Anla(ya)madığın yerden sızıyor
Son dönemde yazdıklarım sebebiyle “hayattan kopuk şeyler yazdığım” şeklinde eleştiriler alıyorum. Eleştirenlerin “hayat”tan tam olarak ne anladıklarını ben de anlayamadım. Ancak kastettikleri “yazdığınızı anlamıyoruz” olsa gerek.
III. Selim’den itibaren modernleşme süreci dikkatle gözden geçirildiğinde, her türlü sorun halletme biçiminin “anlıksal” olduğu hemen göze çarpar. Bunun anlamı; karşılaşılan sorunlar karşısında ihtiyaçlar doğrultusunda “Batı”dan yapılan iktibaslarla sorunu halletme çabası. Bir de Batı’ya karşı reddiye geliştirip “biz istemezük” diyenler var. Bunlar arasındaki suni kavga, bugün de “bizim kutsalımız senin kutsalını döver” karşılıklı söylemleriyle devam ediyor. Eğer sizin hayat dediğiniz buysa, ben burada yokum. Sürekli karşınızdakini kötülemek, sizin iyi olduğunuzun bir göstergesi değildir. Fakat tam da burada “cambaza bak” oynatıyorlar.
Bir medeniyet düzlemiyle sağlıklı ilişki geliştirecekseniz, önce onu anlayacaksınız. Hayata ve dünyaya bakışınızda ilkeleriniz olacak. Onu reddetme ya da aktarma tavrı içine girmeden onunla yüzleşeceksiniz. “Kant, Hegel ve Heidegger’i bırakın, bize din yeter” şeklindeki slogan son derece anlaşılır değil mi? Çoğunluk böyle bir slogandan çok hoşlanıyor. Ne de olsa yabancılara bir meydan okuma. Peki bütün dünyayı bu ve diğer batılı filozofların fikirlerinin yönettiği gerçeğiyle niçin yüzleşmek istemiyorsunuz?
Geçen yazımda Kant’ın gökten kuleler yapmak yerine kendi bahçesinde ev yapma fikrinden bahsetmiştim. Bunun anlamı; artık gökten gelen bilgiler karşısında özerk bir varlığız; kendi imkan ve bilgilerimizle dünyayı kuracağız demektir. Bunun için modernlik tanrısız bir dünya inşa etme teşebbüsüdür. (Tanrı’yı reddetme değildir) Birkaç yüzyıldır tüm dünya böyle bir meydan okuma karşısında yenilgiye uğramıştır. Kant’tan bahsediyoruz diye hayatın dışına mı çıkmış oluyoruz? Bahsettiğimiz tam da külli olarak böyle bir meydan okuma karşısında bilgisel cevabınızın ne olduğunu sormak. Kant’ın felsefesine felsefi ve ilkesel cevap vermediğiniz sürece, mecburi istikamet orayı takip etmektir.
Çok üzgünüm ama müslümanlar toplumlarda sadece slogan atılıyor. Dini bir söylem olarak “faiz haramdır” ifadesi sıklıkla kullanılıyor. Herkes birbirine tavsiyede bulunuyor. İfade son derece açık ve seçik. Ancak Müslüman toplumlarda son yirmi yılda faizli kredi kullanımının kat kat artmış olması gerçeğiyle hiç ilgilenmezsen, temele inmeden slogan atmış olursun. Dünyadaki alışverişlerde cari faiz oranlarını küresel aktörlerin belirlediğini herkes biliyor.
Ancak küreselleşme, tüketim vb. kavramları ve onun felsefesini çözmeden dini sloganlar atmak hiçbir çözüm getirmez. Batı iktisat biliminin öncüllerini değiştiriyor. Söz gelimi; ilk öncülünü “insan ihtiyaçları sınırsızdır” diye belirtiyor. Ardından iktisat bilimini temellendiriyor. Tüketim üzerine toplum üretiyor. Ardından bu cümleyi tüm pratikler üzerinde uyguluyor. Bir reklam filminde, bir dizide bütün toplumlara ihtiyaçlarının sınırsız olduğu propagandasını yapıyor. Dünya dönüşüyor ve Müslüman toplumlar da.
Burada yapılacak öncelikli şey, tüm alışkanlıkları belirleyen ihtiyaç kavramını değiştirmek; yani ilkesel ve felsefi düzlemde yeni bir ihtiyaç tanımı yapmak. Ancak biz bunları yazınca anlaşılmaz oluyoruz. Peki “israf” söylemini çokça kullananlar, müslüman toplumlardaki sadece ekmek israfına ne diyecekler? Hayatsa al sana hayatın içinden bir gerçek.
Retorikle yürünecek yol kalmadı. Çünkü retoriksel olarak çok eleştirdiğiniz Batı içinize tam da “anla(ya)madığınız yerden sızıyor.”