Arapça mı İngilizce mi? Hangi Dil?
Memlekete yeni dönmüştüm. Ve yeni çalışacağım okula evraklarımı vermek için gitmiştim. Daha önce bir İslam ülkesinde görev yaptığımı bilen müdürümüz, odasındaki Suriyeli velilerle iletişim kurma konusunda benden yardım istemişti.
Suriyeli velilerden iyi giyinmiş yarı resmi yarı modern bir tarza sahip bir hanım efendi vardı. Nizam ve intizam bildiği de aşikâr olan bu velimiz önce benimle Arapça konuşmuş, ben ise ona İngilizce konuşabilirse yardımcı olabileceğimi söylemiştim. Bu teklifi ben, utana sıkıla söylemiştim. Fakat velimiz, buna çok sevinmişti. Meğer kendisi İngilizce öğretmeniymiş. Suriyeliler okulunda da İngilizce dersi veriyordu.
Bu velimizle kısmen de olsa İngilizce iletişim sağlamış, var olan probleminin çözülmesi için yardımcı olmuştum. Müdürümüz, önce buna biraz şaşırmış, sonradan veli ile problemi çözdüğümüz için sesini çıkarmamıştı. Aslında müdürün ve İngilizce öğretmeninin beklentisi benim Arapça konuşmamdı. Ama Arapça bilmeyişime Suriyeli İngilizce öğretmeni için değil de müdürümüz için bir üzüntü sebebi olmuştu.
Suriyeli veli ile İngilizce konuşmak gücümüze gitmişti. Arapça konuşup Türkçe tercüme yapamamış İngilizce konuşup Türkçe çeviri yapmıştım. Geldiğim İslam ülkesi -ismi lazım değil- bana İslam’ın anlaşma dili olan Arapça yerine İngilizceyi dayatmıştı. Bu İslam ülkesinde resmi dil dışında ikinci konuşulan dil daha doğrusu öğrenilmesi için çaba harcanan dil İngilizce idi. Oysa İngilizler ve İngilizce konuşan diğer ülkeler bu İslam ülkesini yıllarca sömürmüşler ve bu ülkeyi sahnenin dışına itmişlerdi.
Şimdi bize gelelim. Bizde ise öteden beri Arapça veya Farsça öğrenmek gericiliğin simgesi olmuş. Modern ve seküler bakış bizi dil bilmez, kavram kavramaz nesil haline getirdi. Bu dil bilmez kavram kavramaz zihniyet, eğitim metodu olarak bize herhangi bir yabancı dil öğretme-öğrenmede de mutedil davranmamış. Kof bir dil öğrenme metodu sunmuştur. Şimdi ülkemize sığınan Suriyelilerin bir yabancı dili öğrenmede bizden daha istidadı olduğunu kim inkar edebilir.
Osmanlının en zor zamanlarında bile dil öğrenimi en soyut kavramları bile içselleştirirken şimdi geldiğimiz nokta bizi dışsallaştırmıştır. Tevfik Fikret’in Fransızca konuştuğu kadar konuşuyor muyuz. Yahya Kemal’in Fransızcası gibi bir yabancı dilimiz var mı. Onlar, bir vakitler bu dillerden edebi eserler devşirerek kendi edebi mecralarını buldular. Dünya edebiyatını yakından takip ettiler. Ve dünyada olup bitenlerden de haberdar oldular.
Şimdi Arap dünyası ile Türkiye’nin siyaseten en yoğun olduğu bir zamandayız. Ve biz Arap dünyasında olup bitenlere Fransız, affedersiniz İngiliz kalıyoruz. Şu anda kim bilir, ya da bilebilir ki Arap dünyasının siyaseti İstanbul’da şekilleniyor. Ama Arapçanın kültür, sanat ve diline ilgi maalesef gösterilmiyor. Bu nedenledir ki Arap dünyasıyla siyaseten oluşan olumlu hava bir müddet sonra karamsar bir tablo alıyor. Bu manzaranın bu şekilde gel-gitlere takılması dil bilmeyip yordam yormayışımızdan kaynaklanıyor.
Arapça, Farsça ve İngilizceyi bilen ve bu dillerden Türkçeye akıcı tercüme yapan bir dil ve düşünce geleneği kurma zamanı artık gelmedi mi?
Bir Kitap Okudum: Yazar Mehmet Sarmış’ın ‘Kıvırlık Kuşları’ adlı kitabı Suriye’den Türkiye’ye göç dramını anlatan yirmi hikayeden oluşuyor. Bir kitap. Kitapta Gerek yazarın gözlemleri ve gerekse savaşın ortasında kalan çile çeken işkence çeken insanların hikayeleri en canlı bir şekilde verilmiş. Yazar, Mehmet Sarmış yaşanan bu trajediye bir fotoğrafçı gözüyle bakmamış; hisli, duygulu ve Suriyeli mağdurların acısını içinde hissetmişçesine bu hikayeleri kaleme almış. Kitapla ilgili müstakil bir yazı ve edebi bir değerlendirmemizi ikinci okuyuşumuzdan sonra yapmak istiyoruz.
Vefat: Şiirimizin aksakallı büyüğü Bahattin Karakoç vefat etti. Allah rahmet eylesin. Ailesinin ve edebiyat dünyasının başı sağ olsun.