Andımız Kararı bir Jüristokratik Muhtıra mı?
Gelişmiş demokrasilerin en önemli özelliği yasama, yürütme ve yargının birbirinden bağımsız işlemesi, yani kuvvetler ayrılığı ilkesinin ayakta tutulması ve her konuda bu prensibe sıkıca riayet edilmesidir. Kuvvetler ayrılığı prensibinin çiğnendiği siyasal sistemlerde oturmuş ve kaliteli bir demokrasiden bahsetmek mümkün değildir. Kuvvetler ayrılığı prensibini ilk defa siyasi literatüre kazandıran Fransız siyaset kuramcısı ve düşünür uzun adıyla “Charles-Louis de Secondat baron de La Brède et de Montesquieu”’dur. Düşünür, bu prensibe 20 yıl üzerinde çalıştığı “De l'esprit des lois” adlı kitabıyla ulaşmış, yasama, yürütme ve yargıyı birbirlerinden ayırmanın önemini bu eserinde vurgulamıştır. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı prensibi yeni keşfedilmiş bir mesele değildir, 18.yy Avrupa’sında ortaya çıkmıştır.
Ancak Ortaçağ tarihi boyunca Avrupa’da yaşanan siyasi gelişmeler muhakkak bu prensibin ortaya çıkışında etkili olmuştur. Yani kuvvetler ayrılığı prensibi yoğun bir siyasi deneyim sonucu ortaya çıkmıştır denilebilir. Şimdi bu temel bilgilerden hareketle şunu ifade edebiliriz. Kuvvetler ayrılığı prensibinin uygulandığı ülkelerde erklerin yetki ve sorumluluk alanları net olarak belli olduğundan ve her erk üzerine düşen vazifeyi anayasal sınırlar gözetilerek yerine getireceğinden demokratik sistemin işleyişinde ortaya çıkacak bazı ufak tefek aksaklıklar daha kolay tölere edilebilir ve siyasi sistem sürekli krizler çıkaran hastalıklı bir yapıya dönüşmez.
İcracı, hükümet etme vazifesini, yargıç hukuka uygunluk denetimini ve yargılama işlevini, yasama da ihtiyaç duyulan kanunların çıkarılmasından sorumlu olarak sitemedeki yerlerini aldıklarında, istikrarlı bir demokratik sistemin işletilmesi daha kolay hale gelir. Ancak yargı jüristokrasiye, yürütme totalitarizme, yasama da keyfiliğe ve hukuksuzluğa dönüşürse o zaman demokratik sistem bundan zarar görür ve çarklar tersine dönmeye başlar. Çiçeği burnunda demokrasimizin 1950’li yıllardan sonraki çok partili döneminde yaşanan büyük krizlerin pek çoğu kuvvetler ayrılığı prensibinin işletilmemesi sonucunda ortaya çıkmıştır.
Yargıçların kendilerini zaman zaman yürütmenin yerine koymaları, yürütme adına insiyatif kullanmaları, askeri bürokrasinin kendisini neredeyse yasama organı yerine koyarak askeri darbe dönemlerinde kurucu anayasalar hazırlamaları, yürütme organlarının zaman zaman yetki aşımına kapılarak kendisini dönem dönem devletin merkezi olarak konumlandırarak her şeyi ben bilirim ben yaparım edasıyla hukuk tanımaz şekilde hareket etmesi tabii olarak Türkiye’de demokrasinin gelişmesine ciddi darbeler vurmuştur.
Yakın zamanda Danıştay’ın andımız ile ilgili kararı erkler ayrılığı prensibinin çiğnenmesiyle sonuçlanmış, bir yargı kurumu kendisini yürütmenin yerine koyarak sözüm ona bilimsellik gibi absürt bir gerekçeyle andımız kararını vesayetçi bir yöntem ve anlayışla dayatarak bir anlamda yürütmeye muhtıra vermiştir. Net olarak görülmektedir ki 2013 yılında pedagojik gerekçelerle AK Parti hükümeti tarafından uygulamadan kaldırılan otoriter dönemden kalma bu çağdışı uygulama geri getirilerek hem kuvvetler ayrılığı prensibi çiğnenmiş hem de siyaseten bir yargı organı sistemin ya da rejimin kendisi tarafından temsil edildiğini düşünerek, açıkçası haddini aşarak bu karara, bu sonuca varabilmiştir. Bu durum 367 meselesinde olduğu gibi jüristokratik bir muhtıra olarak tarihe geçecektir. Bu tartışmalı kararın neticesinde ülkede ortaya çıkan siyasi gerginliğin yegane sorumlusu ise kararı alan kurum ve onun ideolojik destekçileridir.
Bilimsel ve pedagojik ilkeler gözetilerek uygulamadan kaldırılmış bir ritüeli geri getirmeye çalışmak ve üstelik alınmış olan bu kararın -kaldırma kararının-bilimsel olmadığını söylemek açık şekilde seçilmiş hükümetle dalga geçmekten ve adeta vesayetçi bir cevap vermekten başka bir şey değildir. Bu karar neticesinde eski Danıştay başkanının kararın neticelerini kaosa sürükleyecek açıklamaları ise kabul edilecek cinsten değildir. Andımız meselesinin yanına bir de Türkçe ezan meselesini ekleyerek bağnaz bir Kemalist anlayışla vesayetçi totaliter düzeni hortlatmaya çalışmak bunu hortlatan zihniyetin antidemokratik dönemlere geri dönme arzusunun bir göstergesidir. Şüphesiz bir aklı evvelin fütursuzca yaptığı açıklamalarla ne Türkçe ezan ne de benzeri totaliter tek parti uygulamaları geri gelir ancak üretilmek istenen toplumsal gerginlik bu açıklamaların kısa vadeli getirileri olarak ancak faşizan ve otoriter CHP’ye yarar. Muhtemelen CHP, Kemalist seçmeni bu olay üzerinden konsolide ederek cumhur ittifakı karşısında konumunu güçlendirmek arzusundadır. Olayın en dikkat çekici tarafı ise HDP’nin böyle bir konuda sessiz kalabilmesidir. Demek ki HDP ve CHP bu oyunda ortaktırlar. Ortada bir başka oyun daha var demek ki! Allah sonumuzu hayreylesin!