Annelik öldü, yaşasın üreten kadınlar!
Kadınlarla ilgili dayatılan postmodern kurallar üzerine konuşmaya devam edeceğim.
Kadının güçlendirilmesi
ilkesi üzerine kurgulanmış görülen modern kadın imgesine dair eleştirilerimi
paylaşacağım.
Modernizme bağlı olarak
değişen sosyolojik yapının, gündelik hayatı, toplumsal algıyı değiştirmesi
elbette beklenen bir sonuç.
Bununla birlikte kadın ve
erkeğe ilişkin topluma dayatılan bir model olduğunun da farkındayız.
Kadının ezilmişliği üzerinden başlayan
hareketin geldiği noktada her alan ve zeminde bir tür erkekle yarıştırma
sürecine girilmiş, bir yerde dengesiz bir rekabet sürdürülmektedir.
Yanlış anlamlara meydan
vermemek için şunu peşinen ifade edelim.
Kadını toplumsal hayatın gerisine çekmek ya da ikincil pozisyona taşımak
gibi bir niyet içerisinde değilim. İtirazım, kadının her alanda erkekleştirilme
ve erkekle yarıştırılma çabasınadır.
Kadının ikincil durumuna
itirazımı rakam ve veriler ışığında yapmayı sevenlerden biriyim. Bununla
birlikte kadın ve erkeği her açıdan tek tip tek cinsiyet gibi kodlanmasına ve
bir tür yarışa sokulmasına karşı çıkıyorum.
Cinsiyetin kadın ve
erkeğe sunduğu kimi avantajları görmezden gelmeye çalışarak her alan ve
kulvarda birebir aynılaştırılmasını doğru bulmuyorum.
Söz gelimi akademideki
kadın ve erkek oranlarının son yıllarda eşitlendiğini hatta şimdilerde kadın
oranın erkek akademisyenleri geçmeye başladığını biliyoruz.
Ya da diplomasi,
bürokrasi gibi alanlarda kadın sayısının eskiye nazaran ciddi artış gösterdiğinin
farkındayız. Bu göstergeler cinsiyet ayrımcılığının azalmaya başladığını
göstermesi açısından oldukça önemli veriler.
Yine kadın
girişimciliğinin teşvik edilmesi, desteklenmesi çok kıymete haiz bir durum.
Hatta geç kalınmış bir uygulama. Kadın gücünün, inovatik ve çözüm odaklı bakış
açısının üretim ve ekonomiye ivedilikle dahil edilmesi çok değerli.
Yine siyasette, medyada
kadın sayısının az olduğunu, sayılarının artması gerektiğini düşünüyorum.
Herhangi bir tercihte
kişiyi öne çıkaran unsurun cinsiyet olmasına karşıyım. Yani demem o ki herhangi
bir kişi salt kadın veya erkek olduğu için bir makama, pozisyona getirilmemeli.
Bir insanın eğitimi,
tecrübesi, becerisi herhangi bir durum için uygunsa burada cinsiyetinden dolayı
diskalifiye olmamalı.
Öte yandan hiçbir iş,
çıktı değersiz ya da bir ötekinden kıymetsiz görülmemeli.
Değer sadece parasal
olarak ölçülmemeli.
Emek verilen her çıktı,
bir değer taşımalı.
Sözgelimi postmodern
dünya annelik gibi zor, süreç ve emek isteyen bir durumu direkt ekonomik olarak
ölçeklendirip üretim dışı bir pozisyona taşıyabilmekte. Ya da ev kadınlığı
tamamen tüketici bir pozisyon olarak yorumlanmakta.
Değer unsuru olarak somut
ve parasal bir norm belirleyen modernizm için annelik, ev kadınlığı gibi çok
yönlü üretim durumu bile anlam içermez.
Kişinin ne kadar para
kazandığıyla ilgilenen bu bakış açısı, kadının çoğu üretimini de değersiz
kıldığı gibi onu farklı alanlara yönlendirmeye çalışıyor.
Kapitalizmin çocuğu
modernizmin bakış açısı varoluş mantalitesi bağlamında anlaşılır olabilir.
Öte yandan bazen kadın
hakları savunuculuğu bazen adalet savaşçısı rolleri içerisinde kadına yönelik
bu değersizleştirmeyle karşılaşıyoruz.
Bazen iyi niyet bazen
bilinçli bazen de safiyane bir tutumla kadını ev ve aileye dair her alandan çıkarma
teşebbüsleri olduğunu görebiliyoruz.
Bu zihniyet kadının evde
ailesi için yemek yapmasını “hiç” yani “sıfır” sayarken aynı eylemi para
kazanmak yaptığında girişimci bir kadın olarak görüp alkışlıyor. Kadının ailesi
için yemek yapmasının ardındaki ekonomik kazancı yok sayıp sıfırlayan bakış
açısındaki paradoks hiç fark edilmiyor.
Yemek yapma eylemi sadece
bir örnek. Konuya ilişkin yığınla materyal mevcut. Toplumsa değer ve üretimin
salt parayla karşılık bulduğunda anlamlı görülmesini reddediyorum. Emek
verilen, çaba gösterilen her çıktı saygıyı hak ediyor. Annelik, ev kadınlığı
kadın için değer üreten mekanizmaların başında geliyor. Bir modernleşme
sevdasına değerlerimizi kurban vermeyelim vesselam…