''Artık yeter''
Bu vatanın çocuklarını Sırat-ı Müstakimden ayırmak ve dalalet vadilerine atmak için dikilmiş CHP ağacından, şimdi müspet meyvelerin beklenilmesi akla ziyan bir harekettir… Ne yazık ki; Yeni Asya Risale-i Nurlara ve sadık talebelerine muhalif olarak o ağaçtan ve o ağacın bulunduğu ittifaktan müspet meyveler beklemektedir ve sanki görmektedir...
Her
türlü ahlaksızlığı ve dinsizliği teşvik eden kitapları serbest bırakan,
Kur’an’a saldırıları altı okuyla sıkıca tutarak destek veren CHP İslami
eserleri yasaklamıştır. Aynı CHP, imanda istikameti ve en
kısa yolu gösteren, dinin hakikatlerini öğreten, Allah ve Resulünden bolca
bahseden, Hakaik-i Kur'âniyeden haber veren, ruhları dalaletten kurtarmaya
çalışan asrın iman kahramanının eserlerini yasaklamış ve muzır görerek, altı
okunu Bediüzzaman’ın hürriyet aşığı yüreğine saplamıştır. O günün CHP’si ile
günümüz CHP’si aynıdır ve hiçbir fark yoktur çünkü ağaç aynıdır, beslendiği
kökler aynıdır...
Yeni
Asya’nın köşeleri malum, fakat atılan manşetlerin ve sayfaların lisanî hali:
Vallah billâh! Ak partiden germediğimiz güzellikleri ve hayır dolu hareketleri
CHP’de gördük der gibilerdir... Çünkü başörtüsünün ve
Ayasofya’nın zincirlerini kıran, tel örgüler arkasında ağlayan anaların
gözyaşını dindiren, Bediüzzaman’ın çok arzu ettiği; Nurların Diyanet eliyle
basılması arzusunu yerine getiren sanki CHP olmuştur. Bizler ise koşarak ve
gözü kapalı CHP’ye baktığımız için bu hakikatleri görememiş gibiyiz… Yeni Asya oturduğu yerden hem kafa gözünü
hem gönül gözünü dört açmış, kerametvari bakışlarla CHP’nin değiştiğini hatta
hâşâ Üstadımızın görmediğini görmüş ve onların altılı masasına sıkı sıkıya
tutunmuştur... Onlar için sanki Ayasofya’nın namazlı ve ezanlı heybetli hali
nedir ki altılı masanın böyle heybeti ve imanlı bir duruşu varken…
Din
mazlumlarının ve Bediüzzaman’ın tek partinin işkencelerine maruz kaldığı o
dönemleri unutanlar ve tanımamış olanlar Kur’an’ın bir hakikatine başındaki
saçlar adedince baş feda etmeye hazır bir iman kahramanını gerektiği gibi
anlayamazlar, gerçek manada sevemez ve hayatına örnek alamazlar... Bediüzzaman’ın frekansından çıkıp, başka
frekanslara kayanlar, gazetelerinde Üstadımız Bediüzzaman’ın fotoğrafını
kullanıyorlar ama o fotoğrafın içeriği olan sürgünler, zindanlar, zehirlenmeler
ve işkencelerin ter türünü yapmaktan zevk alan CHP’nin şimdi de bu tehlikeli
halini anlamıyorlar… O fotoğrafın her
pikseli, Kur’an ve Sünnete sımsıkı sarılmış olanların uğradığı tek parti
afatını ve CHP’nin asla değişmeyeceği hakikatini haykırıyor… Keşke lahana
yaprağı kadar bir gazete olaydı ve sade ve sadece hak ve hakikati savunsaydı,
CHP’nin Bediüzzaman ve Müslümanlara yaşattığı zulmü asla unutmasaydı...
Afyon’da ağır cezada yargılanmasında en ağır şekilde
suçlu bulunup, hatta idam edilmesini bile arzu etmesi hapsin harici daha
zulümlü geçmesindendir. Serbest bırakıldığında, kaldığı küçücük hane daha
zindan hale çevrilmiştir. En azılı suçlular, tahliye ile serbest bırakıldığında
hürriyetin tadını çıkarmış ama hürriyet kahramanı Bediüzzaman’a dünya zindan
edilmiştir, sırf iman hakikatlerini anlattığı ve gençliğin selametini düşündüğü
için. Bediüzzaman’ın: “Bu yirmi sene
haps-i münferitteki tâzip ve işkenceli tarassutlar, ihanetler artık yeter.” Diye
CHP’ye haykırışını ya Yeni Asya ya unutmuş, ya da o ses kendi dünyalarına
farklı yansımıştır.Risale-i
Nurlardan; 14. Şuâ iki kelime ile özetlenecek olsa sadece: “Artık yeter!” denilebilir. 14. Şuâ’nın ruhlara bıraktığı iz;
Bediüzzaman’a yaşatılan Afyon hapsi ve sonrasında CHP’nin zulmü pik yapınca,
insani bir reflekse “Artık yeter” diye
bu ifade ortaya çıkmıştır.Zaten o
dönemi yaşamış Müslümanlar,ruhlarına
takılan tüm duygularla bu ifadeyi binlerce kez kullanmışlardır... Boynu bükük
şekilde minarelere bakanlar, Kur’an’ından, kitabından, evradından, İslami
levhalarından mahrum kalanlar, şöyle ruh ve ağız dolusu “Allahüekber”
diyemeyenler; “Artık yeter!” demişlerdir…
Şimdi bizler diyoruz: “Artık yeter!” Üst
köşede Bediüzzaman resmi, içerik ise CHP’yi ve zındıka komitelerini
sevindirecek seri…
Bediüzzaman’ın: “Meselâ,
nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve akan bir nehir üstündeki
kabarcıklarda görünen güneşcikler gitmeleriyle arkalarından gelen yeni
kabarcıklar, aynen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işaret ve
şehadet ederler…” Dediği gibi denizin yüzünde ve akan nehirlerde su
kabarcıklar gibi gitmeli… O ki gideceğiz, bütün mahlûkat gibi Allah’ın
varlığına ve birliğine şahadet etmiş şekilde ve İslam düşmanlarını tanımış
olarak gitmeli...
Yeni ve eski hali birbirinden farksız olan CHP’den,
Rus’tan görmediği zulmü gören Gazi Bediüzzaman’a karşı en azından su
kabarcıklarının güneşe karşı vefasını parıldayarak gösterdikleri gibi vefa
göstermek lazımdır... İçimiz saf ve
temiz olarak, Risale-i Nurların hakikat güneşinden düşen ışıkları üzerimizde
parıldamasına görünmesine gayret etmek ve asla karanlık yerlere meyletmeden,
akıp gitmek en güzel gitmek olacaktır... Bir anlık bile olsa hakikatlere
levha olmak, su damlası ihlâsında olmak talebeliğe yakışan hal olacaktır…
Bediüzzaman’ın yaşadıklarını unutan Yeni Asya su kabarcıklarının güneşe karşı
gösterdiği vefa kadar Bediüzzaman’a vefa gösterememiştir. Şu hakikat ortaya çıkıyor ki: Risale-i
Nurlardan aldıklarını tavırlarına duruşuna yansıtamayanlar CHP’den ve bulunduğu
ittifaktan uzak durmayı beceremezler ve CHP eski CHP değil savunmasında
kalırlar… İşte buna bütün kalbimizle: “Artık yeter!” diyoruz… Ya o resim oradan kaldırılmalı… Ya da
Bediüzzaman resminde ki her pikselinin hakkı verilmeli; Risale-i Nurların
prensiplerine göre hareket edilmelidir. Nur Talebesi olmak bunu gerektirir!
Son söz: Ehli
dünyaya ve münafıklara da şunu belirtmek isteriz ki: Nur Talebeleri şunun
cemaatinden, bunun cemaatinden değildir! Nur Talebeleri, Kur’an
hakikatlerinin ve Sünnet-i seniyyenin ihyasında tesir gücü milyonların yaşayış
şekli ve şahitliği ortada bulunan Risale-i Nurların talebesidir… Mensupları
emek verdiği kadar ve kendi istidat ve kabiliyeti miktarınca hissedar olur.
Herkesin bir ev adresi olduğu gibi; gidip geldiği ve istifade ettiği bir adres
vardır. Yoksa benim gidip geldiğim, mensubu olduğum en kral, en doğru cemaattir
demek için değildir. Bizler kendi
adresimiz gibi; gidip geldiğimiz yer gibi; vatana millete hayırlı bütün
adresleri sever ve sayarız. Hatta Allah’ın ordusu olan müminler ordusunun
ehlisünnet diğer sınıflarını, adreslerini ve oraya gidip gelenleri de sever ve
sayarız çünkü bu mümince bir davranıştır. Allah’a emanet olunuz.