Amerikan zihin işletim sistemi: Fulbright
1971-1972 tarihleri arasında başbakanlık yapan CHP’li siyasetçi Nihat Erim, 19 Eylül 1949 tarihinde “Türkiye’yi küçük Amerika yapacağız” diyordu.
Çok değil üç ay sonra 27
Aralık 1949’da Türkiye ve ABD hükümetleri arasında eğitim komisyonu
kurulması hakkında bir anlaşma imzalandı.
Anlaşmanın 1. Maddesine göre; “Komisyon’un giderleri Türkiye’nin ABD’ye olan borcundan karşılanacaktı.
ABD vatandaşlarınca yapılacak öğretim ve araştırma giderlerini de biz
ödeyecektik.
Bakar mısınız şu işe? Kendi
paramızla kendimizi Amerikan kültürüne teslim ediyorduk!
Milli eğitim
sistemini CIA’ya bağlayan bu anlaşma ile ABD, ileriye dönük yani bugünlere
dönük uzun vadeli stratejik bir plan yapıyordu.
Bu konu hakkında çok sayıda yazı kaleme aldığımı duyarlı
okurlarım bilir. Bugün tekrar hatırlatmamın elbette bir nedeni var.
Şimdi de 5. maddeye bakınız; "Komisyon; 4’ü Türkiye vatandaşı, 4’ ABD vatandaşı olmak üzere 8 üyeden
oluşacaktır. ABD’nin Türkiye’deki diplomatik misyon şefi, komisyonun fahri
başkanı olacak ve komisyonda oyların eşit olması halinde kararı komisyon
başkanı verecektir.”
Peki, nedir bu komisyonun görevi?
Türk çocuklarının ilk, orta ve lisede okuyacağı derslerin
müfredatını yani programını belirlemekti.
Yani kapitalizmin damıtılmış
halini temsil eden Amerikan zihniyetini aşılamak ve Türk çocuklarını uşak ruhlu
yetiştirmektir.
Projenin mimarı; dönemin ABD başkanı Truman’ın meşhur
doktrinini “eğitim ve kültür” alanında projelendiren kişi olan sömürgeci bir
isim olan senatör William Fulbright’tı.
Öyle ki 1994 yılında
eğitim dünyasına giren Milli Eğitim Geliştirme Komisyonu’nun 60 personelinden
40’ı Amerikalı idi.
Bu anlaşma o tarihlerdeki kadar etkin olmasa da hala Türk
çocuklarının yakasını bırakmıyor. Yani yürürlükte.
Said Halim Paşa’nın
ifadesiyle, toplumsal çözülme ve medeniyet kaybı yaşamamız öylece kendiliğinden
olmadı.
Bakınız size bir şey daha hatırlatayım. Türkiye’yi küçük Amerika yapma çalışmaları çerçevesinde bu ülkenin çocuklarına
Marshall yardımı adı altında süt tozları verildi, bebek aşıları yapıldı.
Öyle ki 1950 ile 1973 yılları arasında toplumda sakat
sayısında ciddi artışlar görüldü.
Okullarda kazanlarda
kaynatılan Amerikan süt tozu zorla çocuklara içirilirdi. ABD'den yardım olarak
gelen bu süt tozları, eğitim bakanlığı tarafından ilkokullara dağıtıldı ve
öğrencilerin tüketmeleri mecbur tutuldu.
Amerikan filmleri, Amerikan mecmuaları, Amerikan müzikleri,
Amerikan damak zevki ve Amerikan hayat tarzı…
Bir-iki-üçler,
yaşasın Türkler. Dört-beş-altı Polonya battı. Yedi-sekiz-dokuz Ruslar domuz.
On- on bir- on iki Britanya tilki. On üç- on dört- on beş Amerika kardeş.
Çocuklar bu tür tekerlemelerle büyüdü bu ülkede.
Beş para etmez Amerikan usulü katı yağların reklamını
yapacağız diye 1954 yılında “Zeytinyağlı
yiyemem aman. Basma da fistan giyemem aman” diyerek bir de türkü yaptılar.
Zeytinyağının kanser yaptığı türünden algılar üretildi ve
binlerce zeytin ağacı kesilerek yerine ilk margarin fabrikası kuruldu.
Bugün Türkiye’de hala
Amerikan zulmüne ve İsrail’in soykırım planına sessiz kalanlar varsa her geçen
gün küresel düzenin birer rehinesi haline getiriliyorsak, yavaş yavaş yeni
dünya düzenine hazırlanıyorsak bunun nedeni, uzun yıllara dayanır. Bu ülkenin
çocukları kendi eğitim sistemlerinde eğitim görmedi.
Medyası, siyasetçisi, sivil toplumu, sanatçısı, gazetecisi,
yazarı satın alındı ve Amerikan zihniyeti ile düşünmeye alıştırıldılar.
O yüzden başından
beri bu ülkenin en önemli sorununun Amerikancı eğitim sistemi olduğunu
söyledim. Önce eğitim sistemini düzeltecektik. Ruhları ve zihinleri esir
alınmış bir ülke gerçekten bağımsız bir ülke olabilir mi?