ARAYIP BULALIM ONU
Karne heyecanı. Tatil geldi. Çocukların güzelliğine eklenen yaz sevinci. Kalıplaşmış bir yorgunluğun eritilerek akıtılabilecek olduğuna dair bir sevimli inanış. Çocuklar, çalışmadıkça dinlenebileceklerini sanıyorlar. Sürekli ve sınava odaklı bir çalışma sisteminin yıprattığı doğru ama yaşamı disipline etmenin değil. Oysa şimdilerde gayretin ve yorgunluğun birbirine yakın durduğuna inanılan bir adadayız. Yine de burası boşluk kabul etmiyor. Dalgınlıkla bile olsa yanına yaklaşılan o derin boşlukta insanı içine çeken, yutan, gün geçtikçe büyüyen bir şeyler var çünkü…
Okulda arkadaşlarıyla izleyince çok sevmiş küçük oğlum. Bana “Sevginin Gücü” isimli Hint yapımı filmi bir de beraber seyretmeyi teklif etti. Film, sesini yitirmiş küçük bir kız çocuğunun Hindistan’da kaybolmasını, Bajrangi adındaki genç bir adamla yollarının kesişmesini ve adamın onu –öfke ve kin ortamında- ülkesine götürüp iade edebilmek için yaşadığı zorlu süreci konu alıyor. Bajrangi’nin canını hiçe sayma noktasına geldiği yolculuğun sonunda Shahida sesine yeniden kavuşuyor. Filmin, belki de fazlaca üzerinde durulmayan bir kısmı, kalbimi en çok işgal eden ve beni düşündüren yerlerindendi; Küçük kızı evine teslim etmek isteyen genç Hintlinin Pakistan’da yaşayan yetkililerce ajan olduğuna inanıldığı ve aranıldığı bir sırada, bölgedeki bir gazeteci ince bir tevafuk ile onun halis niyetini anlayıp yardım etmeye karar veriyor… Ajan olmadığını ispat edebilmek adına da bu yolculuğun hemen hemen her aşamasını kameraya çekiyor. Hadiseyi haber yapmaları için kanallara teklif götürdüğünde, yetkililer buna rağbet etmiyorlar. Rencide edici tavırlarının yanına bir de “bize ne sevmekten” diyerek “bir sevgi yolculuğundan daha çok, kavganın ve nefretin insanların dikkatini çektiğini” söylüyorlar.
Bu cümle günümüzü, farkında olmadan içine saplanmakta ısrarcı olduğumuz ahvali, bizi, çocuklarımızın karşı karşıya olduğu duygu şatolarının ardındaki gerçekliğini ne kadar güzel şerh ediyor. İnsan, doğasının muhtaç olduğu enerjiyi sevgiden değil de öfkeden, nefretten ve kinden almaya çalışıyor. Çocuklarımız da böyle; bıraksak, bıraksalar kendilerini, o nefret çıkmazının içine gömecek konu ve konumlarla meşgul edilecekler. Güzel ahlâk, vatan, din, millet, bayrak gibi bütünlük ihtiva etmesi gereken mevzularda bile -geçici gündemlerle-ayrıştırıcı ve gereksiz bir kavganın içine çekilecekler. Hadisenin hakikatinden uzaklaştırılacaklar. Kendi öykülerinin kahramanı olmayı tercih etmek yerine, birilerinin sözcülüğünü yapacaklar. Sonra, kalplerini istila etmesine izin verdikleri nefret söylemleri, onları uzun bir yalnızlıkla buluşturacak.
Sebahattin Ali “İçimizdeki Şeytan” da ne güzel ifade ediyor insanın bu akışa kapılma noktasındaki kırılganlığını;
“İnsanların en zayıf tarafları, sormadan, araştırmadan, düşünmeden, kafalarını patlatmadan inanmak hususundaki hayret verici temayülleridir. Dünyadaki yalancı peygamberleri yetiştirmek ve beslemek için en iyi gübre, işte bu bilmeden inanmak için çırpınan kalabalıktır.” (-sf.128)
Gittiğim okullarda çocuklarla ve gençlerle daima paylaşma ihtiyacı hissettiğim bir husus var; “Allah hepinize bir kabiliyet vermiş. Kiminiz çok güzel yazar, kiminiz çok güzel koşar, kiminiz çok güzel çizer, kiminiz çok güzel yüzer. Bazılarınızın muazzam bir dil ve yaratım zekâsı vardır. Bazılarınızın ezber yeteneği diğerlerine göre daha fazladır. Sesinde sakladığı bir hazine vardır bazılarımızın; kullanıp eğitmezsek körelir. Dünyadaki yolculuğumuz sadece inanmaktan ibaret değil. Bu bir keşif yolculuğu… Bize armağan edilen o muazzam varlığı tüm engellere rağmen daha anlamlı bir hâle getirebilmenin yolculuğu bu. Sadece bildiğimiz değil, fark edip üzerinde durmadığımız her detaydan sorumluyuz.”
Çocuklar diye başladık oysa bizim de ihtiyacımız olan bu. Onlara model teşkil edecek bir duyuş ve duruş… Ortaya çıkaramadıkları, fark edemedikleri, peşinden gidemedikleri hülasa göremedikleri her güzelliğin körelmesinden sorumluyuz biz de.
Zorsa da imkânsız değil, hiçbir şey için geç kalınmış değil. Anlamak için beraber yürüyelim, gidişata odaklanmak yerine onu değiştirmeye çalışalım, inanalım.
Arayıp bulalım onu…
Selam ile