Apolojik kültür
“Artık
ayrılma vakti geldi çattı. Ben ölmeye, siz yaşamaya gidiyorsunuz; fakat
hangimiz daha iyi nasibe gidiyoruz, bunu ancak Allah bilir.” Bu cümleler yaşadığı çağ tarafından
hikmeti bir türlü anlaşılamayan Sokrates’in son sözleridir. İçinde bulunduğu
toplum tarafından anlaşılamadığı için suçlu bulunan ve az bir oy farkıyla ölüme
mahkûm edilen Sokrates, kendini savunmak ve kaçma imkânı olduğu halde kaçmak
yerine cezasına razı gelerek baldıran zehrini içer. Söylentilerde eşinin “Seni
haksız yere idam ediyorlar, itiraz etsene!” sözüne “Onlar haklı olsaydı
daha mı iyi olurdu?” diye cevap verecek kadar onurlu bir duruş sergileyen
Sokrates’in savunmasına tarihi kaynaklarda her ne kadar apoloji denmiş olsa da
apoloji kelime anlamı olarak özür dilemek ve kendini savunmak anlamına gelir.
Aslında Sokrates, kendini savunmak yerine ömrünün son demlerinde dahi halkın
aydınlanması ve bakış açılarını genişletmek için uğraşmıştır. Apolojinin
günümüzde kullanımıyla Sokrates'in savunması bir apoloji değildir.
Özür dilemek,
savunma amaçlı konuşma
olarak tanımlanan apoloji, Sokrates’in savunmasına atfedilmiş olsa da
literatüre Hıristiyanlığa karşı belli bir saldırı karşısında Hıristiyanlığı
savunmak ve bu saldırılara karşı somut cevaplar vermek olarak girmiştir. Bu
anlamda ilk apolojistlerin Havariler olduğu söylenir. Ortaçağ Batı
Felsefesi’nin öncülerinden biri olan St. Thomas Aquinas'ın Summa Contra
Gentiles isimli beş ciltlik eseri ise bu bağlamda yazılan ilk eserdir.
Eser, Yahudiliğe ve İslam'a karşı Hristiyanlığı savunma gayesindedir. Bununla
birlikte Tanrının varlığını, âlemin yaratılışını, Hristiyanlığın hükümleri ile
ilgili temel konularını akılla açıklamaya çalışır. Aydınlanma Çağı ile birlikte
akılcılığın ön plana çıkmasıyla apolojistler diğer dinlere karşı Hristiyanlığı
savunmakla beraber kendi içlerinde ortaya çıkan mezheplere karşı da bir savunma
psikolojisi içerisine düşmüşlerdir.
Hristiyan
dünyasında doğan bu sosyolojik olgu, bugün hakikatinin hikmetine vakıf olamamış
bütün topluluklar ve inanç mensupları için genel geçer bir durum haline
gelmiştir. Maalesef bu olgu bugün içinde bulunduğumuz zamanı da kuşatmış
durumdadır.
Hak ve hakikat olduğunun
hikmetine varamamış; bilgiden yoksun bir toplum suçluluk psikolojisi ile
doğrularını savunmaya başladığı gün ilk vurgunu yemiş olur. Kendini suçlu
hisseden kişi apolojik bir tavır sergilemeye çalışır. Öyle bir zaman gelir ki
bu tavır, o topluluk için bir yaşam felsefesi haline dönüşerek hakikatinden
uzaklaşır. Bir zaman sonra da inandığı gibi yaşamak yerine yaşadığı gibi
inanmaya başlar. Bugün vahdeti yitirdiğimiz için bize Tevhid'i sorgulatmaya
başlamaları da bunun sonucudur.
Prof. Dr. Mehmet
Özger “Yazdığınız bir metinde geçen bir ayetten dolayı size gerici olarak
bakabilirler. Hayır, İnanmayanlar değil!
İnandığını iddia edenler bunu yapacaktır. Raskolnikov’un baltasından hareketle
bir metin yazarsanız sizi alkışlar ama İbrahim’in baltası derseniz, yüzünü ekşitir
apolojik kişi.” sözüyle durumu özetler.
İnsan, kökünü ne
kadar inkâr etse de hangi ağaç olduğu her zaman bellidir ve o ağacı ayakta
tutan köküdür. Bizim topluluğumuz da çınar ağacıdır. İçimizden bazıları kökünü
ne kadar inkâr etmeye kalkarsa kalksın Batı Medeniyeti bize her baktığında o
çınar ağacını görecek ve o ağacı kesmek, yok etmek için elinden geleni
yapacaktır. Bize düşen ise apolotik bir yanılgıya düşerek aşağılık kompleksiyle
hareket etmek yerine hakikatin ta kendisi olduğumuza inanarak başı dik ve
onurlu bir duruş ile hakikati haykırmaktır.
İnançlı kişi,
bütün apolotik eylemlerden beri durarak “Eğer inanıyorsanız üstün gelecek
olan sizlersiniz.” vaadine ulaşma gayretinde olan kişidir. İnandığı hakikat
ile mutmaindir ve Hakk'a ram olmanın şuurundadır.
Yazımıza yine
Sokrates ile son verelim. Sokrates’in savunması apolotik değil bilakis hikmetin
tezahürüdür. İdam edilmesine karar verenlere şöyle söyler: “Yarın
çocuklarınız büyüyüp bilge tavır sergilediğinde onların da ölümü için oy
kullanabilecek misiniz?” Nihayetinde her kim güneşi balçıkla sıvamaya
kalkarsa ancak kendi gözüne mil çekmiş olur.