Anlatmam derdimi
Üzüntü,
hastalık, sorun, kaygı, ağrı ve ur gibi anlamlara gelen “dert” kelimesini
bilmeyen, kullanmayan yoktur. Yoktur da kaç kişiye derdimizi döker, içimizi
açarız? Kime derdimizi yanarız? Evet, dertlerimizden yakınırız ama gerçek dostu
bulduğumuzda. Dert çok, dost yok, dedi.
Şimdi
derdini yanacak dostunu bekliyordu. Yüzünden hüzün akıyordu, oldukça da
yorgundu. Gözler uykusuzluktan, gönül yalnızlıktan, ruhu sıkıntıdan tarumar
olmuştu. Derdini yanamamışsa bir kalp, ağrır, incinir, tekler… Böyle hâl
içindeyken bir mesaj aldı: “Dinlemek isterim, bilirsiniz ki iyi
dinleyiciyimdir.” Günler ağır ağır düşüyordu göğsüne, sıkışan göğüs kafesinde kalbinin ritmi
bozuluyor, gönlünden geçenleri diliyle aktaramıyordu. Neye yarar ki anlatmak…
İnsan derdini yanmalı, derdini yakmalı ve o ateş içinde erimeli, dedi. Bir de anlatmak her zaman dil ile olmaz ki.
Hâlimiz yeter ya, hâlimizi okuyacak yok mu, dedi.
Hâlimizi
okuyacak ve bize hâl diliyle konuşacak dost gerek. Kayalıkların dibinden
fışkıran buz gibi suların dilini çözen gerek,
gökyüzünde süzülen göçmen kuşların hasretini anlayan gerek, bir er
mektubunun kokusunu ve zarfında kalan dudak izinin nemini bilen gerek, bir
ananın göklere kaldırdığı nasırlı ellerinde sunulan duaları gören gerek,
mahpushanelerin taş duvarlarında sırlanan ve meydanlarına dökülen dertleri
yaşayan gerek, toprağa diz vuran yiğitlerin naralarını duyan gerek, kar
yağışının ahengini, yağmurun sesini, toprağın kokusunu, gökkuşağının rengini, geceleri mehtabı,
yıldızları, tenhalığı ve bir gönlün kırgınlığını bilen gerek… Yoksa neye yarar
anlatmak, neye merhem olur dinlemek? Merhem; çaredir, iyileştirmedir. Zamanla
geçmiyor mu tüm dertler? O zaman sabır en iyi merhemdir, dedi ve sabır sürdü
ağrıyan yanlarına. Sabrı sadrına sinmişti.
“Anlatmam derdimi dertsiz insana
Dert çekmeyen dert kıymetin bilemez
Derdim bana derman imiş bilmedim
Hiçbir zaman gül dikensiz olamaz”
Âşık
Veysel’in her dizesinden süzülen şifa, kalbine iyi gelmeye başlamıştı. Dertsiz
insan azdır, yok demek olmaz ama derdiyle tanışmamış insan vardır belki de.
Dert ile kemâle erer insan. Bazen derdiyle baş başa kalmalı insan. “Hoş geldin
derdim!” diyen insan var mı ki? Kimi zaman farkında değiliz, o gizli perdenin
ardını sezemiyoruz. Aslında başımıza gelen her dert, yüceler yücesinden
gönderilen mektup değil midir? Kaç kişi bu mektubu okuyup anlayabiliyor? Kaç
kişi kendisinin muhatap olduğunu hissedebiliyor? Sorular üstüne sorular… Derken uzaklardan bir
telefon geliyor, hâl hatır… Ne güzeldir bir dostun hâlinizi sorması. İşte
müthiş bir söz tam da kalbine konuyor insanın: “Bir dostun hâlinizi sorması
doktora bedeldir, şifadır” Şifayı bulduğunu veya derdini yanacak dostunu
bulduğunu düşünerek açılmıştı. “Uzaklar yakın olsun, sevenler sevdiğine
kavuşsun” dedi dostuna. Telefonun ucundaki dostundan sıradan sözler değil de
şifalar dökülüyordu: “Kalpten ve samimice dilenen bir duanın en yüce makama arz
edilişi bile umuttur, neşedir. Tüm hüznü alır götürür, içinizde serin serin
rüzgârlar eser, dertleriniz de uçar gider.”
Yine Âşık Veysel’e sarıldı, kalbiyle dinlemeye başladı:
“Gülü
yetiştirir dikenli çalı
Arı her çiçekten yapıyor balı
Kişi sabır ile bulur kemali
Sabretmeyen maksudunu bulamaz”
Sabır sürüyorum ağrıyan yanlarıma,
gece gündüz sabırla şifa buluyorum. Sabır kalbimizde umuttur, kalbimizde
sürurdur, derdimiz sabırla geçer ve maksudumuza sabır gemisiyle kavuşuruz,
dedi. İçinden konuştu: Anlatmam derdimi, anlatamam sabrımı
görmeyene…