Dolar (USD)
34.56
Euro (EUR)
36.08
Gram Altın
3008.86
BIST 100
9455.24
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
19 Kasım 2023

​Âşık Veysel 20. Yüzyılın en büyük ozanı

Halk müziği sanatkârı Bayram Bilge Tokel, Veysel’in Cumhuriyet Türkiye’sinin 20. Yüzyılındaki en büyük halk ozanı olduğunu söylüyor.

Bayram Bilge Tokel Türk Halk Müziği’nin yaşayan kıymetli ses sanatkârı, bestekâr ve kültür adamı. Anadolu irfanının hâkim olduğu Yozgat’ın Müftükışla köyünde doğup büyüdü. Orta Anadolu türkü ve bozlaklarını sazıyla ustaca çalıp okuyan bir babanın evladı. Henüz dokuz on yaşlarında bir çocukken radyoda en çok “Kırşehirli Mahalli Sanatçı Neşet Ertaş”ı dinliyordu. Dinlediği saz ve ses ustaları arasında Muharrem Ertaş, Çekiç Ali, Hacı Taşan, Zekeriya Bozdağ, Bayram Aracı, Nida Tüfekçi, Ahmet Gazi Ayhan da vardı. “Bozkırın Tezenesi” olarak bilinen büyük sanatçı Neşet Ertaş’ı Türkiye’ye dönmeye razı ederek ülke genelinde yeniden hatırlanıp tanınmasını sağladı. Belgeseller hazırladı, radyo ve televizyon programları yaptı, gazete ve dergilerde yazılar yazdı. Neşet Ertaş Kitabı, ozanımızın daha geniş kesimlere ulaşmasını sağladı. Bu yıl denemeleri Sular Mürekkep Olsa adıyla Muhit Kitap’tan çıktı. Bayram Bilge Tokel ile musiki merkezli bir mülakat yaptık. Âşık Veysel’i, Neşet Ertaş’ı ve Abdurrahim Karakoç’u konuştuk. Sorularımız ve cevaplar şöyle:

“İNANAN İNSAN GÜÇLÜDÜR”

Neşet Ertaş’a “Bozkırın Sazı, Toprağın Avazı” dediniz. TRT’de yaptığınız belgeselde sanatçımıza “Bozkırın Tezenesi” adını verdiniz. Bu isim tuttu. Merhum Neşet Ertaş’ı, diğer sanatçılardan ayıran en bariz hususiyetleri nelerdi?

Neşet Ertaş sadece çok iyi saz çalan, çok güzel sesi olan, harika türküler bozlaklar söyleyen bir ‘sanatçı’ değildi. Bütün bunların ötesinde ve üstünde sazı ve sesi ile gerçek bir “ekol” olduğu gibi, aynı zamanda halk şiiri geleneğimizin çağımızdaki en önemli temsilcilerinden birisi idi. Kendisinin “Garip” mahlasını kullanarak yazdığı ve çok büyük bir kısmını ‘havalandırarak’ (besteleyerek) türküleştirdiği şiirler, sıradan türkü sözü ya da ‘güfte’ olmanın ötesinde, kusursuz ve mükemmel şiirlerdir. Bunu, sözleri kendisine ait türküleri dikkatle dinleyenler mutlaka fark etmişlerdir. Bu şiirlerin teknik ve estetik yönden sağlamlığının yanı sıra anlam derinliği, imaj zenginliği, Türkçenin kusursuz kullanılışına bakarak, O’nu, halk şiirimizi yenileyerek devam ettiren çağdaş bir “Halk Ozanı” saymalıyız. Neşet Ertaş, asıl gücünü ve büyüklüğünü, sanatı ve sanatçılığı bir çıkar kapısı, şöhret basamağı, gösteriş unsuru değil, samimiyet ve dürüstlük olarak anlayan idealist ve inanmış kişiliğine borçlu. Çünkü biz biliyoruz ki, inanan insan güçlüdür. Sık sık şöyle derdi: “ Kendini bilen Yaradan’ı bilir, Yaradan’ı bilen yaratıldığını bilir, insan yaratıldığını bilince geriye ne kalır ki…” Paraya, pula, şöhrete tevessül etmek yerine, önce mükemmel bir insan, sonra da inandığını samimice yazan, çalan, söyleyen ve yüreğinin sesini dinleyen biri olması, onu benzerlerinden ayıran en önemli özelliği. “Yürekten gelen yüreğe gider.” derdi. Gücü de, cesareti de, sanatındaki olağanüstü başarısı da bu özelliğinden kaynaklanmakta.

Bilhassa Orta Anadolu’da Muharrem Ertaş, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Neşet Ertaş gibi saz ve ses ustalarının temsil ettikleri köklü bir müzik geleneğimiz var. Buna ‘Abdal Müziği’ diyenler de var. Bozlaklar, türküler Anadolu’muza daha çok bu kanaldan yayıldı. Bu müziğin ayırt edici özellikleri, temel motifleri, ana temaları nelerdir? Tam olarak nasıl adlandırabiliriz bu müziği?

Halk Ozanlığı, Türklerin Orta Asya’dan göçerken kutsal bir emanet gibi yanlarından ayırmadıkları kopuzla beraber Anadolu’ya taşıdıkları ve daha sonra adına saz veya bağlama dedikleri çalgı ile yürüyen binlerce yıllık köklü bir gelenektir. Çeşitli Türk boyları arasında Kam, Baksı, Bahşı, Akın, Ozan vb. isimlerle anılan bu gelenek, Anadolu’da daha sonra “Âşık/Ozan” adı verilen saz ve söz ustaları tarafından sürdürüldü. Bunlar arasında adı, mahlası veya lakabı Abdal olan çok sayıda ozan vardır. Tarih boyunca halkın sözcülüğü görevini üstlenen, tarihi olayları, halk hikâyelerini, trajik ya da dramatik bireysel ve toplumsal olayları saz ve söz ile dile getiren bu ozanlar, toplumda her dönem büyük sevgi ve saygı görmüşlerdir. Neşet Ertaş’ın da mensubu olduğu işte bu Abdal ozanlar, ilk zamanlardan itibaren çalma ve söyleme geleneğini bütün dinamizmi ve ritüelleri ile sürdüren bir Türkmen topluluğudur. Yirminci yüzyıldan itibaren daha çok “düğün çalgıcılığı” ile hayatlarını kazanan olağanüstü müzik yeteneğine sahip bu insanların geçmiş asırlardaki sosyal ve kültürel hayatlarını tam olarak bilemiyoruz. Günümüzde daha çok eski ozanlardan tevarüs edilen usta malı türküler ve bozlaklar yanında yaşadıkları bölgenin anonim türkü ve havalarını büyük bir başarı ile icra etmektedirler. Repertuvarlarının ağırlıklı olarak bozlak formundaki türkülerden oluşması, Orta Asya Türklüğü ile her anlamda güçlü bir bağlarının olduğuna işaret eder. Sizin saydığınız Abdal ustalar başta olmak üzere yine de her birinin “Abdal Ağzı” çalma ve söyleme geleneği içerisinde kendine has bir yeri ve ağırlığı vardır. Neşet Ertaş bu geleneği farklı bir boyuta taşıyarak, söz ve müziği kendisine ait sayısız türküler, bozlaklar, mayalar, oyun havaları, deyişler ve semahlar üreten ve bu yönüyle “Abdal Halk Ozanı” sıfatını tarihi ağırlığı ve sorumluluğu içerisinde taşıyan önemli bir isimdir. Onun için Bozlak’ta babası, türkü ve oyun havalarında kendisi, Abdal tarz ve üslubunun çağımızdaki en büyük iki ustasıdır.

Büyük şairimiz merhum Abdurrahim Karakoç ile dostluğunuzu ve derin muhabbetinizi biliyoruz. Neşet Ertaş’ı yazdığınız gibi Abdurrahim Karakoç kitabını da yazmayı düşünüyor musunuz?

Çok teşekkür ederim. Doğrusunu isterseniz, son kitabımdaki “Söz Mülkünün Sultanı” başlıklı Abdurrahim Abi’yi anlattığım o uzun yazıyı yazarken böyle bir şey aklıma gelmedi değil ama henüz karar vermedim. Allah ömür ve sağlık verirse, sırası geldiğinde olur belki. Kısmet…

Bu sene Âşık Veysel Yılı. Ne yazık ki tam anlamıyla büyük ozanımız anlatılamadı, hatırlatılamadı. Naçizane ben bir Âşık Veysel kitabı yazdım. Başka çalışmalar da var ama yetersiz. Türkiye’de “kardeşlik” duygusu üzerinde en çok duran büyük ozanımız Âşık Veysel hakkında bundan sonra neler yapılabilir?

Haklısınız… İhmali olan kişi, kurum ve kuruluşlara buradan sizin aracılığınızla teessüflerimi arz ediyorum. Henüz görmedim Veysel ile ilgili kitabınızı ama sizi içtenlikle kutluyorum. En kısa zamanda okuyacağım inşallah. Âşık Veysel yirminci yüzyılın, Cumhuriyet Türkiye’sinin en büyük halk ozanı, halk şairi. Binlerce yıllık bu köklü geleneğe mensup sayısız ozan/âşık içerisinde som altından bir halka. Sazında da öyle. Ondaki sadeleşmiş ve damıtılmış ustalığı fark edemeyenlerin basit, hatta ilkel bulabileceği saz çalma tavrı ve üslubu aslında olağanüstü tavır ve inceliklerle doludur. Çünkü her tezene vuruşu, her perdeye basışı, her nefes alış verişi bile ölçülü, tartılı, hesaplı bir doğallık ve sadelik içerir. Gereksiz, fazladan bir tezene, bir perde, bir nağme göremezsiniz O’nun icrasında. Aslında Veysel’in elinde saz, insanlığa söyleyecek sözü, verecek mesajı, satacak metaı olan birinin işini son derece kolaylaştıran bir yardımcı gibidir daha çok. Yani bizatihi çok iyi ve ustalıklı bir saz icrası değildir hedefi. Büyük üslup sahibi halk sanatçılarının hemen hepsi böyledir. Muharrem Ertaş için de geçerlidir bu, Hacı Taşan, Âşık Veysel vb. için de… Bunun tek istisnası vardır: Neşet Ertaş. Çünkü o hem iyi bir saz icracısı, hem de güçlü bir şairdir ve repertuvarının çok büyük bir bölümü kendisine ait türkülerden oluşmaktadır. Benim kafamda Veysel ile ilgili şöyle bir proje var: İki üç yıl kadar önce yirmiden fazla üniversitemizde yaptığımız, içeriği “Neşet Ertaş’ın hayatı, sanatı ve eserlerinden örnekler” olan “Anadolu’nun Mihenk Taşları” adlı programa benzer bir programın Veysel için de yapılması son derece önemlidir. Bunu başarıyla gerçekleştirecek başka çok değerli sanatçılarımız da vardır.

Türk şiirinin birçok meşhur ve iyi şairinden şiirler bestelediniz. Bunlardan belli başlı olanlarının en azından şairi ve şiiriyle öğrenebilir miyiz? Bu çalışmalarınız sayesinde gençler büyük şairlerimizi de yakından tanımış oluyorlar. Bugüne kadar kaç beste yaptınız?

Çok fazla değil. İlk bestem Abdurrahim Karakoç’tan “Dağ İle Sohbet”. Daha sonra Yunus’tan “Hak’tan Gelen Şerbeti” ve “Teferrüç Eyleyi Vardım” ile Sezai Karakoç’tan “Çocuk ve Anne”yi besteledim. Ardından Ali Akbaş’tan “Başörtüsü”, “Bosna’lı Anne” ile Bahattin Karakoç’tan “Toprağa Bas Deli Gönül” ve Şükrü Karaca’dan “Gelme Buralara Turnam”ı besteledim. Altı yedi kadar da Emrah, Ruhsati, Köroğlu ve Karacaoğlan gibi halk ozanlarının şiirlerinden havalandırdıklarım var. En son olarak yine Abdurrahim Karakoç’tan “Yandım Oy” ve Ali Akbaş’tan “Yâd Elde Başım Belada” adlı şiirleri besteledim.

Müziğimize, kültürümüze ve genel olarak sanat ve fikir hayatımıza dair önemli makaleler yayımladınız. Sevilerek okunan müzisyen yazarlarımızdansınız. Size göre bir müzik insanı aynı zamanda sanatını yazmalı ve anlatmalı mı?

Sanatçı yaptığı işin, yani sanatının şuurunda olan insandır. Bu bilinç hâli sanatçıyı sanatı üzerinde tefekkür etmeyi, ölçüp tartmayı zorunlu kılar. Bu da kendiliğinden yazma sonucunu doğurur. Ben doğrudan sanatım üzerine, yani türkülerin saz ve ses ile icrası ile ilgili yazmak yerine, genel olarak Türkülerin tarihi, kültürü, estetiği, nazariyatı konusunda yazmayı tercih ediyorum. Türk Musiki kültürü içinde çok ihmal edilmiş ve hâlâ entelektüellerin gündeminde olmayan türkülerimizi tarihi ve sosyolojik arka planları ile gündeme getirmeye, üzerinde düşünmeye ve meraklısını düşündürtmeye gayret ediyorum. Geçmişten bugüne geleneksel musikimizin tarihi, estetiği, uygulaması, nazariyatı, sazları vb. konularında yazan musikişinas ve müzikologların hemen hiç birinin halk musikimizi gereği gibi ciddiye ve dikkate almadıkları ortada. Gerçeğin ortaya çıkması adına elimden geleni yapma gayreti diyelim…