Asıl Dert, Asil Dert
Hayat mücadelesinde ve özellikle özgürlük mücadelelerinde herkes, her coğrafya yaşadığı meşakkat ve mihnetin tanığıdır. Zorluğa, sıkıntıya, acıya doğduğunun... Kendi memleketimizin insanı da...Başka memleketlerde yaşayan bütün bir insan soyu da... Köşende nihayet dinlenmeye çekilmiş deden ve nenen, baban, annen ve hatta sen şahitsin buna. Varlıktan yokluğa, cennetten dünyaya, anne rahminden ınga'ya, anne-baba evinden hayata, sokağa, işe güce; zahmete, derde, sorun yumağına düştüğüne...
O halde sıkıntılar diyarına hoş geldin yabancı! Hoş geldin aslen cennetli olan, hoş geldin! İyi bil ki arabesk de olsa acı ve keder; yerlisidir bu dünyanın... Senden önce yerleşmiştir yani...Buraların en nihayetinde bir dert memleketi olduğu bilinci, beklentilerinden kısmanı, büyük umutlarını hep güzelliğin kaynağından ayrı düştüğün o ilk sonsuz durağa saklamanı sağlar. Belki hep orayı özlemeni, o dertsizliği, tasasızlığı...
Cennetteki, ana rahmindeki ekmek elden su göldenlik keyfin çok geride kaldı. Hem sıradan ihtiyaçların, haklı haksız doyumsuzlukların, derin boşluğun, tanımlayamadığın açlığın, solundaki gizin ve seyyah ruhun için -bi' zahmet-silkinmek ve kalkmak zorundasın.
Susayan, soğuk- sıcak içeceksiz duramayan, midesi kazınan, karnı guruldayan, ikide bir acıkan, gezip tozmayı, görüp şaşırmayı, "harikaydı!" demeyi, gülüp eğlenmeyi, çok kazanmayı, harcamayı, keyif çatmayı, boş boş zaman geçirmeyi, seyretmeyi, uzanmayı, dinlenmeyi, uyumayı seven bir yapın var. Fakat bütün bunları elde etmek için çalışıp didinmen, emek vermen, yorulman, erkenden kalkman, hazırlanman, bir işe tutunman, gelip gitmen, saçlarını süpürge etmen, dişini tırnağına takman, bazen acıktığında yemek yemeye zamanın olmayacak kadar yoğun bir çalışma hayatına atılman, öyle ya "köşeyi dönmen", "çok kazanman", "yatırım yapman" filan gerekiyor. İhtiyaçlarına bir dur diyemiyorsan, sınır ötesinde oyunlara, oyalanmalara dalmışsa hele nefsin yandığının resmidir. O vakit kendi elinde bildiğin oyuncaksın. Kendini kullanırsın. Dünya tam da senin dediğin gibi; telaşe yeridir artık. Üstelik "ateş almaya" gelmişken... Yo yo savaş gibidir yaşamak o vakit. "Ekmek aslanın ağzında"dır, Razzak olanı unutanlar için...Gerçekten de bu yanıyla tam bir baş belasıdır yaşamak.
Doğdun ve doğmakla insan olunmayacağını yıllar geçtikçe iyice anladın. Bedenin sana nasıl da dert oluşuna bir çözüm buldun. Yedirdin, içirdin, gezdirdin, eğlendirdin, eğledin, uyuttun. Susturdun onu bir şekilde. Fakat derininde hiç susmayan bir ses var. Cazgır değil etin gibi. Taşkın değil kanın gibi. Sanki ikiye böldüğündeki ikinci kendinin ta kendisi... Elle tutulmaz. Gözle görülmez. Seni görür. Seni tutar elinde fakat. Sana not verir sürekli. Seni puanlar. Değerlendirir. Sen sanasındır. Kimse girmez seninle senin arana; düşüncelerin, kanaatlerinden başka... Çok zaman sana "olmadı" der, "olmuyorsun" der. "Olamadın bir..." der... "Sen olmazsın!" der. Şımarıklığı sevmez. Şımarmaz kendi de... Onurlanır ve takdir eder seni iyi bir şey söylediğinde ve yaptığında. Daha çok kınar. Kınaması gücüne gitmez lakin. Kimdi ki bu? Çıksın senin içinden!
Hep beraber derde düştük diyorum; yaşamakla...
O yüzden diyorum: Merhamet edelim zahmetin, zorluğun içinde kıvranan insana. Merhamet edelim birbirimize. Sırtımızı sıvazlasın üzülüp sıkıldığımızda birileri. Eksiğini gideriverelim eksiklenenin. Koluna giriverelim. Elimizden tutsun zorlandığımızda birileri. Düştüğümüz çıkmazdan çıkmamızı sağlasın. Yol göstersin. Yordam öğretsin. Maddi destek versin. Teselli ediversin.
O vakit "olacağız" hem de en "kün"ünden! Olmuşsunuz diyecek yüksek bir ses içimizde. Düşeceğiz göğe dalımızdan o vakit!
Dünyaya geldiğin an, senden önce sana doğmuş olan; içindeki bu "olma sancısı"dır senin asıl derdin. Budur senin ciğer acın. Ha oldu ha olacak diye diye ölüp gidecek, olup gidecek olmandır belki de..."Olamadım" ağrısıdır bu... "Ben insan olamadım" ağrısı...