Artık sen de öylesindir…
Hayvanların hepsi, doydukları zaman yemek yemeyi bırakırlar. İhtiyaçları her ne ise tamam olunca bırakırlar. Doyunca bırakmak, hayvanlar için ideal olan. Hayvanlar, bu ideale ulaşınca bırakıyorlar ise insanlar doyunca niçin bırakmıyor? Niçin çılgınca tüketiyorlar?
Oysa hayvanlar
âleminde doymada bir denge var. İnsan müdahalesinin bozmadığı bir akış var. Bu
akış var olduğu için de düzenlerine bir ölçülülük ve doğruluk hâkim.
Dolayısıyla düzenlerinin ahlakı mükemmel. Meselâ Kuzey Amerika’da yaşayan bir
canlı olan Tilki Sincabı kış olmadan
on bin (10.000) noktaya fındık saklıyor. Sakladığı nokta on beş bin olmuyor..
yirmi beş bin de… Vakti gelince o, on bin noktayı aramaya çıkıyor ve buldukça
karnını doyuruyor.
Bugün hâlâ doyabilmek
için yiyecek ve içeceğe hasret milyarlarca insanların varlığı biliniyor.
Öyleyse bu çağda ve bu çağın mevcut dünya nizamı ve şartlarında sorun, insan
için büyük. Buna rağmen hala üretim ve tüketimde tüm dünyayı kasıp kavurarak
çılgınlık yapan ezici bir azınlık ve dünyada bu nizama ve bunlara sessiz
kalanlar çoğunluksa sorun, katmerleşmiş demektir.
Yaşadığımız çağa; bilgi çağı, teknoloji çağı ve smart çağ
deniliyor. Her ne ad veriliyorsa verilsin, çağın adı, ne olursa olsun, çağın
insanları yönetim nizamı, dünyayı işletim düzeni yaratılışa münasip değil ve
insanlığa aykırı üretiyor, tüketiyor ve hiç akletmiyorsa olsa olsa bu çağa, karanlık çağ denilmelidir. Adına da insanlık çağı dedirtememişse kendisine başarısız, söylediklerine de sadece fuzulidir demek gereklidir.
Akıl, ahlak ve ilim hükmü dışında, insanı, insanlığı ve
kâinatı tefekkür dışında, tüm insanlara yetecek nimete şükür ve kanaat etme
dışında bir fikir üreten, doyumsuz ahlak üreten bu düzen; doyunca bırakan
hayvanlara hürmetsiz, doysa da bırakmayan insanlara sevgisiz ve onları
düzeltmeyen, köleleştiren bir paçavradan ibarettir.
Bir insan, bu düzenin
bozukluğunu, dünyada milyarlarca muhtaç oluşturan bu kötü ahlaklı nizamı ve bu
bozuk düzenin ürettiği ve öğüttüğü masumları tefekkür etmiyor ve onlar için bir
adım dahi atmıyor ve bu düzeni değiştirmiyorsa insan olmanın ne anlamı olabilir
ki?
İnsan, süslü ambalajlarla, sağdan soldan kendisine
yanaşıp tatlı kelamlarla fısıldayanlara kanıp tüm insanların saadeti için atacağı adımlardan, dün verdiği ahdinden nasıl vazgeçer?
Kendisini, ülkesini ve dünyayı değiştirme hayalinden, hedefinden, nizamı
dönüştürme gücünden niçin vazgeçer ve bu gücü başka birine, başka bir zümreye
niçin devreder?
Allah, sonsuz bir rahmet
ve merhamet sahibidir. İnsanları affetmeyi, onlara hatalarından dönmeleri için
fırsatlar sunmayı da çokça sever. İnsan; dün, dünya yolculuğuna çıktığında
içerisinde bulunduğu bozuk düzeni değiştireceğine dair söz vermiştir.
Doğrularla, iyilerle beraber olacağına dair ahitleşmiştir. Bu bozuk düzene
çalışan ve sessiz kalan kimselerle yürümeyeceğine de ant içmiştir.
Ancak insan,
unutkandır ve bu unutkanlıktan dolayı kendisi olamaz, kendi öz ahlakını
yaşayamaz, özü sözü bir insanlarla değil fısıldayanlarla beraber olmuş ve
fırsatları kaçırmayı kâr saymıştır. Sen, doğrulardan olamadıkça bu bozuk düzen
zail olmaz. Sen, doğru olanlarla bir olmadıkça bu bozuk düzen zayıflamaz. Sen,
doğru iddialarını kaybedersen bu bozuk düzen sonlanmaz.
İşte o yüzden, insan kendisi olmadan, doyunca bırakmadan, özü sözü bir olmadan, fasık ve hilekârlardan yüz çevirmeden insanlık çağı kuramaz. Çünkü kendi öz ahlakın, doğru fikir ve zihniyetin, yerli yerinde olmadıkça kendin de dünyadaki düzen de ahlakı bozuk kalır. Çünkü bu bozuk düzen, doğrunun ve güzel ahlakın taraftarı değil, insanlığın emrinde değildir. Artık sen de öylesindir…