Âşık Veysel 20. Yüzyılın en büyük ozanı
Halk müziği sanatkârı Bayram
Bilge Tokel, Veysel’in Cumhuriyet Türkiye’sinin 20. Yüzyılındaki en büyük halk
ozanı olduğunu söylüyor.
Bayram Bilge Tokel Türk
Halk Müziği’nin yaşayan kıymetli ses sanatkârı, bestekâr ve kültür adamı.
Anadolu irfanının hâkim olduğu Yozgat’ın Müftükışla köyünde doğup büyüdü. Orta
Anadolu türkü ve bozlaklarını sazıyla ustaca çalıp okuyan bir babanın evladı.
Henüz dokuz on yaşlarında bir çocukken radyoda en çok “Kırşehirli Mahalli
Sanatçı Neşet Ertaş”ı dinliyordu. Dinlediği saz ve ses ustaları arasında Muharrem
Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan, Zekeriya Bozdağ, Bayram Aracı, Nida Tüfekçi,
Ahmet Gazi Ayhan da vardı. “Bozkırın Tezenesi” olarak bilinen büyük sanatçı
Neşet Ertaş’ı Türkiye’ye dönmeye razı ederek ülke genelinde yeniden hatırlanıp
tanınmasını sağladı. Belgeseller hazırladı, radyo ve televizyon programları
yaptı, gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Neşet
Ertaş Kitabı, ozanımızın daha geniş kesimlere ulaşmasını sağladı. Bu yıl
denemeleri Sular Mürekkep Olsa adıyla
Muhit Kitap’tan çıktı. Bayram Bilge Tokel ile musiki merkezli bir mülakat
yaptık. Âşık Veysel’i, Neşet Ertaş’ı ve Abdurrahim Karakoç’u konuştuk. Sorularımız
ve cevaplar şöyle:
“İNANAN İNSAN
GÜÇLÜDÜR”
Neşet Ertaş’a “Bozkırın
Sazı, Toprağın Avazı” dediniz. TRT’de yaptığınız belgeselde sanatçımıza “Bozkırın
Tezenesi” adını verdiniz. Bu isim tuttu. Merhum Neşet Ertaş’ı, diğer
sanatçılardan ayıran en bariz hususiyetleri nelerdi?
Neşet Ertaş sadece çok
iyi saz çalan, çok güzel sesi olan, harika türküler bozlaklar söyleyen bir
‘sanatçı’ değildi. Bütün bunların ötesinde ve üstünde sazı ve sesi ile gerçek
bir “ekol” olduğu gibi, aynı zamanda halk şiiri geleneğimizin çağımızdaki en önemli
temsilcilerinden birisi idi. Kendisinin “Garip” mahlasını kullanarak yazdığı ve
çok büyük bir kısmını ‘havalandırarak’ (besteleyerek) türküleştirdiği şiirler,
sıradan türkü sözü ya da ‘güfte’ olmanın ötesinde, kusursuz ve mükemmel
şiirlerdir. Bunu, sözleri kendisine ait türküleri dikkatle dinleyenler mutlaka
fark etmişlerdir. Bu şiirlerin teknik ve estetik yönden sağlamlığının yanı sıra
anlam derinliği, imaj zenginliği, Türkçenin kusursuz kullanılışına bakarak,
O’nu, halk şiirimizi yenileyerek devam ettiren çağdaş bir “Halk Ozanı”
saymalıyız. Neşet Ertaş, asıl gücünü ve büyüklüğünü, sanatı ve sanatçılığı bir
çıkar kapısı, şöhret basamağı, gösteriş unsuru değil, samimiyet ve dürüstlük
olarak anlayan idealist ve inanmış kişiliğine borçlu. Çünkü biz biliyoruz ki,
inanan insan güçlüdür. Sık sık şöyle derdi: “ Kendini bilen Yaradan’ı bilir,
Yaradan’ı bilen yaratıldığını bilir, insan yaratıldığını bilince geriye ne
kalır ki…” Paraya, pula, şöhrete tevessül etmek yerine, önce mükemmel bir
insan, sonra da inandığını samimice yazan, çalan, söyleyen ve yüreğinin sesini
dinleyen biri olması, onu benzerlerinden ayıran en önemli özelliği. “Yürekten
gelen yüreğe gider.” derdi. Gücü de, cesareti de, sanatındaki olağanüstü
başarısı da bu özelliğinden kaynaklanmakta.
Bilhassa Orta Anadolu’da
Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Neşet Ertaş gibi saz ve ses ustalarının
temsil ettikleri köklü bir müzik geleneğimiz var. Buna ‘Abdal Müziği’ diyenler
de var. Bozlaklar, türküler Anadolu’muza daha çok bu kanaldan yayıldı. Bu
müziğin ayırt edici özellikleri, temel motifleri, ana temaları nelerdir? Tam
olarak nasıl adlandırabiliriz bu müziği?
Halk Ozanlığı, Türklerin
Orta Asya’dan göçerken kutsal bir emanet gibi yanlarından ayırmadıkları kopuzla
beraber Anadolu’ya taşıdıkları ve daha sonra adına saz veya bağlama dedikleri
çalgı ile yürüyen binlerce yıllık köklü bir gelenektir. Çeşitli Türk boyları
arasında Kam, Baksı, Bahşı, Akın, Ozan vb. isimlerle anılan bu gelenek,
Anadolu’da daha sonra “Âşık/Ozan” adı verilen saz ve söz ustaları tarafından
sürdürüldü. Bunlar arasında adı, mahlası veya lakabı Abdal olan çok sayıda ozan
vardır. Tarih boyunca halkın sözcülüğü görevini üstlenen, tarihi olayları, halk
hikâyelerini, trajik ya da dramatik bireysel ve toplumsal olayları saz ve söz
ile dile getiren bu ozanlar, toplumda her dönem büyük sevgi ve saygı
görmüşlerdir. Neşet Ertaş’ın da mensubu olduğu işte bu Abdal ozanlar, ilk
zamanlardan itibaren çalma ve söyleme geleneğini bütün dinamizmi ve ritüelleri
ile sürdüren bir Türkmen topluluğudur. Yirminci yüzyıldan itibaren daha çok
“düğün çalgıcılığı” ile hayatlarını kazanan olağanüstü müzik yeteneğine sahip
bu insanların geçmiş asırlardaki sosyal ve kültürel hayatlarını tam olarak
bilemiyoruz. Günümüzde daha çok eski ozanlardan tevarüs edilen usta malı
türküler ve bozlaklar yanında yaşadıkları bölgenin anonim türkü ve havalarını
büyük bir başarı ile icra etmektedirler. Repertuvarlarının ağırlıklı olarak
bozlak formundaki türkülerden oluşması, Orta Asya Türklüğü ile her anlamda
güçlü bir bağlarının olduğuna işaret eder. Sizin saydığınız Abdal ustalar başta
olmak üzere yine de her birinin “Abdal Ağzı” çalma ve söyleme geleneği içerisinde
kendine has bir yeri ve ağırlığı vardır. Neşet Ertaş bu geleneği farklı bir
boyuta taşıyarak, söz ve müziği kendisine ait sayısız türküler, bozlaklar,
mayalar, oyun havaları, deyişler ve semahlar üreten ve bu yönüyle “Abdal Halk
Ozanı” sıfatını tarihi ağırlığı ve sorumluluğu içerisinde taşıyan önemli bir
isimdir. Onun için Bozlak’ta babası, türkü ve oyun havalarında kendisi, Abdal
tarz ve üslubunun çağımızdaki en büyük iki ustasıdır.
Büyük şairimiz merhum Abdurrahim
Karakoç ile dostluğunuzu ve derin muhabbetinizi biliyoruz. Neşet Ertaş’ı
yazdığınız gibi Abdurrahim Karakoç kitabını da yazmayı düşünüyor musunuz?
Çok teşekkür ederim.
Doğrusunu isterseniz, son kitabımdaki “Söz Mülkünün Sultanı” başlıklı
Abdurrahim Abi’yi anlattığım o uzun yazıyı yazarken böyle bir şey aklıma
gelmedi değil ama henüz karar vermedim. Allah ömür ve sağlık verirse, sırası
geldiğinde olur belki. Kısmet…
Bu sene Âşık Veysel Yılı.
Ne yazık ki tam anlamıyla büyük ozanımız anlatılamadı, hatırlatılamadı.
Naçizane ben bir Âşık Veysel kitabı yazdım. Başka çalışmalar da var ama
yetersiz. Türkiye’de “kardeşlik” duygusu üzerinde en çok duran büyük ozanımız
Âşık Veysel hakkında bundan sonra neler yapılabilir?
Haklısınız…
İhmali olan kişi, kurum ve kuruluşlara buradan sizin aracılığınızla
teessüflerimi arz ediyorum. Henüz görmedim Veysel ile ilgili kitabınızı ama
sizi içtenlikle kutluyorum. En kısa zamanda okuyacağım inşallah. Âşık Veysel
yirminci yüzyılın, Cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük halk ozanı, halk şairi.
Binlerce yıllık bu köklü geleneğe mensup sayısız ozan/âşık içerisinde som
altından bir halka. Sazında da öyle. Ondaki sadeleşmiş ve damıtılmış ustalığı
fark edemeyenlerin basit, hatta ilkel bulabileceği saz çalma tavrı ve üslubu
aslında olağanüstü tavır ve inceliklerle doludur. Çünkü her tezene vuruşu, her
perdeye basışı, her nefes alış verişi bile ölçülü, tartılı, hesaplı bir
doğallık ve sadelik içerir. Gereksiz, fazladan bir tezene, bir perde, bir nağme
göremezsiniz O’nun icrasında. Aslında Veysel’in elinde saz, insanlığa
söyleyecek sözü, verecek mesajı, satacak metaı olan birinin işini son derece
kolaylaştıran bir yardımcı gibidir daha çok. Yani bizatihi çok iyi ve ustalıklı
bir saz icrası değildir hedefi. Büyük üslup sahibi halk sanatçılarının hemen
hepsi böyledir. Muharrem Ertaş için de geçerlidir bu, Hacı Taşan, Âşık Veysel
vb. için de… Bunun tek istisnası vardır: Neşet Ertaş. Çünkü o hem iyi bir saz
icracısı, hem de güçlü bir şairdir ve repertuvarının çok büyük bir bölümü
kendisine ait türkülerden oluşmaktadır. Benim kafamda Veysel ile ilgili şöyle
bir proje var: İki üç yıl kadar önce yirmiden fazla üniversitemizde yaptığımız,
içeriği “Neşet Ertaş’ın hayatı, sanatı ve eserlerinden örnekler” olan “Anadolu’nun
Mihenk Taşları” adlı programa benzer bir programın Veysel için de yapılması son
derece önemlidir. Bunu başarıyla gerçekleştirecek başka çok değerli
sanatçılarımız da vardır.
Türk şiirinin birçok
meşhur ve iyi şairinden şiirler bestelediniz. Bunlardan belli başlı olanlarının
en azından şairi ve şiiriyle öğrenebilir miyiz? Bu çalışmalarınız sayesinde gençler
büyük şairlerimizi de yakından tanımış oluyorlar. Bugüne kadar kaç beste
yaptınız?
Çok fazla değil. İlk
bestem Abdurrahim Karakoç’tan “Dağ İle Sohbet”. Daha sonra Yunus’tan “Hak’tan
Gelen Şerbeti” ve “Teferrüç Eyleyi Vardım” ile Sezai Karakoç’tan “Çocuk ve Anne”yi
besteledim. Ardından Ali Akbaş’tan “Başörtüsü”, “Bosna’lı Anne” ile Bahattin
Karakoç’tan “Toprağa Bas Deli Gönül” ve Şükrü Karaca’dan “Gelme Buralara Turnam”ı
besteledim. Altı yedi kadar da Emrah, Ruhsati, Köroğlu ve Karacaoğlan gibi halk
ozanlarının şiirlerinden havalandırdıklarım var. En son olarak yine Abdurrahim
Karakoç’tan “Yandım Oy” ve Ali Akbaş’tan “Yâd Elde Başım Belada” adlı şiirleri
besteledim.
Müziğimize, kültürümüze
ve genel olarak sanat ve fikir hayatımıza dair önemli makaleler yayımladınız. Sevilerek
okunan müzisyen yazarlarımızdansınız. Size göre bir müzik insanı aynı zamanda
sanatını yazmalı ve anlatmalı mı?
Sanatçı yaptığı işin,
yani sanatının şuurunda olan insandır. Bu bilinç hâli sanatçıyı sanatı üzerinde
tefekkür etmeyi, ölçüp tartmayı zorunlu kılar. Bu da kendiliğinden yazma
sonucunu doğurur. Ben doğrudan sanatım üzerine, yani türkülerin saz ve ses ile
icrası ile ilgili yazmak yerine, genel olarak Türkülerin tarihi, kültürü,
estetiği, nazariyatı konusunda yazmayı tercih ediyorum. Türk Musiki kültürü
içinde çok ihmal edilmiş ve hâlâ entelektüellerin gündeminde olmayan
türkülerimizi tarihi ve sosyolojik arka planları ile gündeme getirmeye,
üzerinde düşünmeye ve meraklısını düşündürtmeye gayret ediyorum. Geçmişten
bugüne geleneksel musikimizin tarihi, estetiği, uygulaması, nazariyatı, sazları
vb. konularında yazan musikişinas ve müzikologların hemen hiç birinin halk musikimizi
gereği gibi ciddiye ve dikkate almadıkları ortada. Gerçeğin ortaya çıkması
adına elimden geleni yapma gayreti diyelim…