Anarşik düzen istenmez
Her kafadan bir ses çıktığı zaman oluşan kargaşayı gidermek için
toplumların “Uff artık yeter!” dediği ya da düzeni yıkacak
liderlerin toplumu peşinden sürüklediği bir yapı ile revizyonist yani
dönüştürücü bir hareket başlar ve statüko yıkılır.
Kuralsızlık, on
binlerce sayfa regülasyona tâbi tutulan ekonomi, hukuk,
siyaset, dış politika, sosyoloji, bilim ve daha birçok alanı kapsayan
basitçe; insan yaşamını düzenleyen tüm kuralları kaldırma tanımlamasıyla tatlı
tatlı gülümsese de, aslında gerçek hiç de öyle değildir.
Arabesk dünyanın üzerine kurulduğu, “Yıkılsın bu
dünya!”, “Yansın geceler!”, “Kaderin böylesine yazıklar
olsun!” sitemleri ve isyanlarıyla dile getirilen, aslında kurallara
yönelik karşıtlık, sadece kurallara değil aynı zamanda servetin paylaşımına da
bir isyandır.
“Adalet mülkün temelidir.” sözünden de anlaşılabileceği gibi
adaletin hizmet ettiği birincil anlam dünya düzeniyken ikincil anlam ise servet
sahipliğidir.
Zira, "Mülk Allah’ındır." diyen İslâmiyet’te
sermayenin sahipliği helal kılındığı için dünyanın mülk olarak ifadesi ile
insanların malı olarak görülmesi metaforu da işlenmektedir.
Neyse bu kadar çorbadan sonra şu gerçeğe gelelim.
Düzenden pay alamayanların geçmişten
bu yana istediği tek şey; düzeni yıkmak, düzenin nimetlerinden
faydalananların geçmişten bu yana tek isteği; düzeni devam ettirmek....
Anarşizme ilkesel anlamda yakın olmayı
arzulayanların, aslında bulundukları toplumda ya da basitçe kendi çevrelerinde
bir bütünün içinde bir anlam teşkil ettiğinin farkında olmaması ile aksine bu
hâlin anlamsızlığının çağrıştırdığı sıkıntılı durumu bile “Daha kötüsü
olabilirdi!” tesellisiyle kabul ettiği bir düzen...
Bu kabul edilmez, edilmemeli de...
Toplumu açlık ve yoklukla korkutan
düşünceyi, geçmişten bu yana kullanan aristokrasi ve burjuvazinin, emeğin
üzerinde yükseldiği gerçeğini unutarak kağıdın, elmasın ve
altının sarısının gösterdiği o sahte zenginliğe kapılması büyük
bir yanılsama aslında...
Çünkü aklı başında olan herkesin, ekonomi bilen herkesle ortak bildiği bir
şey var ki o da: "Ekonomi, üretim üzerine yükselir."
Eğer üretmiyorsanız ya da ürettiğinizi
geliştiremiyorsanız vah ki ne vah!..
Yanmışsınız ama ağlayanınız yok, demektir.
Türkiye üretiyor, ama kazanamıyor.
Çünkü marka yok. Çünkü ARGE yok.
Çünkü nitelik yok. Çünkü kaynak yok.
Tüm bunların dışında öncelikle feraset yok.
Öngörü çok önemli bir mesele...
Hatta ekonominin bel kemiği dersek yanılmayız.
Öngörülemez bir ekonomik düzen, kişilerin kaotik durum yerine düzenden
göçmeyi öncelemesine, başaramazsa anarşizm dalgasıyla “Ben yandım
herkes yansın!” ruh hâline bürünmesine neden olur.
Türkiye için öngörü sorunu oluşmaya başladı.
2023 hedeflerine ulaşmanın gündeme bile getirilmemesi sessiz bir
yenilgi olarak görülürken aslında 2030 için içeride
konuşulmayan birçok planın çoktan hayata geçirildiğini ve tıkır tıkır
işlediğini görmek biraz zaman alacak.
Vakti uzatmak için çaba gerekiyor.
Bu çaba; EYT, asgari ücrete zam, enflasyonu
dizginlemek için doları baskılama formülleri etrafında dönüyor.
Ama daha fazlası olabilir.
Olmalı da...
Bunu yapacak altyapı rahatlıkla Türkiye’nin potansiyelinden türetilebilir.
İsrail ve Suudi
Arabistan’dan gelecek turistlerle Merkez Bankası rezervini
doğrultma süreci kolay bir süreç olmayacak.
Turizm, kurtarıcı olsa da asıl taşıyıcı her zaman için sanayi ve iç
tüketimdir ki bunun anahtarı da vatandaşın alım gücüdür.
Dünyada artan milliyetçilik, yerli üretimi cazip hâle
getirirken cari fazla verme hedefinin ortaya koyulması
gerçekleşmesi zorlu bir süreci beraberinde getiriyor.
Tasarrufları artırmak için
maliyetli üretimlerin dost ülkelere kaydırılması politika olarak benimsenmesi
gerekirken nitelikli yüksek teknoloji ürünlerinin ülkemizce üretilmesi esas
alınmalı.
Ev ve araba ekonomisini sınırlandırarak insanlara hayatın kalitesi artırma
amacı gösterilmeli yoksa mülk edinmenin bir sınırı yok ama ömrün var.
Bunun da her ailenin bir araba ve evden fazlasına yatırım yapmasının yüksek
vergilendirmeyle dizginlenmesinden başka bir yolu yok.
Servetini artırmak isteyenler, paralarını çalıştırmak zorunda olduklarını
iyi anlamalılar...
Böyle giderse yaşam hakkı daralan kesim ile borçlanma hakkıyla servetini
katlayan kesim arasında açılan makas sessizleri çığlığını zirveye taşıyacak...
Düzeni doğrultalım. Paylaşımı adil, üretimi daim, alım gücünü yaygın tutalım.