Anlam konforu
Son dönemlerde kimi konuşmalarda bir şekilde gündeme gelen “anlam” problemi, özellikle müslümanların düşünce, teori ve pratiklerine daha eleştirel bir tavır takınan kişilerde artık problem olarak görülmüyor ya da çözüldüğü varsayılıyor. Hatta yenilerde artık islami argümanları terkederek agnostik ve daha da ileride ateist düşünce ve tavırlara giren kişilerde de benzer durumları görmekteyiz.
Bu
insanların temel iddiası şudur; mutlaka dinin anlam meselesini söylemesi
gerekmez; nihayetinde ben de kendi anlamımı kendi içkinliğinde bulmaktayım. Ya
da kimileri anlam meselesinin çok da önemli olmadığını zikrederek sorunu
hallettiğini düşünmektedir. Öncelikle
siyasete kızıp da bir şekilde bunun acısını dinden çıkarma tavırlarının doğru
sonuçlar üretmeyeceğini bilmemiz gerekir. Çünkü muhafazakarlar iki kategoriye
ayrılmış görünmektedirler. Birinci kategori, mevcut siyasi iktidarı her
boyutuyla ve bütün icraatıyla olumlayanlar. İkincisi de, kesinlikle olumlamayıp
burada ortaya çıkan dinsel söylem ve icraatları eleştirenler. İnsanın etkinlik
alanı olarak değdiği alanlar (ekonomi, siyaset, toplum, kültür, din vb.) elbette
birbirinden bağımsız değildir ve insan elbette boşlukta düşünmez. Fakat burada
siyasetlerden bağımsız ilmi ve felsefi bir bakış açısı da gerekli
görünmektedir.
İçinde
yaşadığımız toplumdaki insanlar bir kültürün içine doğmuşlardır. Aslında bu
basit bir mesele değildir. Çünkü meselelere yalın, sıfırdan, neredeyse
“tabularasa” şeklinde başlamayı imkansız hale getirmektedir. Bir başka deyişle,
kültür insanı kalıplaştırmakta, bir forma koymaktadır ki, insanlar çoğu zaman
farkındalık düzeyi olmadan bu kültürün rotasında davranışlar
sergilemektedirler.
Aynı
şey anlam ve din konusu için de geçerlidir. Zira çocukluktan itibaren aileden
sosyal hayata kadar çok geniş bir çevrede Allah, ahiret, dünya, din konusunda
“anlam” bir kültür olarak insanda ikamet etmeye başlamaktadır. Bunun
farkındalık düzeyinin çok yüksek olması gerekmez. Neticede insanlar anlam
üzerine düşünseler bile, büyük oranda dışarıdan (afak) insana verilmektedir.
“Anlam”
meselesinin neye tekabül ettiğini daha iyi anlayabilmek için şöyle bir kurguyla
düşünmek faydalı olabilir. Söz gelimi, hiç bilmediğiniz dünya denilen yerde (bilmediğiniz
için dünya bile diyemezsiniz; henüz isim veremiyorsunuz) bir mekanda yalnız
başınıza duruyorsunuz. Nerede durduğunuz, kim olduğunuz vb. ile ilgili hiçbir
bilginiz de yok. Dolayısıyla öncelikle çözmeniz gereken şey; kim olduğunuz,
nerede olduğunuz, niçin orada bulunduğunuz; yani kısaca tüm “kendilik” ve
“niçin” sorularıdır.
İşin
aslı böyle bir durum yaşamamışken, içinde yaşadığınız kültürden “anlam”a dair
devşirmeler yapmışken, “anlam önemli değil” ya da “ben içkinliğimden elde
ederim anlamı “demek biraz fazla iddialı olmaktadır. Elbette modernliğin iddia
ettiği gibi insanın kendi anlam ve hedefini kendi içkinliğinde bulabileceğine
dair bir tavır alış vardır. Fakat bugün geldiğimiz noktada, bu tavrın insanda
düalist bir yapıyı açığa çıkardığını öncelikle görmek gerekir. İkincisi de, bu
tavır insan için önemli olan anlama dair soruları da hala cevaplayabilmiş
değil.
Bu
sebepten olsa gerek, Jürgen Habermas modernitenin üç noktada tıkandığından
bahsetmektedir. Bunlardan birisi de, anlam problemidir. Hatta Habermas’a göre
modernite modernite dinden anlam transfer etmelidir. Doğrusu nihai anlamda anlam
problemini dinlerin dışında çözebilmiş bir dünyevi ideoloji görünmemektedir.
Dolayısıyla
anlam problemini küçümseyenler aslında bir anlam konforu içinde yaşamaktalar ve
aslında bunun üzerine bir hayat inşa etmekteler.