AR Kısa Film Yarışması Ödülleri'ni verdi
Altı yıldır yapılan, gelenek haline gelen Uluslararası Alemlere Rahmet Kısa film yarışmasının altıncı ve sonuncusu 9 Aralık Çarşamba günü gerçekleştirildi. Sonuncusu olduğu için üzülmemize gerek yok.
Çünkü bundan böyle festival olarak gerçekleştirilmesi düşünülüyor.
Siyer Vakfı kurucusu Muhammed Emin Yıldırım, büyük bir miras üzerinde olduğumuz medeniyetin övülmeye ihtiyacı olmadığı ile başlayan sözlerinin devamında, sinemada, Hz. Muhammed as‘ın merhametten ibaret koca hayatının, pek az yer kapladığı halde sadece savaşlardan ibaretmiş gibi gösterildiğine işaret etti. Ayrıca konuşmalarında büyük imkanların gölgesinde oynatılan, ilim ve hikmet derinliği olması gereken film ve dizilerin kılıç kalkan efekti gölgesinde kalmış olduğuna dair ortak düşüncelerimizi pekiştiren fikirlerini de serdetti.
Ve bir müjde verildi. Fidan Sanat Merkezi’nin açıldığı ilan edildi. Sanat ve sinemanın üretileceği fidanlık müjdesi hepimize çok iyi geldi.
Doğrusu böyle; üretilmiş sanat ürünlerinin gösterime girdiği, daha ötesi sanat eserlerini değerlendirme noktasına gelmiş olunan ortamlarda bir şeylerin artık konuşmaların çok ötesine geçirilmiş, essahtan gerçekleştirilmiş olması büyük sevinç kaynağı oluyor. Daha öncesinde ise konuşmaların tümünden yansıyan havaya baktığınızda, her anlamda kendini eleştiren bir toplumun artık iyileşmeyi göze aldığına, olduğundan daha iyiye dönüşme kararını vermiş olduğuna dair ümitlerimiz yeşermiyor.
Çoktan yeşermiş olduğu için, çiçeğe-meyveye duruyor.
Kısa film yarışma jüri ekibinden biri olarak, ben de, büyük bir inanç ailesinin; sinema sanatının kapısına, iyilik ve güzellikle, önceki yıl kardeşlik, bu yıl aile gibi birbirinden değerli konularda yanına dünyanın sanatçılarını da alarak gelip dayanmış olmasına tanık olduğum için mutluydum. Alemlere rahmet adı altında toplandığımız salonda kendimizi Hz. Peygamber as ın uzaktan sahabeleri/arkadaşları gibi hissettim. Aklıma o büyük inanç ailesinin atası hanif İbrahim as geldi. Dilime büyük adı değdi. Anmadan edemedim.
Saf tevhidin, alemlere rahmeti ilke edinmişliğin cevherinden yola çıkacak bir sanatın ve sinemanın dünyaya nasıl bir sevgi, merhamet ve birliktelik çığırı açabileceğine dair heyecanlandım ve umutlandım. Göz bebeklerim bir an ufku görüyormuş gibi oldu ve büyüdü. O an çocuklar için hayatını yazdığım Peygamberimizin as yetişkinler için senaryosunu yazdım ve tam sete, tozlu topraklı sete gidip çekimlere dalmışken sahneye, konuşma için çağırıldım. Üstümü başımı silkeledim. Çıktım.
Hayatınızın hemen her anı hikmet içinde yüzmeyi öğrenme sürecine dönüşmüşken, parmağınıza kalem batsa kelam akıyorken topluluk önüne çıktığınızda bir an ne konuşacağınızı bilemiyorsunuz. Hangi cümleyi kurmuş olursam olayım içimde tam anlamıyla sanat ve evrensellik tavaf ediyordu. Tevhidin dünyaya söyleyeceği hem çok eski, köklü-kadim, hem çok yeni, göklü-dallı- uçsuz nice söylemleri olduğunu düşünüyordum. Haberdar olmadığımız ve edemediğimiz için bir o kadar hüzünlüydüm. Birlik duygusunun taşıdığı potansiyelin coşkusunu, çağıltısını, yıkılmış onca insan gönlünün nasıl yapılacağını düşünüp duruyordum… Sinemanın, kısa-uzun filmin ve bütünüyle sanatın buralarda üstlenebileceği o büyük rolle nasıl bir elçi olabileceğini…
Mikrofonun kulağına eğildim.
Dedim ki…