Asıl yangın
Bugüne dek hemen her olayda küresel güçlerin
hatırlatılmasına itiraz geliştirerek, onun tam yanına yerel güçsüzlükler
tabirini kullanagelmiştim. Bununla kastım asıl sorumluluğun bizde olduğunu, sorunlarımızın
aslen memleketin bizim eksikliğimiz olduğunu dile getirmek istememdi. Küresel
güçler çok güçlü demenin eksik olduğunu, asıl yetersizliklerimizin yerli ve
milli olduğunu vurgulamak istememdi. Fakat fikrim alev aldı.
Hayır, yetersiz değiliz, eksik değiliz, tamız, mükemmeliz
demiyorum bazıları gibi. Zangoç bir kaleme sahip değilim. Aksine gereksiz övgü
ve uçurmanın kişisel menfaatin elde edim ve muhafaza süreci olduğunu, bunu
yapan güruh dışında herkes bilir. Yapan ise ezbere bilir. O ayrı.
Fakat diyorum ki;
Yerel güçlülüğümüz ne kadar eksik ne kadar fazla konusu
daimi, gündelik, her günümüzün konusudur. Ancak bu ülke kadar dünyanın boğazına
durmuş, bu yüzden de ne ileri ne geri, kendi haline bırakılan bir başka ülke
var mıdır, bilmiyorum.
Bu coğrafyada olaylar nerdeyse hiç doğal, kendiliğinden
değildir. Küresel güçlerin uzanan kolları, maşalarının dahli illa vardır. Bu
konuda coğrafya olarak tek değiliz fakat içinde İstanbul olan coğrafya olarak
tekiz. Son çağ öncesinde dünya hakimiyetini elinde bulundurmuş ve parçalanmak için
nasıl emek edilmiş bir imparatorluktan kalmayız. Her parçamız ayrı bir yana
atılmış durumda. Kurgusal canavarın tam hepsini yuttum yutuyorum derken bu
kadar haram toprağı ve hayatı bünyesinin almamasıyla affedersiniz hazmedemeyip
gerisin geriye çıkardığı topraklardayız. Son büyük, yutulamayan lokmayız. Bu ve
bunun çevresinde dönecek dillerin, konuların hepsine tepeden baktığımızda
stratejik kelimesi yetersiz kalıyor. Muhtemelen kendi dilimizde bir karşılık
aramak lazım gelecek. Ben bunu şu şekilde ifade ediyorum. Teyakkuz kelimesi bu
ülkeyi ve bu ülkenin insanları olarak bizi anlatabilir. Bunun için de bir örnek
vereceğim.
Anadolu’da bozkırda kışlık çerez niyetine yuvarlak tarhana
yapılır. Ayran ve yarma karışımı bildiğim kadarıyla. Sonra kesilen çam pürlerinin
üstüne dizilir ve güneşte kurumaya bırakılır. İşte bu aşamada, birkaç genç,
onları kuşlar yiyivermesin diye üç beş gün başını bekler. Gece gündüz. Uyanık
kalırlar.
Belki örneğim çok nahif bir örnek. Ancak Anadolu bu işte.
Türkiye gerçekten bu… Bu kez büyük küresel dinozorlar var. Türkiye… Bir yandan
kendisini korusun, gelişsin ister ve her
şeye rağmen dişini tırnağına katarken, bu dinozorların bitmeyen oburluğu
sebebiyle doğal kaynaklar ve imkanlarını çalıp çırpmak için bölgesinde savaş
çıkarılmış bir dizi masum halk ve ülkelerin yaşam kaynağı da olsun istiyor. Ve
işi gittikçe zorlaşıyor.
Türkiye’nin durumu iktidarlar ötesi, kalıcı bir durum. Hem
içler acısı, hem içler tatlısı bir durum. Ne kadar daha gelişse de yaşayacağı,
ancak yeterli bir gelişim ve güç ve kudret dengesine ulaşırsa da bir parça
rahatlayacağı ve bu rahatlığı diğer masum coğrafyalarla da paylaşacağı malum.
Ülke olarak, halk olarak eksikliğimizin üstünü örtmüyorum.
Diğer bütün yazılarım hep o eksikliklerin derinden çözümüne atıf halinde… Ancak
böyle kendine has bir bilinç te ister istemez doğuyor bu ülkenin öz be öz bir
evladı olarak. Hoş… Bu öyle bir ülke ki kimse onun üvey evladı değildir.
Anaçlık ve merhametin maraz doğurduğu, en çok ta kendi evlatlarını kinci
ideolojilere kaptırmış ve sırtından, ciğerinden vurulmuş bir başka Anadolu daha
var mıdır?
Son yangın hadisesinden sonra bile kimlerin nasıl tepki
gösterdiğine bakın. Kinlerinden geberen öz evlatlar ve onları hala evlatlıktan
reddetmeyen bir Anadolu… Kiniyle alev alev yananlar asıl onlar. Ve ülkesini
içerden, ta ciğerinden yakmaya azmeden, kastedenler…
Su; bizim bu iç düşman “evladı” eğitimle, vicdanla, olmadı
hukukla hizaya getirmemizle de gelecek bu asıl yangına. Suyun azizliği böyle de
gerçekleşecek. Söndürülmesi gereken daimi yangınlara da bir dur demek, alarmı
genel zamanlara kurmak gerekecek…