Ankara Sözleşmesi ve ERDEM!
• Bu topraklarda erkek yanlışlıklarını fırsat bilip bütün erkekleri cezalandırmaya çalışan erkekleşmiş kadınların ve kadınlaşmış erkeklerin güç birliği yaptığı bir gizli antlaşma gibi duruyor İstanbul Sözleşmesi. Metafordan anlamayan, simge veya sembol ilminin semtinden geçmeyenlere İstanbul ismiyle dayatılan bu sözleşme tarihsel bir intikamın tahakkuku projesidir de denilebilir.
OLUMSUZUKLARI eleştirel olarak ortaya koymak bir erdemdir. Toplumu rahatlatacak teneffüs pencereleri aralamak ise alternatifler sunmaktır.
Şiddet, cinsiyete indirgenemeyecek kadar önemli, çerçeve kavramla mağdur öne çıkaramayacak kadar tüm tarafları etkisi altına alan trajik bir duygudur. Her insanın karşısında durması gereken can acıtıcı bir durumdur. Toplumsal cinsiyete indirgenerek taraflardan intikam alacak bir yapıya dönüşecek kadar da sinsi bir duygudur.
Şiddet duygusu ile mücadele edilirken bütün ilimler, her toplumun var olma nedenleri olan kadim değerler kale alınarak üstesinden gelinebilir. Sadece bir hukuki düzenlemeyle çözülemeyeceği bilince çıkmadıkça şiddet her dönem hakim duygu olarak kalır kendiyle uğraşanları da aptallaştırır.
Şiddetin kökenine inilerek tüm boyutlarının bilinmesi ve toplumların yapısı göz ardı edilmeden yazılı olan-olmayan bütün yasalar kale alınmasıyla kontrol altına alınabilir. Beş yıldır uygulamada olan İstanbul Sözleşmesi bahsedilen kaideleri göz ardı edip sadece lokal bir bakışla oluşturulan ayrılıkçı bir sözleşme olduğundan ülkemizde şiddeti azaltmamış, bilakis artırmıştır.
İstanbul Sözleşmesi bir aile katili gibi duruyor. Toplumsal cinsiyet ve farkındalık adı altında şiddeti kalkan göstererek yaratılışa aykırı olan fiili eşitliği sağlamak isteyen (madde 1/1 uyarınca, Sözleşme’nin amacı, kadına yönelik her türlü ayrımcılığın ortadan kaldırılmasına katkıda bulunmak ve kadınları güçlendirmek de dahil olmak üzere, kadınlarla erkekler arasında fiili eşitliği sağlamaktır) adaleti ortadan kaldırmak niyetiyle kadını yuvasından uzaklaştırıp aileyi yok etme niyetli bir söz vermedir. En yaman çelişkisi eşitlikçi adalet yerine adaletsiz eşitliği esas almasıdır.
Cinsiyet veya pozitif ayrımcılık adı altında ailenin kanonik tanımını ve kadim değerlerini yok sayarak hatta aile diye bir kavram kullanmayarak dayatılan batı yozlaşmışlığının ve kendimize yabancılaşmanın (Sözleşme’nin Türkçe metni ile İngilizce metni karşılaştırıldığında, Türkçe çeviride yanlışlıklar olduğu görülmektedir. Bu durum, büyük ölçüde politik tercihlerden kaynaklanmaktadır[9]. Sözleşme’nin orijinal başlığı “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi”[10] olmasına rağmen, Türkçe’ye “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye Dair Avrupa Konseyi Sözleşmesi” olarak çevrilmiştir. Sözleşme’nin metnindeki “ev içi şiddet (domestic violence) ibaresi, Türkçe’ye “aile içi şiddet’’ olarak çevrilmiş̧, ev içinde (domestic unit) ibaresi ise “aile birliğinde” olarak çevrilmiştir.
Öte yandan, “eşler veya partnerler” arasındaki “şiddet” ibaresi, “eşler/veya ebeveynler arasındaki” şiddet olarak çevrilmiştir (m.3/b). Madde 3/b uyarınca “aile içi şiddet’’, aile içerisinde, aile birliğinde veya daha önceki veya şu anki eşler veya ebeveynler arasında meydana gelen, failin aynı evi şu an veya daha önce şiddet mağduruyla paylaşıp paylaşmadığına bakılmaksızın fiziksel, cinsel, psikolojik ve ekonomik şiddetin bütün türleri anlamına gelir (m.3/b)[11]) bir sözleşmesidir.
Yeni bir insanlık dramı için atılacak her türlü adıma kapı aralama hareketidir. Anadolu irfan ve hikmeti ile oluşan en köklü kurumumuz ailenin yıkımı veya yozlaştırılması amaçlıdır. Bilhassa gücü elde eden kadının erkeğe güç kullanmayı meşru bildiği ve uygulamaya kalkmak istediği kapıları aralamaktadır. (Madde 42/1 uyarınca, Taraf devletler, Sözleşme kapsamında kalan şiddet eylemlerinin gerçekleştirilmesinden sonra başlatılan ceza davalarında kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus”un gerekçe olarak öne sürülmesinin önlenmesini temin etmek üzere, gerekli hukuki veya diğer önlemleri alacaklardır. Bu, özellikle mağdurun kültürel, dini, sosyal veya geleneksel olarak kabul gören davranış̧ normlarını veya törelerini ihlal ettiği iddialarını da içerir[58]. Böylece, kadınlara yönelik şiddet fiillerinde kültür, töre, din, gelenek veya sözde “namus” gibi gerekçelerin, şiddeti haklı kılan gerekçeler olarak kullanılmasının önüne geçilmek istenmiştir.)
Feminen hareketin rövanşist ve bilinçaltındaki yaratılışa itirazını onaylayan bilinçsiz erkek yaklaşımının, bilinçli cinsiyet intikamcılığının, hatta dünyanın hiçbir yerinde kabul görmeyen hareketlerin (İstanbul Sözleşmesi, LGBTİ bireylerden açıkça söz etmemesine rağmen, taraf devletlerce Sözleşme’de öngörülen korumanın (toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, toplumsal cinsiyet kimliği dahil), hiçbir ayrıma yer vermeksizin bütün gruplara sağlanması gerektiğini öngördüğünden (m.4/3)[37], ev içi şiddet mağduru LGBTİ bireylerin de, Sözleşme’nin sağladığı korumanın kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerekir) bir başarısıdır.
Yıkılmadık tek kurum olan aileye karşı birikmiş intikam fırsatı yakalayan siyasal hareketlerin şuuraltı yapılanmasının temel parametrelerini oluşturan değerler karşıtlığının öngörüsüzlükle düşünmeden Avrupa tuzağına düşerek ortaya koyulduğu (Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’ne herhangi bir çekince de[14] koymadığından, Türkiye açısından bağlayıcı olan, hatalı ve eksik Türkçe çeviriler değil, orijinal metinlerdir[15]. İkincisi, Türkiye’nin hukuki korumayı evlilik yapmış̧ olan çiftlerle sınırlama yönündeki söz konusu politik tercihi, Anayasa’yı (m.10/1), İstanbul Sözleşmesi’ni (m.4/3) ve Türkiye’nin tarafı olduğu BM Kadınlara Yönelik Her Türlü Ayrımcılığın Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi’ni (m.1) ihlal etmektedir. Her ne kadar aile hukukumuzda evliliğe dayalı birlikteliklere ilişkin bir koruma öngörülmekteyse de, evlilik dışı birlikte yaşayanların ya da tek ebeveynlerin de aile hukukuyla ilgili düzenlemelerin kapsamında olduğunun kabul edilmesi gerekir) bir sözleşmedir.
Bu topraklarda erkek yanlışlıklarını fırsat bilip bütün erkekleri cezalandırmaya çalışan erkekleşmiş kadınların ve kadınlaşmış erkeklerin güç birliği yaptığı bir gizli antlaşma gibi duruyor İstanbul Sözleşmesi.
Metafordan anlamayan, simge veya sembol ilminin semtinden geçmeyenlere İstanbul ismiyle dayatılan bu sözleşme tarihsel bir intikamın tahakkuku projesidir de denilebilir.
2014 yılında imzaladığımız bu sözleşme baştan sona cinsiyetçi bir yaklaşım bakışını hakim kılan, çelişkiler yumağı, kadınlar üzerinden erkek egemenliğini sürdüren, çocuk derken ailesiz çocuktan bahseden yoz durumların, ev içi kavramını aile yerine kullanarak aile kurumunu tamamen yozlaşmış yeni tanımla ortaya koyma gayretiyle (Sözleşme’nin metnindeki “ev içi şiddet (domestic violence) ibaresi, Türkçe ‘ye “aile içi şiddet’’ olarak çevrilmiş̧, ev içinde (domestic unit) ibaresi ise “aile birliğinde” olarak çevrilmiştir) hazırlanmış metin olarak duruyor.
Yüzümüzü batıya döndüğümüzden beri batının bize dayatma olarak kabul ettirdiği kanunlar kültürel ve toplumsal yapımızı koruyan değil bizzat bozan ve yozlaştıranlar olarak öne çıkıyor. En sonuncusu da (Anayasa m.90/5 uyarınca, İstanbul Sözleşmesi kanun hükmündedir. Bunun hakkında, Anayasa’ya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesi’ne başvurulamaz. İstanbul Sözleşmesi ile kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda, İstanbul Sözleşmesi hükümleri esas alınır. Anayasa’nın 11.maddesi uyarınca, İstanbul Sözleşmesi hükümleri, yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş̧ ve kişileri bağlayan temel hukuk kurallarıdır) bu dayatmacı metindir.
İstanbul Sözleşmesi’nin meydana çıkardığı bütün bu olumsuz sonuçların analizi bizi zorunlu olarak yeni yaklaşımlara yönlendirmektedir. Bu sözleşmeyle beraber toplumun gidişatı incelendiğinde daha büyük bir meselenin insanımızı beklediği öngörülebilir.
1. TUİK-YÖK/MEB verileri incelendiğinde kadın-erkek eşitsizliği sayısal olarak kadının lehine aşırı fark oluşturmaya devam ediyor.
2. İŞ-KUR istihdamında en çok payı kadınlar almaktadır.
3. Üniversiteler başta olmak üzere bir çok kurumda kadın istihtamı-rekabeti kadınlar lehine yüksek farklara doğru ilerlemektedir.
4. Ev hanımı tamamen meslek olmaktan çıkıp küçümsenmekte, çalışan kadının evin içi ve dışındaki sorumlulukları artmakta böylece ailenin varlığı tehlikeye girmektedir.
5. Çalışma hayatına hızla karışan kadının yükü arttığı için doğum oranları hızla düşmekte ve demografimiz Avrupa’nın yapısına doğru hızla ilerlemektedir.
6. Çalışan kadının ekonomik özgürlük adıyla kocasına ve evine uyguladığı tahakkümle boşanmalar artmakta, yuvalar yıkılmakta yıkımı en çok çocuklar yaşamaktadır.
7. İstanbul Sözleşmesi kadının mağduriyetini giderme yerine ona uygulanan şiddeti daha da artırmakta ve cinsiyet ayrımını toplumumuzda derinleştirmektedir.
Bütün bunlardan hareketle elbette bu sözleşmeyi eleştireceğiz. Metnin içindeki yanlışlıkları dile getireceğiz. Arka planındaki niyetleri ortaya koyacağız. Lakin şahıslarla işimiz olmamalıdır.
Bu bir zihniyet eleştirisi ve metin tahlili hatta durum tespiti mahiyetindedir. İyi tarafları ile beraber eksik taraflarını ortaya koysak daha iyi olur. Mesela İstanbul Sözleşmesi’nin iyi tarafları alındıktan sonra bir Ankara Sözleşmesi ivedilikle hazırlansın ve meclise sunulsun. Bu sözleşmede de erkeklerin mağduriyeti dile getirilsin.
1. Cinsel istismarın kadınlar tarafından pervasızca kullanılması bir hak ihlalidir.
2. Her geçen gün tamamen bilinç altlarında olan ve kendi bedenlerini göstermeye dönük olan cinselliğin erkekleri mağdur eden ve onların namus algısını cinsel yapısını ortadan kaldıran bir durumdur. Ankara Sözleşmesi bu mağduriyeti giderecek bir yapılanmayı ortaya koysun.
3. İstanbul sözleşmesinde ortaya konulan aile tanımının tamamen batı medeniyeti perspektifli (İstanbul Sözleşmesi’nin en önemli özelliği, biyolojik veya hukuki, ailevi bağ olup olmadığına bakılmaksızın ev içi şiddetin (örneğin eski veya mevcut eşler, evlilik dışı partnerler, birlikte ikamet edilen aile fertleri, akrabalar veya birlikte ikamet edilen başkaları tarafından yöneltilen şiddetin) ve kadınlara yönelik her türlü şiddetin önlenmesi ve bunlarla mücadeleye ilişkin standartlar öngören ve Avrupa ülkelerini hukuki olarak bağlayan ilk belge olmasıdır) aynı zamanda batı medeniyeti dayatması olduğundan kendi kadim aile tanımlamasını Ankara Sözleşmesi ortaya koymalıdır.
4. Bütün kadın derneklerin yanında erkeklerin kuracakları dernekler bir araya gelip ERDEM (Erkek Destekleme Merkezi) çatısı altında buluşup bu olumsuzlukları giderecek eylemlere imza atmalıdırlar. Aileyi bir arada tutacak kadının iffetini koruyacak erkeğin namusunu muhafaza edecek bir Ankara Sözleşmesini meclis acilen tahakkuk ettirmelidirler.
5. Şiddete sıfır tolerans tanıyıp sadece ailede değil toplumun her yerinde şiddete karşı ortak mücadele edilmelidir.
6. Sadece kadının onuru değil insanın onuru esas alınıp bilhassa aileye dönük korumacı tedbirler ve düzenlemeler yapılmalıdır. Ailenin korunması için her tarafın fedakarlığı istenmelidir.
Bu yazdıklarımı okuyan değerli bir bilim insanı şunları ilave etmek istemişti:
Kadın lehine çıkarılmış tüm ayrımcı maddeler maalesef oldukça suiistimale açık bilhassa kadının onurunu zedelemekte ve hayatını tehlikeye atmaktadır.
Evet bu ülkede kadın olmak çok ama çok zor; ancak, kadınlar lütfen kızmasın düzgün insan (erkek) olmak da o kadar kolay değil.
Bir yanda her alanda “aileler tarafından kollanan, pışpışlanan erkek egemenliği” bir yanda ataerkil şiddet, dilden düşmeyen bir erkek terörü. Artık kadınla bir anılan “mağduriyet, kurban dili.”
Şiddetin her türlüsü, cinsiyet ayrımı olmaksızın insanlık suçudur. Ancak, dikkatinizi çekmek isterim. Toplum duymak istemese de, sadece kadına değil eril şiddeti yaşamlarından dışlayan, şiddet içermeyen bir yaşam süren çok sayıda masum ve mazlum erkeğe de göz göre göre eziyet edilmektedir. Dillendirildiği gibi sadece kadının değil göz ardı edilen erkeğinde adı yok.
Peki hukuk iki cinsiyet arasındaki hayatı düzenliyor mu? Kanaatimce hayır. Kadın olmanınki kadar sorumlu, düzgün bir erkek olmanın da bedeli ağır. Bazen;
Erkek olmak bir insanın giyilebileceği deli gömleğinin en delisidir diyorum.
Sorumlu erkek olmak her şeyden önce yükü ağır bir meşruluk arayışı, etkileme dürtüsünde geçen ancak sonu yalnızlıkla biten bir mecradır gibi geliyor bana.
Erkek olmak erk olmak adına erkle tartılan, erk olma serüveninde bıkılan ıssız bekçiliktir diyorum.
Erkek olmak “kimlik, duygu, arkadaşlık, kahramanlık” açmazı demektir sanki.
Erkek, kendi olmayı terk etmesi gereken, sadece fiziksel açıdan değil bazen psikolojik hadımı önceden yapılmış bir varlık olarak anılmak isteniyor.
Erkek olmak sanıldığı gibi doğuştan bir ayrıcalık, özgür olma durumu değildir, aksine sorumlu kölelik gibidir.
Erkek olmak dokunulmazlık değildir. Gelinen durumda genelde şüpheli, potansiyel zanlı, hedef tahtası olmaktır, aşağılanmak, horlanmaktır.
Şimdi soruma geleyim: Haksızlığa uğramış kadınlar üzerinden çok yerinde saptamalar yapılmakla birlikte 6284’le evinden 657 ile devlet kapısından atılan masum düzgün insanın (erkeğin) durumu ne olacak?
“Kadın düşmanına” devlet kapısı kapalı peki “erkek düşmanına” neden değil?
6284 sayılı kanun gerçekten ama gerçekten mağduriyet yaşamış kadınları koruyabilmek için. Ama kadının “beyanını” esas alan bu kanun çok sayıda masum babanın, eşin canına okumuştur. Ya beyan yalansa? Kanunu suiistimal etmek erkeğe has bir durum mudur?
Evinden zorla atılan aynı zamanda nafakaya boğulan erkek nerde kalır, ne yer, ne içer, ruh hali nasıldır kimsenin umurunda değildir. Neden?
Çocuğunu göstermemek nasıl bir akıl sağlığıdır?
Hangi adalet çocuğu yetiştirme hakkını diğer eşin elinden alır?
Hangi vicdan çocuğunu psikolog eşliğinde görmeye razıdır?
Merhamet nerede? Adalet nerede? Eşitlik zulüm değil mi burada?
Bilmeseniz de farklı erkeklikler vardır. Her erkeği aynı kefede değerlendirmek haksızlıktır. Erkek te insandır, ağlar. Hayalleri vardır, incinir. Bir evi olsun ister, bir de onu anlayan yâri. Tanrı ne verirse geçinir gider, yeter ki mutlu olsun evi.
Ankara Sözleşmesiyle umarım bir tarafın değil her tarafın mağduriyetleri giderilir. Toplumsal cinsiyet ayrımına ve eşitliğin adaletsizliğine değil her cinsiyetin değerli olduğuna ve adaletli eşitliğin tahakkukuna çalışılır.
Bu sözleşme gerçek aile sözleşmesi olur ve ailenin her bireyinin değerliliğini kendi cevherinde ortaya koyan bir farkındalıkla hiçbir bireyin diğerine zulmetmeden beraber yaşayabileceği ortamın hukukunu oluşturur.
Bir sözüm de KADEM ve gölgesinde fikir beyan eden tüm dernek ve kişilere olsun. Bahusus KADEM, ismi ve içeriğindeki çelişkiyi gidermelidir. Demokrasi hiçbir zaman adalet değil her zaman da yaratılışın karşısında ve ona itiraz eden bir durumdur. Referans gösterilen Batı medeniyeti ise yüz yıllardır Afrika’daki insan ticareti ve kölelik sistemi, Doğu dünyasını sadece silah pazarı ve ürettiği kapitalin tüketim merkezi olarak gördüğü için buradan elde ettiği bütün gelirle kendi libidinal arzularını ve kadını iştihasına göre konumlandırmayı esas almış ve bu bilinçaltı durumunu da hala devam ettirmekte ve yine bizim gibi masum ve saf toplumları kullanmaktadır.
KADEM, yola çıktığı iyi niyetini medeniyetimizin gerçek kodlarıyla dünyaya söyleyeceğimiz hala iyi şeylerin olduğunu göstererek gerçekleştirebilir vesselam.