Dolar (USD)
34.53
Euro (EUR)
36.13
Gram Altın
2967.07
BIST 100
0
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE
16 Ekim 2022

Anti-Dezenformasyon yasası üzerine

Bazıları “sansür yasası” diyor.

“Sansür” ne demek?

“Her türlü yayım ve yayının kamu otoritesi tarafından önceden denetlenmesi, bu türden faaliyetlerin izne bağlı olması.”

Türk Dil Kurumu Sözlüğü’ndeki “sansür” tanımı şöyle:

“Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin hükûmetçe önceden denetlenmesi işi, sıkı denetim

Her türlü yayının, sinema ve tiyatro eserinin yayınının ve gösterilmesinin izne bağlı olması, sıkı denetim.”

Her kavramı yerli yerinde kullanmak gerek.

Mesela, RTÜK Sansürü’nden bahsedebilmeniz için, radyo ve televizyon yayınlarının önceden “denetimden” geçiyor olması lâzım.

RTÜK için “Sansür Üst Kurulu” derseniz yanlış olur.

Yayının şikâyet üzerine ele alınmasına ve ceza verilmesine “sansür” denilemez.

Ceza haksız bulunabilir, televizyonun politik kararla cezalandırılmak istendiği ve bunun hukuka, basın özgürlüğüne aykırı olduğu söylenebilir.

Nitekim benim de bazı itirazlarım var; onca şikayete rağmen bazı yuva yıkıcı, toplumun ruh sağlığını bozucu, şiddeti özendiren yayınlara niçin müeyyide uygulanmıyor mesela…

Bunları ben de sorguluyorum..

Lâkin, sansür başka bir şey.

Anti-Dezenformasyon Kanunu’na tepkilerin etkili olabilmesi için, birilerinin “sansür” kavramına başvurmasını da anormal karşılamıyorum doğrusu…

Politikacıların itirazlarına kuvvet kazandırabilmek için konuyu abartmalarına, kavramları zeminlerinden kaydırmalarına alışığız.

Her kavram duruma göre kullanılabiliyor maalesef…

Politika arenasının çekişen tarafları kavramların içini boşaltmak için yarış ediyor adeta.

Politika böyle bir şey!

Anti Dezenformasyon Düzenlemesi’ne karşı çıkanların “özgürlükçü” görünümlü söylemlerine de fazla itibar ediyor değilim…

Özgürlük” de, birçokları gibi duruma göre kullanmaya çok müsait bir kavram.

Bugün Anti-Dezenformasyon düzenlemesine “özgürlük” kavramına öne sürerek karşı çıkanlar, 28 Şubat sürecinde, “Çocukların Kur’an eğitimi almasına karşı çıkmak din düşmanlığıdır!” dediğimiz için üzerimize az gelmemişlerdi.

Onlar başörtüsü yasaklarını savunurken de, Anayasa’da, kanunlarda yasak olmamasına rağmen “Her yerin bir kuralı var, öyle başınıza buyruk hareket edemezsiniz, özgürlük dediğiniz de bir yere kadar!” diyorlardı.

Seçim atmosferine” girdiğimiz bu süreçte, “geçmişte yanlış yapıldığını” kabul eder gibi takılanların “arka bahçelerindeki” sözde aydınlar da, “Ama özgür olması gereken başörtüsüdür, türban değil! Zira türban siyasi simgedir!” diyerek aslında milim kıpırdamadıklarını gösteriyorlar.

Maksadım konuyu 28 Şubat günlerine taşımak değil, bugün Anti -Dezenformasyon Kanunu’na karşı çıkanların çok büyük bölümünün aslında “hak ve özgürlüklerden” yana olmadıklarını anlatabilmek.

Bana, “Bir gazeteci olarak Anti-Dezenformasyon düzenlemesinin sizin de hareket alanınızı iyice kısıtlamasından endişe etmiyor musunuz?” diye soranlar oluyor, tartışmalı maddeye işaret ederek.

Madde 29 yani.

Hatırlatalım:

“Sırf halk arasında endişe korku veya panik yaratmak saikiyle ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır. Failin suçu gerçek kimliğini gizleyerek veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlemesi halinde, birinci fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.”

Tekrar okuduk.

Soru neydi?

“Bir gazeteci olarak Anti-Dezenformasyon düzenlemesinin sizin de hareket alanınızı iyice kısıtlamasından endişe etmiyor musunuz?”

Cevap vereyim:

Elbette, yorum alanının iyice daraltılmasından ve boşlukların mümkün olduğunca kapatılmasından yanayım.

Bununla birlikte…

Bir gazeteci olarak , gerçeğe aykırı bir bilgiyi yazmamak, dile getirmemek ve yaymamak gibi sorumluluklarım yok mu?

Sırf, halk arasında korku ve panik meydana getirmek için yalan yanlış bilgileri yaymak sonuna kadar serbest mi olmalı?

Bunları bir de kimlik gizleyerek, “örgüt” faaliyetleri çerçevesinde yapmak tamamen serbest mi olmalı

Diyelim ki, bir gazeteyi yönetiyorsunuz...

Kamuoyunda infial meydana getirme potansiyeli olan bir haberin basılıp basılmamasına karar vereceksiniz…

Bu haberin doğru olup olmadığını araştırmak ve sayfalarınızda doğru olduğuna kesin olarak kanaat getirdikten sonra yer vermek, doğru olduğundan emin değilseniz böyle işlere hiç girmemek gibi bir sorumluluğunuz yok mu?

Ya “yanlış” haberden dolayı ortalık birbirine girerse…

Müessif olaylar meydana gelirse?

Bir gazete böyle yapamaz, yapmamalıdır değil mi?

Sosyal medya olunca durum değişiyor mu peki?

Başımdan geçen bir hadise:

Korkunç bir sosyal medya iftirası atıldı şahsıma.

Kaynak siteye dava açtım ve kazandım.

Bir belediye meclis üyesinin bundan haberi olmamış, araştırmadan soruşturmadan o iddialarla bana saldırmış.

Telefon numarasını buldum.

Ben Serdar Arseven!” dedim.

Sonra da, söylemem gerekenleri teker teker söyledim.

Bin kez özür diledi, “Bilseydim yapmazdım!” dedi.

“Biraz olsun araştırsaydınız, hatta biraz olsun düşünebilseydiniz bu hataya düşmezdiniz?” dedim.

“Haklısınız”dedi.

Paylaşımını sildi ama ondan alıntı yapanlar olmuş, onların hepsine teker teker ulaşıp düzeltemez ki işlediği haltı.

Neyse…

Bundan sonra böyle şeyler yapmayacağına, paylaşmadan önce iyice araştıracağına dair sözler verdi.

Paylaşımını sildi.

Dâvâ açmadım.

*

O şahıs bu yanlışı kendi ismi ve soyadıyla yaptı. Bir de “yumurta” hesaplarla, “rumuz”larla saldıranlar var.

İftira atanlar var, terör estirenler var.

Toplumdaki sinir uçlarına yalan yanlış iddialarla dokunanlar, kesimleri birbirine düşürmeye çalışanlar var.

Bunların çoğunun organize faaliyetler olduğunu biliyoruz…

Organize ve terörize…

Bunlara karşı ne yapmak gerek?

Hiçbir şey yapmamak mı?

Efendim, onlara karşı düzenlemeler zaten mevcut Ceza Kanunu’nda var…

E, varsa, itirazın sebebi ne?

“Yapılan işin faydası da zararı da yok!” mu deniyor yani?

Düzenlemede sosyal medyanın özelliklerine dair birçok husus var.

Yapılan iş “boşuna” değil yani…

Bir şeyler yapılmalı da, nasıl?

*

Anti Dezenformasyon Düzenlemesi’ne tepki için arayan hukukçu dostlardan biri, “sosyal medya terörüne karşı bir düzenleme yapılmasının şart olduğunu ancak bu şekilde yapılmaması gerektiğini” söyleyince….

Peki o zaman, siz savcı ya da hakime yorum alanı açmayan bir madde yazın ve gönderin. Onun üzerinde tartışalım” dedim

Epey vakit oldu, ses seda yok!..

Kanun geldi geçti, ses seda yok!

*

Neyin yapılmaması gerektiğini söyleyen çok da…

“Ne yapmalı”nın cevabı yok.

Bırak dağınık kalsın” da cevap mı yani?

“İstemezük”ten başka teklifi olanları dinlemeye hazırım.

AMASRA’DA YÜREK YANGINI

Amasra’daki maden faciası yüreğimize bir büyük ateş daha düşürdü.

Vefat eden kardeşlerimize Allah’tan rahmet, kederli ailelerine sabır diliyorum.

Rabbim yaralılarımıza şifa versin.