Anayasal bağlamında Çözüm Süreci
SEÇİM sath-ı mahalli ile ilgili program dahilinde Ak Parti genel başkan yardımcılarından sayın Hayati Yazıcı’nın Diyarbakır’da basın ile buluşma esnasında Diyarbakır’da olmanın verdiği politik ortamdan olsa gerek, sorulan bir soru üzerine ‘’Çözüm sürecinin geçmişte algılandığı şekliyle değil de sistem bazında halen gündemlerinde olduğu ve devam ettiği’’ mesajı ile, bu sorunun aslında denildiği gibi buzdolabına kaldırılmadığının özellikle altını çizmiş oldu.
Şunu kabul etmemiz gerekiyor,Güncel Bir Sorun Olarak Halihazırda Türkiye’de toplumsal barış ve huzurun önündeki en büyük engel durumunda olan Kürt meselesi, özünde etno-politik bir sorundur. Bu gibi etno-politik sorunlar elbette sadece Türkiye’de yaşanıyor değildir. Dünyanın birçok yerinde siyasal organizasyonlar, mesailerinin büyük bir bölümünü bu türden sorunları çözmek için harcıyorlar.
Denilebilir ki, etno-politik sorunlarla karşı karşıya gelmek, onları ortadan kaldırmaya veya etkilerini azaltmaya çalışmak, bu sorunları siyasal sürece dâhil etmek veya sürecin dışında tutmaya çabalamak, ulus-devletler döneminin belirleyici özelliklerindendir. Kısacası, etno-politik meselelerin varlığı evrensel bir nitelik taşır ve Türkiye’de bir ulus-devlet olarak örgütlenmeye başladığı günden beri -çeşitli adlar altında- bu meselelerle uğraşıyor.
Türkiye’nin Kürt meselesinin birçok boyutu bulunmaktadır. Sorunun çok boyutlu olması ise, kaçınılmaz bir biçimde, maliyetin de ağır olmasını beraberinde getirmektedir. Bilhassa son 25 yılda bununla bağlantılı olaylar her alanda son derece ciddi tahribatlar yaratmıştır. Kürt meselesinin bugünkü durağan ve çözümsüzmüş gibi haliyle devamı, askerî vesayete son verilmesinin ve mekanizmaları işleyen tam bir demokratik siyasî hayatın oluşturulmasının önündeki belki en büyük engeldir.
Hiç şüphe yok ki, her toplumsal varoluş kendi içinde sorunlar barındırır. Esasen bu durum, daha genelde bu dünyada insan olarak varoluşumuzun doğasından kaynaklanmaktadır.
Öncelikle sorunun arkasındaki nedenlerini anlamalıyız, bunu yapmadan hiç bir sorunu çözmek mümkün değildir. Bu “anlama” çabası ise, işaret ettiğimiz genel perspektif içinde, hem nedenleri teşhis etmeyi -ama doğru teşhis etmeyi- hem de bunların hangisine müdahale edebileceğimizi idrak etmeyi kapsamaktadır. Bu gibi büyük sorunların nedenlerini iyi teşhis etmek, ayrıca, gelecekte benzer sorunların ortaya çıkmasına meydan vermemek bakımından da önemlidir. Soruna çok dar bir açıdan bakmak onun kapsadığı geniş sosyal alanı örtemediği gibi; sorunu yok saymak da onun yaşandığı gerçeğini ortadan kaldırmaz. Toplumsal sorunlara bu tarz bir yaklaşım, sorunların uzlaşma içinde çözüme kavuşmalarını engeller ve hatta aksi istikamette bir işlev görerek daha da büyümelerine ve ağırlaşmalarına sebebiyet verir.
Birçok boyutu bulunan bu sorunu indirgemeci bir mantıkla tek boyutlu olarak ele almak ve çözümü bu metotta aramak, her zaman için olumsuz birtakım sonuçları da beraberinde getirdi. Zira sorun, ağırlıklı olarak salt terör sorunu olarak kabul edildiğinden, çözüm de bir tek askerî önlemlerde arandı. Toplumsal bir meseleyi yalnızca askeri önlemlerle çözmeye yeltenmek ise doğal ve meşru toplumsal talepler ile aramıza koca bir duvar örer ve bu duvar, arkasında kimi kesimler tarafından muhtemel yaşatılacak gayri insani ihlalleri de görmemizi engelleyecektir. Batı demokrasilerinde bu problemin bize göre daha az travma/sosyal tahribatlara sebep olması bir ölçüde üstesinden gelinebilmesini sağlayan şey, evrensel değer olarak milliyetçilik ve ulus devlet kavramının daha geniş bir yelpazeden ele alınmasıdır.
Ekonomik, siyasal ve sosyal açıdan bu denli ağır faturalar çıkartan bir sorunun ilânihaye sürmesi, ne düşünülebilir ne de kabul edilebilir. evet ülke olarak ivedilikle bu sorunun çözümü üzerinde yoğunlaşmalıyız.
Zira Türkiye’nin içte ekonomisini düzeltmiş, içte ve dışta barışı tesis etmiş, toplumsal istikrara kavuşmuş ve refah düzeyini yükseltmiş bir ülke olması, tüm bu hedeflerin önünde set oluşturan her ne ad ve isim ile tanımlanıyor olsa da anayasal etnik ve Sosyal aidiyet bağlamında Kürt vatandaşlarımızla ilgili etno-politik meselelerin çözümünü zorunlu kılmaktadır