Antitez
Sermaye hareketleri, dünyadaki hegemonya savaşının en belirleyici unsurudur. Meselâ bu değişmez gerçek, 1750’lerde kendini Britanya’da gösterdi. Ama 1800’lü yılların sonlarına doğru, rüzgâr biranda tersine döndü ve Birleşik Krallık hegemonyasının gerileme dönemi başladı. Yerine ise yükselen ekonomileriyle Almanya, Japonya ve Amerika öne çıkan ülkeler oldu ki 2. Dünya Savaşı da, bu rekabetin bir sonucu olarak tarih sahnesinde yerini aldı.
Neticede savaşı kazanan Amerika, kısa bir zaman içerisinde kapasitesini en üst seviyelere taşımayı başardı. Fakat Amerika hegemonya konusunda, Britanya’nın durumuna düşmek istemiyordu. O yüzden birçok kıstası göz önüne alarak, farklı bir yol çizmeyi tercih ettiler. Evet, bahsettiğimiz bu yol; çok derinlerde kendine bağımlı bir karşıt güç ortaya çıkararak, dünya kontrolünü sağlama düşüncesinden başkası değildi.
Yani Sovyetler, Amerikan hegemonyasının sürdürülmesi adına yükseltilen, bir anti-tez yansımasıydı kısaca. Keza karşıtlıkları; Sovyetler için Emperyalizm, Amerika için de Komünizm tehlikesi üzerinde şekillendi. Tabi buna herkesi inandırsalar da, Sovyetler Birliği bünyesindeki sosyalist yapının, kapitalist düzenin temel alındığı bir çerçevede hareket ettiği sır sayılmazdı. Bu ise her halükarda, bir Amerikan hegemonyasını işaret ediyordu.
Ne var ki 2000’lerin başından itibaren sermaye, teknoloji ve sanayinin Çin’e yöneldiğini izledik. Yani Amerika için tehlike ve tehditlerin odağında, artık Çin vardı. Avrupa dolar baskısı yüzünden Çin’e yakınlaşsa da, Amerikan Cumhuriyetçileri ve Demokratları, Çin’e önlem alınması paydasında birleştiler. Dahası Derin Amerika’nın temsilcileri, Ortadoğu’yu parçalayarak, hogomonik bir üstünlük yakalanacağı noktasında da anlaştılar.
***
Her şeyi Suriye Anayasası belirleyecek;
Şimdi hep beraber yukardaki tespitler ışığında, bu günleri değerlendirmeye başlayabiliriz. Öyle ki Türkiye’nin, güvenlik tehdidini bertaraf etmek amacıyla, masadaki gücünü, silahın namlusuyla geliştirdiği günlerden geçiyoruz. Gerçi Türkiye, Amerika ve Rusya’yla masaya oturarak, Ankara ile Soçi mutabakatlarını istediği kıvamda bağlamayı başardı. Lakin aktörlerin ve senaryoların fazlalığı, yine de tedbiri elden bırakmamayı tembihlemekte...
Sakın yanlış anlaşılmasın. Türkiye Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı Harekâtlarıyla büyük bir oyunu bozdu. Böylece bölgesel güç olarak Ortadoğu ve Akdeniz'de, etkin bir ülke haline geldiğimiz de aşikâr… Bizi kaygılandıran husus; hem Amerika hem de Rusya’nın, buna ne derece rıza göstereceği... Yoksa Amerika’nın “çekilerek”, Rusya-Türkiye ilişkilerine nasıl bir miras bıraktığını şimdiden kestirmek zor…
Neden “K. Suriye’de önümüzü açan Putin ve Trump, Türkiye’yi zor durumda bıraksın ki” demeyin. Konu ne Putin ne de Trump… Asıl şüphelendiğimiz mesele; Amerika ve Rusya’nın, baskın iç dinamiklerinde düğümlenmekte… Kaldı ki bölgeyi incelediğimizde, Amerika’nın Suriye’de Petrol olan yerleri terk ettiği asla söylemez. Elbette James Jeffery’in; "YPG geri çekildi ama tam anlamı ile yenilgiye uğratılmadı ya da oyun dışı kalmadı” ifadelerini de, bu minvalde okumak mümkün.
Özetle derin Amerika’nın kafasında, Musul-Kerkük’ten Akdeniz'e uzanan hat hâlâ tazeliğini koruyor... Nitekim bunu da güneye çekilen YPG ile sağlamayı düşündükleri net. Öte tarafta da İsrail’le sıkı ilişkiler geliştiren ve YPG’yi terör örgütü olarak henüz kabul etmemiş, bir Rusya mevcut. İşin sonunda ise YPG’nin, güvenli bölgenin güneyinde varlığını sürdüreceği ve birilerinin çıkarlarına hizmet etmeye devam edeceği gibi bir teori çok da ütopik görülmemeli.
***
Anlayacağınız her şeyi yeni yazılacak, Suriye Anayasası belirleyecek gibi duruyor. Zira bazı derin güçlerin, Suriye’de bir antitez operasyonuyla, federatif yapı kurmak istediği ortada… Tabi karşılarında “Zor oyunu bozar” diyen bir Türkiye var ki, ne Amerika, ne de özellikle Rusya için artık vazgeçilmez konuma sahip… Ayrıca Suriye’den yükselen “federasyon ve özerk idare hayalleri geçmişte kaldı” sesleri de önemli… Malumunuz üzere satranç büyük. Bu ise uyanık olmamızı gerektiriyor...