Dolar (USD)
35.18
Euro (EUR)
36.53
Gram Altın
2966.40
BIST 100
9724.5
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
09 Ağustos 2017

Aramızdaki Fuad Paşalar

Tanzimat'ın önemli siyaset simalarından Fuad Paşa'nın, 1867'de dönemin Fransız başbakanı Kompte de Palitan'a Osmanlı devletiyle ilgili olarak söylediği; "Siz dışarıdan, biz içeriden yıllardır yıkmaya çalışıyoruz, yine de yıkılmıyor bu devlet" cümlesi, tarihin tekerrürden ibaretliğinin bir adım ötesinde, her dönemin bir Fuad Paşası olduğunu göstermesi bakımından manidardır.

Aradan tam yüz elli yıl geçti ve ana muhalefet lideri Kemal Kılıçdaroğlu, geçen gün o cümleleri aratmayacak sözler söyledi Alman gazetesine. Bir anlamda "siz nasıl düşmansınız ki Fransız, Alman, Amerikalı hep birlikte Türkiye'ye diz çöktüremiyorsunuz." öfkesi de barındıran bu sözler Türkiye'nin muhalefet paradigmasının yeniden gözden geçirilmesini zorunlu kılıyor. Öyle görünüyor ki yerli bir muhalefet anlayışı yerleşmediği sürece ne önümüzü görebileceğiz ne de içimizdeki Fuad Paşalar biteceku2026

Oldukça ilginç bir siyaset tarihimiz var. Birinci Kanun-ı Esasi'den beri genel olarak iktidarlarla muhalefet arasında görünür yahut zımni bir çatışma alanı hep vardı. Bu, bazen alevlenip kemik kemiğe, ölümüne bir mücadele bazen sönükleşip perde arkasından 'altını oyma' biçiminde cereyan etti. İdeal olan, iktidar ile muhalefetin her ikisinin de ülkenin istikbaline yönelik çalışmalarıydı, bu hemen hiç olmadı. Bazen iktidar yerli, muhalefet ithal, bazen muhalefet yerli, iktidar ithal idi ve memleketin boşuna enerji kaybetmesinin ana nedenlerinden biri siyasetin doğasına bir ur gibi yapışmış olan bu 'yapmaya değil, yıkmaya ayarlanmış' muhalefet anlayışıdır.

Sait Halim Paşa'nın, Buhranlarımız kitabında döne dolaşa söylediği bir şey var: Batı müesseseleri beraberinde u2013yedeğinde değil- zihniyetini de ihraç eder. Gerçekten böyle oldu, her yerde, hep olan bu... Yazık ki Batı'ya göre ayarlanmış bütün kurumsal dönüşümler aynı zamanda 'dönüşümün' kimliğini de belirleyecek zihniyetleri alıp durdu geçmişten bugüne. Gerek ideolojilerimiz gerek onların içeriğini dolduran felsefi yaklaşımlar, gerekse onun pratik zeminini oluşturan partiler Batılılaşma sürecinin ürünleri. Hal böyle olunca, siyaset anlayışı da bir başından ötekine bu paradigmanın desteklediği epistemik alanda vuku buluyor. Osmanlı devletinin son dönemlerinden başlayarak yakın zamana kadar siyasetten hep yıpratmanın, kavganın, yok etmenin ve negatif enerjinin anlaşılmasının bir sebebi de ülkedeki farklı siyasal oluşum kökenlerinin Batı medeniyetine dayalı oluşudur. Kuruluş aşamasındaki Türkiye Cumhuriyeti devlet yapılanması entelektüel kökenlerini Fransız jakobenizmine dayadığı için uzun süre devletin gücünü Batıcı aydınlar kullanmış, bu da sonrasında telafisi ve ortadan kaldırılması zor bir 'halka rağmen halk için' anlayışını doğurmuştur. Yönetenlerin siyasetinin yönetilenlere tepeden bakmayı meşru gösterme içgüdüsünün referansını burada aramak gerekir. Bu, öylesine böyledir ki 1930'lu yılların başında devlet desteğiyle çıkarılan Kadro dergisinin sloganı 'halka rağmen halk için'dir.

Bununla birlikte, belli aralıklarla kibre kapılsa da, son on beş yıldır artık Türkiye'nin, halkına tepeden bakmayan yerli bir iktidar partisi var ve her geçen gün yerlilik oranı artacak biçimde kendini yenileyip duruyor. Ortada bunca sol parti varken sosyal demokrasi ihtiyaçlarına bile o cevap veriyor. Muhalefetin de ona ayak uydurup içinden geldiği toplumun taleplerine kulak verecek, ona yönelik politikalar geliştirecek yerli bir kimliğe bürünmesi gerekiyor. Üstelik bu bir seçenek bile değil, bir zorunluluk. İrilisi ufağıyla, er ya da geç, muhalefet ya bütün bünyesini ve işleyişini yerlileştirecek yahut yerini yerli bir muhalefet anlayışına bırakacak. İthal muhalefet anlayışlarına, düğmesi basılınca harekete geçen, sinyali alınca sokaklara inen muhalefet anlayışlarına halkımız artık prim vermiyor. Son kullanma tarihi Gezi olaylarıydı ve tarihin tozlu raflarındaki yerini çoktan aldı bile.

Muhalefet halef ile aynı kökten geliyor. Zımni olarak, günü geldiğinde selefinin yerine oturmayı, muhalif olmaktan çıkmayı, iktidar olmayı içeriyor. Bu sebepten aklı başında her muhalif siyasal hareketin, her muhalefet özünün, bir şekilde iktidar olmayı düşünmesi gerekiyor. Bir gün iktidara geçmeyi yahut muhalefette kalsa bile görüşlerini iktidarın praksisine dönüştürmeyi aklından geçirmeyen hiçbir muhalif hareket sağlıklı değildir. İçeriğinden kopmuş bir yöntem nasıl sadece yüzey etkilere sahipse, varoluşunu iktidar olma vizyonuna göre ayarlamayan, tek amacı iktidarı ortadan kaldırmak olan, o gidince yerine neyin, nasıl konması gerektiğini hesap etmeyen bir muhalefet yalnızca toplumuna değil, kendine de zarar verir.

2019'a yaklaşırken sadece ana muhalefetin değil, ara ve kıyı muhalefetin de en fazla çaba harcaması gereken konu bu olmalıdır. Postmodern sürecin postmodern aygıtlarının postmodern söylemlerine karşı hala 1920'lerin paradigmalarını ortaya sürmek CHP'nin merkez olduğu muhalefeti olsa olsa yerinde tutar ama bir adım öteye taşımamakla kalmaz, ülkeye de zarar verir. Bunu anlamanın vakti gelmedi mi sayın Kılıçdaroğlu?..