Dolar (USD)
35.26
Euro (EUR)
36.83
Gram Altın
2966.83
BIST 100
9839.84
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Arı

Cama yapışmıştı. Durmadan tekmeleyip duruyordu camı. Dışarıya çıkmak istiyordu.

Güneş vardı dışarıda. Etraf aydınlıktı. Ama soğuktu. Kıştan kalma bir mart soğuğuydu, hem de çok ayazdı hava.

Işığın aydınlığına, beyaz karın saflığına ve dışarının hürriyetine aldanmış olan arı durumu pek önemsemiyordu.

Durmadan cam ile perde arasında vız vızlayarak gidip geliyor, beni rahatsız etmekten geri kalmıyordu.

O bir hayvan bense insandım. Özgürlük adına pencereyi açıp onu dışarının soğuğunda ölüme terk edemezdim.

Arı, ölüm de olsa özgürlük isterim dercesine camı bacakları ve kanatlarıyla tekmelemeye devam ediyordu. Hatta hapishanedeki mahkumlar gibi cam ile perde arasında durmadan olta atıp duruyordu.

İnsandım ve şefkatliydim. Hakikaten akılsız bir özgürlüğün arının canına mal olmasına izin veremezdim. Hem odam da gayet geniş ve konforluydu arı için. Çiçeklerden yiyeceklere bir de dışarıyı içeriye taşıyacak pencerelere kadar birçok şey mevcuttu. Mamafih bunların hiç birisi arıyı memnun etmiyordu.

İstemeye istemeye yerimden büyük bir elemle kalktım. Ve arının olduğu camdaki pencereyi açtım. İçeriye çok tesirli bir soğuk girdi. O da camın kenarında idi.

— Madem sen istedin ölümle özgürlüğü. Buyur çık dışarıya haydi.

İçeride ve camda yolumu kaybettim. Çok yoruldum. Dışarının yolunu unuttum. Bana yardım et.

— Bu daracık yerden acizlik gösterirsen dışarıda ne yaparsın.

— Sen orasına karışma. Sadece bana kapıyı göster.

— Peki! Kendi düşen ağlamaz. Çabuk ol o zaman.

— İçerinin havası neden birden değişti?

— Nasıl yani!

— Soğumaya başladı içerisi. Sobanız mı söndü.

— Hayır! Sen dışarıya çıkıyorsun ya bu orasının havası.

— Olur mu canım. Camdan hep dışarıyı seyrediyorum. Müthiş bir sıcaklık cama vuruyor. Dışarısı apaçık hem de bembeyaz.

— Hiçbir şey bu hayatta göründüğü gibi değil demiştim sana.

— Ne bileyim. Ben sen miyim!

— Dur sana yardım edeyim. Kapıya kadar yolculuyayım.

— Biraz yavaş ol Allah aşkına. Acele etme. Bak üşümeye başladım kapıya yanaştıkça.

— Karar ver sen de artık! Dışarı mı çıkmak istersin özgürlük adına içeride mi kalmak istersin yaşam aşkına.

— Tabi ki dışarıya çıkmak istiyorum.

— Peki sen istedin. O zaman şu kâğıttan gemiye bin. Kapıya kadar dümende ben varım. Sonra camdan cana doğru yol al gönlünce.

— Aman Allah’ım! Bu nasıl bir soğuk. Gerçekten hiçbir şey camdan gördüğüm gibi değilmiş. Bak! Dışarı çıkmadan donup öleceğim. O nasıl bir soğuk.

— Sana demiştim. İnanmadın bana. Kendi düşen ağlamaz. Haydi var git dışarıdaki hayata. Beni de rahatsız edip durma can sıkıcı seslerinle.

— Nolursun! Ben ettim sen etme koca kafalı, içi güzel şeylerle dolu arkadaşım! Gerçekten hiçbir şey camdan göründüğü gibi değilmiş. Dışarısı çok soğuk. Dışarıya atarsan beni ölürüm. Sen de üzülürsün.

Bırak içeride yaşamaya devam edeyim. Seni fazla rahatsız etmem inan. Cama sığınır dururum. Arada bir de çiçeklerine konar avunurum. Ta ki bakalım ömrüm ne kadar sürecek. Belki senin tahammül ettiğinden daha az yaşayacağım.

Hem fazla ortalıkta da gezinip durmam. Sadece camda dolaşır dururum. Biliyorsun camdan da olsa dışarıyı göremezsem bir an ölürüm. Mekân petekleri ömrümün zamanlarını sıkıştırsa da bu odana, camdan seyrederek dışarıyı avunup dururum. O kadarcık da sesime katlanırsın.

— Bak bir daha pencereyi açmam sana! Camdaki hasretlik vızıltıların sinirimi bozarsa bu defa fena cezalandırırım. Peteğinin içine alır karanlıklara tutsak ederim.

Son kararın mı? Hâlâ pencere açık, dışarı seni bekliyor. Ölümüne de olsa ya dışarıya çık bedelini öde. Ya da içeride kal verilenlere şükreyle.

— Nolursun koca… hemen kapat o kapıyı. Beni şu kâğıt geminden indir. Bırak camın sıcaklığının keyfine. Gerçekten razıyım şimdilik burada kalmaya.

— Şimdilik!

— Evet şimdilik. Dışarısı camdan göründüğü gibi olsaydı senin dahi gönlün razı olur muydu beni burada tutsak etmeye.

Her ne kadar ben dışarıya gitmek istemesem de senin de gönlün razı değil bu soğukta dışarıda ölmeme. Bilmiyor muyum sanki. Elin titriyordu kâğıt gemine bindirirken beni. Yüreğin kan ağlıyordu. Pencereyi açmış ama bana bakmadan yolculamaya kalkışmıştın. Fark etmedim mi zannediyorsun.

— Haydi ordan vızvızcı geveze!

— Neyse neyse! Şimdi al beni içeriye! Kapat pencereyi donmayayım. Çok hassasım biliyorsun. Bak neredeyse kanatlarım kopacak esen rüzgârdan ve soğuktan.

— Hasbünallahivenimelvekil! İn de bela! Zin de bela!

— Haydi çok nazlanma. Bak dışarı çıkarsam vallahi pencerenden ayrılmadan şuracıkta donarak ölürüm. Çok üzülürsün.

— Ah bilsen şu ölenlerin bende öldürdüğü duyguları. Neyse neyse. Haydi gir içeriye. Ama bir daha böyle aymazlıklar yapma. Geç camın sıcaklığında ısın. Ben de yazıma devam edeyim.

Almıştım arıyı tekrar içeriye. Ve benimle hiç konuşmamış gibi cam ile perde arasında sızlanarak tekrar vız vızlamaya başladı. Camdan hasretle dışarıya bakmaya hatta çıkmak istercesine bir oyana bir bu yana gidip geliyordu. Lakin bu defa kararlıydım. Aldanmayacaktım onun isteklerine. Biliyordum böyle zamanlarda akılsızlığının cezasını hayatıyla ödeyeceğini.

Ben klavyenin tutuşlarına dokunmaya başladım yazının özgürlüğünde o da camı paralamaya başladı dışarının hasretliğinde. Hangimiz özgür hangimiz tutsak bilemedim...