. Yazdığı gazetedeki yazılarına son verdiğini söylemişti. Son köşe yazısı 29 Şubat’ta yayınlanmıştı. Sebebini sormadım, o da açıklamadı. Ama belli ki bir arayış içindeydi. “Milat nasıl, yazmak istiyorum.” dedi, anlattım. “Ali Adakoğlu ile görüş istersen.” deyince “Ali Bey eski arkadaşım, inşallah konuşacağım” dedi. Ben de “Buna çok sevindim, gazetemiz seninle daha da güçlenir.” diye karşılık verdim. Bilmiyorum konuşabildi mi? Bu son görüşmede, ikimizin de sevdiği Rasim Özdenören ağabeyi hatırlayarak telefonu kapatmıştık.
Oğlumun edebiyat öğretmeni
Asım Gültekin diyebilirim ki Türkiye’nin en iyi öğretmenlerindendi. Öğrencileriyle yakından ilgilenirdi. Benden 15 yaş küçüktü. Pertevniyal Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olduğu, oğlum Fatih Kerem’den 15 yaş büyüktü. Farklı yaşta olanlarla diyalogu mükemmeldi. Zaten bu meziyeti ile bu kadar çok dost edinmişti. 18 Temmuz günü sosyal medya hesabında şu satırları yazmıştı: “Kusuru kendimizde aramalıyız. Kimseye kolay kolay kızmamalıyız. İmtihan, imtihan dünyası. Mihnet tabiatında var. Rabbimin sevdiği ne güzel kulları var şu dünyada. Onlar yanlışa düştüğümüzde ne de güzel tutarlar elimizden. Dünya onlarla güzel. Secde ile güzel. Zikirle güzel. Hay hak hu.” Bu hasbi sözler, bir derviş vasiyeti gibiydi. İyilik anlayışımızı, medeniyetimizi, inanç dünyamızı şu birkaç satırda ne güzel dile getirmişti. Ardından çok anlamlı, hisli yazılar çıktı, yazılmaya devam ediyor. İnanıyorum ki vefalı dostları, bunları toplayıp bir anma kitabı hazırlar. Bestami Yazgan hocamız, vefatının ardından düşürdüğü tarihte Asım’ın hayatını dört mısraya sığdırmıştı. “İsmiyle Müsemmâ” başlıklı bu dörtlük şöyleydi:
“Dergiler ufkunda ışıdı gitti,
Gençliğin yükünü taşıdı gitti,
Hem Asım’dı hem dervişti vesselam,
İsmiyle müsemmâ yaşadı gitti.”
İstanbul’un ele avuca sığmayan bu hareket ve iman adamı, memleketi Amasya Taşova’da bir avuç toprağa rıza gösterip tevekkülle kabrine yerleşivermişti.
Asım Hoca! Sevdiğin lider, bu cuma Ayasofya’yı açtı. İnşallah sen de pak ruhunla mezarından o muhteşem manzarayı seyretmişsindir. Meydanları dolduran yüzbinlerce kişi arasında senin yetiştirdiğin “Asım’ın Nesli” de vardı, gördün değil mi? Şöyle dediğini duyar gibiyim: “Şükürler olsun, emekler boşa gitmedi.” Herkes seni seviyordu. Demek ki Cenab-ı Allah daha çok sevdi ve seni yanına aldı. Rabbim gani gani rahmet eylesin, ruhun şad, kabrin nur, mekânın cennet, menzilin mübarek, makamın âli olsun. Ailene, akrabalarına, dostlarına, sevenlerine ve talebelerine başsağlığı ve sabır diliyorum.