Anın vacibi
Anın vacibi derken neyi kast ediyoruz?
O
an için en önemli görev… Öncelikli sorumluk nedir bunu netleştirmek zorundayız…
Zamanın ruhu da diyebileceğimiz bu mesele
bizler için oldukça aciliyet arz ediyor…
Anın mübahı, mendubu ve nafilesinden önce
anın vacibini bilmek durumundayız… Öncelikler fıkhıda bunu kaçınılmaz kılıyor…
Sınırlı enerjimizi zay etmemek adına, anın vacibini bilmek boynumuzun borcudur…
Görünen o ki, ertelenen vaciplerimiz,
geciken vazifelerimiz, unutulan görevlerimiz var… Hatta farzı kifaye değil
farzı ayın olan vazifeler ve farizaları kastediyorum…
Böylesi bir ahvalde gönlümüze su serpecek
bazı nevafil ile teselli bulmamız ne kadar doğru?
Zamana yaydığımız fakat zamanla bir
şekilde ihmal ettiğimiz ya da işin içinden sıyrıldığımızı sandığımız ağır ve
acil sorumluluklarımız var… Biliyoruz ki, bazı vaciplerde zaman aşımı yok…
Belki de bu saatten sonra o sorumlulukların kazası ve kefareti mümkün mü ona
bakmamız lazım…
Düşünüyorum, anın vacibi ile ilgili âlimlerimiz,
aydınlarımız, kanaat önderlerimiz, cemaat liderlerimiz, akil kişilerimiz acaba
ne düşünür, ne söylerler?
Modern zamanlara yönelik, yeni
hastalıklara şifa sunacak yeni reçetelerimiz var mıdır?
Anlık arzulara yenik düşmeden, anın
vacibini eda edecek güçlü dinamiklere sahip miyiz?
Anın vacibi bizden icabet ve icraat ister…
Vacipleri erteleye erteleye nereye
varabiliriz? Anlamsız tartışmalar, teferruat mevzularda tüketilen enerjiler,
havanda su dövmeler bizi bir yere götürmez bunu çok iyi biliyoruz…
Buna rağmen vacipleri teğet geçiyoruz…
Zay olan ömrümüze, güme giden günlerimize
yazık değil mi?
Artık günü, gündemi, günceli doğru okumak
durumundayız…
Gürültülü yaşamın kollarında, bol
görüntülü paylaşımların kuşatmasından bir an önce kurtulup güne ne yüklememiz
gerektiğini konuşmalıyız…
Gününü gün etmeyi marifet sanan yoksunlara
yaratılış amacını yeniden, yine hatırlatmalıyız…
Topu taca atmak, ipe un sermek, ustaca
işin içinden sıyrılmak kurnazlıkları bizi kurtarmaz… Kalıcı güzelliklere ve iyiliklere yoğunlaşmamız
gerekiyor…
Defedemediğimiz kötülükler kendiliğinden
çekip gitmez, üretemediğimiz iyilikler kendiliğinden çıkıp gelmez…
İyiliğin egemenliği için emek vermek
zorundayız… Kötülüğün kökünü kurutmak için harekete geçmek zorundayız…
Bize düşen görev; ne karanlığı kader
bilmek, ne karanlığa kendimizi alıştırmak ne de karanlığa küfetmektir…
Karanlıkla olan savaşımızda hiç olmazsa
bir mum yakmaktır…
Bu yolda bizi oyalayacak, gölgeleyecek,
lekeleyecek olumsuzluklara fırsat vermeden, fırsatları doğru değerlendirmektir…
Evet değişen zamanlarda değişmeyen
sorumluluklarımız var…
Geçmişin anılarına, geleceğin tatlı
rüyalarına takılmadan anın hakkını nasıl verebiliriz?
Geçmişin “keşke”leri ile geleceğin hayalleri arasında günü kurban
etme yanılgısına düşemeyiz…
Dünden yarına bugünü konuşmalıyız…
Bugüne yönelik teklif, tespit, teşebbüs,
tavır ve tanıklık adına neler söylenebilir?
Geleceğe yönelik kalıcı bir miras bugünkü
duruş ve iş tutuşumuzla ilgilidir…
Tabi ki eyyamcı olmayacağız ancak anın
gerekliliklerine göre eylemlerimiz ve bir hareket planımız olacak… Ana ne yükleyebiliriz?
İslam adına… İnsanlık adına… İyilik
namına…
Biz inanıyoruz ki, anın vacibi inancımızı
hayatlaştırmayı ve de hayata hâkim kılmayı bizden istiyor… Allah’a kulluğun
önündeki tüm engelleri bertaraf etmeyi öneriyor…
Bilelim ki, olumsuz sonuçların sebebi
biziz, çözümü de yine bizdedir…
Tarih gecikenleri affetmiyor…
Evet, daha fazla gecikmeden, güne doğmak
durumundayız….
Ve de doğar doğmaz hemen doğrulmak
zorundayız…
Günü kuşanmak ve geleceğe koşmak vaktidir…
Günü birlik telaşlar, günü kurtarmak adına
yapılan yanlışlardan vazgeçmek oldukça önemli…
Anlamlı ve amaçlı yaşamların şifresi “anın
vacibi”ne gösterdiğimiz hassasiyette
saklıdır…
“İbnü’l vakt” olma ruhu ile zamanın ruhunu da
yakalamış olacağız…
Ve bilelim ki, umut haritasının merkezinde
dertli Müslümanlar var…