Araç Muayene Ücretlerinden, Evlenemeyenler Meselesine Kadar!
Dünya dediğin iki kulplu kazan, tut bir ucundan sen de kazan!..
Yok, bu bize uymaz.
Bal tutup parmak yalayanlar arasında da olmak istemeyiz.
Hz. Ömer’in (r.a.) “Dünyaya
az meylet ki hür yaşayasın!” tavsiyesine uyabilirsek, ne mutlu bize.
Ünlü Düşünür Thoreau,
“Ayağa kalkıp yaşamadan oturup
yazmaya çalışmak ne büyük bir sefalettir.” demiş.
Yaşamak mühim, aynı havayı soluduğun, aynı havayı
paylaştığın “sesi duyulmayan
vatandaşlarla” birlikte yaşamak, onları anlamaya çalışmak, dahası onlardan
biri olmak.
Bu kolay iş değil.
Fildişi kulelere hapsolmayacaksın.
“İlişkilerin adamı” olmayacaksın.
Çarşıyı, pazarı ihmal etmeyeceksin.
“Tabandan” gelen
seslere kulak tıkamayacak, “Beni, bana
faydası dokunacaklar okusun, görsün ve duysun yeter!” demeyeceksin.
“Doğruya doğru, yanlışa
yanlış” deme çabasının bedelinin olduğunu da bileceksin.
Bir de, “sesini
duyuramayan vatandaşlarla” iletişim kanallarını açık tuttuğun için “nefsine ağır gelen tepkilerle”
karşılaşmayı göze alacaksın!
Derdini kimseye anlatamayan vatandaş, seni bulur, sana
patlar!..
Şöyle, “kafa dinlemek” için telefonu bir saatliğine
kapatmaya karar verdiğimiz anda, bir vatandaş aradı.
“Ya Serdar Bey”
dedi;
“Sana da bir haller
oldu!”
Bana bir haller olmuş…
Acaba ne haller oldu bana?
“Geçen gün ‘Ali
Babacan mı aday olur, Abdullah Gül mü?’ diye yazmışsın!”
Yani…
Yazmayalım mı, ara sıra “Kulis”
atmayalım mı?..
Hayır, vatandaşın derdi var:
“Ya kardeşim, araç
muayenelerini yazsana!.. Büyük para çok büyük!.. Bari, güneşin altında
bekletmeseler, bir ‘gölgelik” olsun koysalar!..”
Bu konuya şöyle bir değinmiştik aslında; “Milyonlarca
araç sahibinin canını sıkacak gelişme: Salgın nedeniyle Temmuz ayında yeniden
başlayacak olan araç muayene istasyonlarının yaptıkları yeni zamlar sonrası,
bir binek otomobilin muayene ücreti 410 liraya yükseldi!” haberine
“Bu nedir kardeşim!” makamındaki bir yazıyla tepki.
Efendim bu işler “özelleşti”,
güzelleşti…
Bize de “Niye
yazmıyorsun kardeşim” fırçasını yemek düştü!
Sadece telefondan değil, mesaj kutumuzdan da tepkiler
geliyor, araçların kahir ekseriyeti dar gelirli olan sahipleri “Şu muayene bedelleri Allah aşkına
düşürülsün!” diyor.
Yetkililere Saygılarımla Arz Ederim.
EVLENEBİLMEK İYİCE ZORLAŞTI, AMAN BİR ÇARE!
Geçtiğimiz günlerde, “Altın
fiyatları uçtu gitti, dar gelirli ailelerinin çocuklarının evlenebilmelerinin
önündeki engeller büyüdü, aileler yüklü altın taleplerinden vazgeçsin,
yetkililerimiz de Allah Aşkına şu işe bir el atsın!” demiştik.
Yetkililerden bu konuda ses gelmedi.
Sayın Numan Kurtulmuş, “Aileyi
her türlü kötülüklerden korumak vazifemizdir. Aile yapısını korumalıyız” dedi
ama kendilerinin “isabetle” bahsettikleri
bir başka mesele.
Batı’daki “Aile
Yıkımı”nı, farkında olarak veya olmayarak
Türkiye’ye taşımak isteyenlere şöyle yüklendi Sayın Kurtulmuş:
“Aile hayatını
ortadan kaldıracak, aileyi lüzumsuz, değersiz, geçersiz hale getirecek her
türlü sinsi fikirlere, akımlara ve ideolojilere karşı uyanık olmak
mecburiyetindeyiz!”
Buradaki “SİNSİ”
kelimesine özellikle dikkat çekmek isterim.
Yüce Allah “sinsi
insanlardan ve plânlardan” korusun memleketimizi.
Efendim, Sayın Numan Kurtulmuş’un söylemleri ne ölçüde
eyleme geçer, ne olur ne biter; “Evlenmelerin hızla azaldığı, boşalmaların da
hızla arttığı” bir süreçteyiz.
“Fren tutmayan” bu gidişe “Dur!”
demek için “söylem”in ötesinde neler yapılır, bunlara bakarız…
İşin “mevzuat” yönü elbette önemli, kanunlar bir yere kadar
etkili olur.
Amma velâkin, aileyi koruyacak esas tedbir, çocuklarımıza
gençlerimize “Aile Şuuru”nu
verebilmektir!
Biz bunca yıl “okul
okuduk”, bizlere, İslâm’ın “Ailemize Verdiği” önem, İslam’ın “Erkek ve
Kadına Bakışı”, “Hazret-i Peygamber’in
(s.a.v.) örnek aile hayatı” gibi konularda bir şeyler söylenmedi.
Bu imam hatiplerde bir ölçüde veriliyordur ama bize imam
hatipli olmak nasip olmadı.
Bize denilen:
Kadın eşittir erkek,
erkek eşittir kadın!..
Bu söylem olduğu gibi kaldı ve üzerine “bir şeyler” eklendi:
Güç bela durdurtabildiğimiz
“Toplumsal Cinsiyet Eşitliği”
Projeleri gördük eğitimde.
Neler neler gördük de…
“Ailemize Sahip
Çıkmanın” eğitim alt yapısına dair gelişmeler göremedik.
Allah ömür verirse bir gün görürüz inşAllah.
Biz göremezsek, torunlarımız görür inşAllah.
Vatandaşlarımızın kahir ekseriyetinin “eğitim
dünyamızdan” yana dertli olduğunu
söyleyebiliriz.
“Bu memlekette nice
atılımlara imza atıldı; sağlık, ulaştırma, yerli savunma sanayii…
Bunlar güzel ama
eğitim alt yapısı sağlam olmayınca işler iyiye varmaz!” diyenler çok.
İlköğretimde, ortaöğretimde, üniversitede “maneviyat” adına
pek bir şey verilmiyor.
Eğitim modeli “maddeci” ama meselenin “maddiyât” tarafı da
parlak sayılmaz.
Pekçok alanda mezun şişmesi var.
Zamanında mesleğe yönlendirme olmadığı, herkesin ille de
dört yıllık üniversite diplomasını kapmanın ve kapağı devlete atmanın peşinde
koştuğu sistem tıkanır.
İş sahipleri işe yarar eleman, işsizler ise iş ararken
etraftaki “Vasıfsız Üniversite
Mezunları”nın sayısı da gittikçe
artıyor.
Bu da hem Devlet’in hem de bizim üzerimizde basınca yol
açıyor.
“Niye yazmıyorsun
kardeşim bunları!” diyerek fırça atan okuyucularımızın canları sağ olsun.
Yukarıda bir yerlerde “Evliliğin
Maliyeti” meselesine girer gibi olmuştuk.
Burada tamamlayalım:
Bugün için ne kadar kısarsan kıs, şöyle “İstanbul Sözleşmesi”nin kökünün kazınmasını emrettiği
“geleneklerimize” uygun bir “evlilik”
gerçekleştirmek istiyorsan 150 bin liranın (20 bin Amerikan Doları) altına
düşemiyorsun.
Her ay bin lira biriktirebilen bir vatandaş bu parayı 10 senede bir araya getiremez, on
seneye kadar da Allah bilir, “en mütevazısından” evlenebilmenin maliyeti
milyonu bulur!..
“Kredi çeksen” fena.
“Faizle Evlilik” mi, Allah Muhafaza!
Yani…
Uzun lâfın kısası:
“Ailemizi Korumak ve Bitmesini Engellemek” istiyorsak
gençlerin evlenebilmelerinin yolunu açmak mecburiyetindeyiz!
“İlle de dört yıllık üniversite mezunu olacağım” diyen vatan evlâdı, “orta yaşa gelinceye”
kadar okulda tutuluyor.
Sonra da “diplomalı
ama vasıfsız eleman” olarak piyasaya geliyor.
Devlete kapağı atamazsa, sıkıntı!..
Vatandaşlardan da bendenize nice fırça:
“Yüksek siyaset
yapacağına bunları yazsana, sokaktaki vatandaştan iyice koptun kardeşim!”
Kendimi “Mazlumu
getirin bana, mazlumu” Filmi’nin başrol oyuncusu gibi hissetmiyor da
değilim!