Dolar (USD)
34.92
Euro (EUR)
36.39
Gram Altın
2942.93
BIST 100
10025.47
02:17 İMSAK'A
KALAN SÜRE

Annelikten uzaklaştırılan anneler

“Her Sabahki Dram Geleceğimizdir” serlevhalı yazımızda bir suçlu aramamıştık. Hele kadınlarımızı asla suçlamamıştık. Durum tespiti yaparak geleceğimizin dramına ayna tutmaya çalışmıştık.

“Elbette kadın okumalı, kültürlü ve bilgili olmalı, ancak illa da çalışmak zorunda kalmamalı ya da öyle hissetmemeli kendisini. Anne adayı ya da anne, aklen, bedenen ve ruhen nasıl sağlıklı olunur öğrenmeli. Ahlaklı, inançlı, merhametli, çalışkan, fedakar, bilgili, kültürlü nasıl olunur bilmeli. Çocuk yetiştirme, ev ekonomisi, komşuluk ilişkileri konusunda bilgili olmalı. Erkeği olmadığı zaman nasıl hareket edeceğini bilmeli. Temiz, sade, iffetli, güven veren ve güven duyan biri olmalı. Cesaretlendiren, heyecan veren, affeden ve merhamet eden olmalı. Görüntüsü de tarzı da sesi de işi de kadına kadınlığa uygun olmalı, dişi olmalı yani.” (A.K)

“Erkeğin gözü güzel görmek, kadının kulağı güzel duymak ister.

Erkeğine ve çocuklarına güzel görünmek için dikkat eden ama erkekleşmeden kadın kalan kadınlardır, ömre ömür katanlar.

Anne olan ve bütün insanlık medeniyeti için anne kalan kadınların ayağının altına cennetin konulması; başarılı, adaletli, merhametli, disiplinli, sağlıklı, çalışkan, ahlaklı, inançlı, temiz bir toplum için bunca fedakarlığı yapmalarındandır zannımca”.

Efendim insanlık tarihince suçlu çocuk yoktur suça itilmiş çocuklar vardır kaidesi akl-ı müsellemin tespitleri arasındadır. Buradan hareketle biz de deriz ki, her kadın çalışmak için can atmamaktadır. Çalışmak zorunda bırakılan kadınların sayısı bir hayli fazladır.

Evvela; sekülerleşen kültürlerle ve görenek belasıyla bütün statüler sarsıldı. Bundan en büyük zararı evdeki kadın gördü. Gerçek statü insanı olan, insanlık medeniyetinin devamı için üretimde bulunan kadının anne olma ve ev hanımı kalarak aileyi sağlam tutma vasfı örselendi. Çalışmayan ev hanımları hor görülerek kimlik kriziyle karşı karşıya kaldılar. Hakiki üretim olan anneliği hor gören feminen ve kapital anlayış kadını yuvasından çıkarıp sokağa attı. Gelişmemiş aydınlarımızın denetlenemeyen arzuları, narsizmlerinin üretim gerekçesi, kadınlar üzerinden güç devşirme hevesleri moda haline geldi. Hakları olmadığı halde kadınları dile düşürdüler.

Ev hanımlığı, meslekler arasında en birinci sırayı alan bir meslek gibi görülmelidir. Ailedeki üretime katkılarıysayüksek katma değerdedir. Çalışan annelere gelince daha farklı bakılmalıdır onlara. Çünkü onların fedakarlığı ev hanımlarına nispet edilemez. Hem bir kısım çalışan anneler vardır ki ev hanımlarından daha nitelikli ve kaliteli zaman geçirirler çocuklarıyla. Yaşama dair tecrübeleri, yaşamı daha kaliteli hale getirebilir.

İkincisi; sermayenin dümenine su taşıyan devletlerin cebir ve cesaretlendirmesiyle kadınların çalışma hayatına itildikleri günümüz dünyasının yadsınamaz gerçeklerindendir. Onlara en büyük kötülüklerden biri de devlet eliyle gelir. İstihdam ve üretim perdesi altında kadınlar iş hayatında tükenmişliğin trajik boyutuna itilir. Kadını ailesinden ederek aileye en büyük kötülüğü yapan devlet, baltayı kendi ayağına vurur. Ruh sağlığı yerinde olmayan ebeveynlerin ruh sağlığı yerinde olan nesiller yetiştiremeyeceğini unutur.

Üçüncüsü; hem İslami hem de hukuki olarak erkeklerin kadınların haklarını tam bilmeyişi ve adil davranarak gerekli aile içi huzuru temin edemeyişidir. Hele kazançlarını eşlerinin başına kalkarak veya onlar üzerinde bir tahakküm aleti gibi kullanarak evde hakim unsur tavrını takınmaları, onların ne kadar haktan ve hukuktan bihaber olduklarını gösterir. Kadın çalışmak zorunda değildir. Çalışmak istiyorsa da ona en uygun şartlar hazırlanıverilir.

Dördüncüsü; feminen durumların bütün değerleri ayaklar altına alarak ve cinsiyetçi tavırlar sergileyerek özgürlük adı altında kadını minderin dışına itip reklamın ve kapitalizmin köleleri haline getirmesidir. Bağlam kargaşasından kaynaklanan ve iğreti durumlar oluşturan bu feminen hareketlerin en büyük zararı yine kadınlara dokunur. Çünkü evin öznesi olan kadın, çalışma hayatının nesnesi olur. Hem de adaletten uzak ve eşitlikçi anlayışın haksız paradigmasıyla yüzleştirilerek.

Beşincisi belki de en önemlisi, iktisat ve kanaatin elden gitmesiyle bereketin hanemizden çıkmasıdır. Bütün hane halkının çalışmasına rağmen evde huzurun bulunmamasıdır. Helal lokmanın yerini yasal olanın almasıdır. Hatta helal olanı sürekli yasal olanla örtüştürerek kazancımızın huzur yerine huzursuzluk getirmesidir.

Hazcı ve her şeyden kam almacı bir hayat gelir ile gider arasındaki uçurumu bir hayli büyütür. Sınırlanamaz arzulara karşı iktisat merkezli bir planlama yapamadığımız için evdeki fertlerin tümünün gelir getirmesi zorunluluğu doğar. Halbuki asıl zenginliğimiz ve onurumuz parayı kazandığımız zaman değil harcadığımız zaman varlığını ortaya koyar.

Son olarak da iç huzuru kaybetmenin neticesinde sokağa fırlayışımızın bizi mutlu edeceğini ısrarla ispatlamaya çalışmamızdır. Çok yakın tarihimize kadar bir ev sahibi olmak veya kiralamak durumunda öncelikle mutfağa bakardık. Ailece oturacağımız, karı koca beraber gireceğimiz bir mutfağa sahip evi arardık. Toplum olarak sağlıklı ve iktisatlı beslenmeyi evde ve ev yemeklerinde bulurduk. Sofralarımız aile fertlerinin toplandığı şefkat ve sevgi dolu müşterek mekandı. Ev ekonomisi buradan başladığı gibi mutluluk da buradan yayılırdı hanenin bütün fertlerine. Kız ve erkek çocukların ilk talim yeri buralarıydı ebeveynlerin muallimliğinde. Lakin kadının evdeki statüsü sarsılınca mutfakların yerini AVM’deki lokantalar, sağlıklı ev yemeklerinin yerini de fastfoodlar almaya başladı. Sadece obezitelik dramı değil, ondan daha trajik olan ailede yabancılaşmalar başladı. Evlerde mutfakların küçülmesi ve hatta neredeyse yapılmamasının istenmesi de cabası.

Efendim, kadınlar kırmamak için kırılmamayı esas fıtrat olarak ortaya koyarlar. Bundan dolayı hem ulaşılan, hem ulaşılamayan konumunda kendilerini bulurlar. Kırılınca, tamir edilmezlerse gövdeden koparlar. Kadınlık fıtratı daima tutunmak ister kırıldığı gövdeye.

Kadınlık fıtratı açılmış. İçinden iki dünya çıkmış. Kendi de buna çok sevinmiş. Anlamaya çalışanlar da çalışmayanlar da hayal kırıklığı yaşamış. Bundandır ki anlamaya çalışırken kadınları aynı zamanda onaylamalı.

Sevse veya seviyor görünse de sevilmeyi her şeyin önünde tutar kadınlık fıtratı. Niyazı hep nazındadır. Nazı karşılık görmezse zanna kapılır. Öyle de hareket eder. Her şeyi içine atar. Sonra şişer etrafı huzursuz edecek çığlıklar atar. Bu nedenle nazını döker diline ve kendini verir dinleyen birine. Konuşdukca boşalır. Boşaldıkca da tekrar dolmak için nesnelerin arasına kendini bırakır.

Kadınlık fıtratı, vermekten çok almayı sever. Veriyormuş gibi yapar kendisini karşısındakine. Bir anda istila eder vereni her yönüyle. Hep alıyorsunuz zannıyla seversiniz kadınlık fıtratını. Aklınıza gelmez sürekli verdiğinizi. Verdikçe açılan gül demeti veya gonca çiçeği gibidir. Alınca daha çok sır olur ve gizemli hale gelir. Başlarsınız daha çok vererek onu çözmeye.

Kadınlık fıtratı sürekli ezildiğini söyler. Ezilmenin ardına arzularını gizler. Ezikliği dillere düşünce başı belada olur. Her türlü çileyi ezilme ikliminde görür.

Kadınlık fıtratı çalışma hayatını görünce önce çok sevinir. Yıllar onu tüketince başını iki elinin arasına alır üzülüverir.

Her erkek de kadın fıtratının ürünüdür. O fıtratı çok iyi tanıdığınızda her şey çözülür.

Kadınlık fıtratı bu, sakın öteleyelim demeyin. Yerleri başımızın üzeridir. Asıl varlığımız kadınlarımızdır.

Onlar nezaket ve letafet timsalidirler. Gönlümüzün sultanı evimizin neşesidirler. Çıkarlarsa hayatımızdan bir anlamı kalmaz dünyanın. Kadınlık fıtratını sakın hafife almayın.

Bir çiçek bazen mutlu eder onları. Bazen bütün dünyayı alsanız mutlu olamazlar bunu da bilmeli.

Mitolojilerde olmaz kadının işi. Efsanelerde yoktur fıtratının aksi. Destanlar yazamaz onun her halini. Romanlardaki halleri ise insanlığın utancı. Yazılmış ve yazılacak en güzel şiirdir kadınların her biri.

Dünyanın her yerindeki kandınların fıtratı aynıdır. Fıtratlar yalan söylemez. Bu, hayatın en doğru tarafıdır.