'Amel imandan cüzdür'
Aslında Kelam tarihinin içinde önemli bir yer etmiş olan bir tartışmayı, teorik bir çerçevede yeniden başlatma niyetinde değilim. Mu'tezile (o gün itibarıyla itizali olan) ile Ehl-i Sünnet arasındaki görüş farklılıkları içerisinde önemli bir başlık olan "amelin imandan bir cüz olup olmadığı" meselesine, Ehl-i Sünnet, amel ve imanın birbirini etkileme ve besleme karakterine vurgu yapsa da, netice itibarıyla amelin imandan bir cüz olmadığının altını çizmektedir. Mu'tezile ise, amelin imandan bir cüz olduğu görüşünü öne sürmektedir. Bu yaklaşımlar Ehl-i Sünnet taraftarlarınca, amel ne olursa olsun, insan iman ettiği sürece cenneti garantiler şeklinde anlaşılmış; bunun üzerine sosyal, siyasal ve kültürel pratikler üretilmiştir.
"İman" ve "amel" arasındaki ilişki, yukarıda anlatıldığı biçimiyle teoriden insan pratiğine doğru bir gidişi anlatır ve sadece olayın bir boyutudur. Kanaatimizce esas problemi görebilmek için önce vakalara bakmak gerekmektedir. Çünkü varolan zihniyet arızaları, ancak vakalara bakınca görülebilmektedir. Bu bağlamda siyasal, toplumsal ve kültürel kimi pratikler, tarihsel süreç içerisinde "amel"leri, imanla mutlak bağıntı içinde gören bir tarzda ortaya çıkamamıştır. Hele modern zamanlar söz konusu olduğunda, seküler düşünce iman ile amel arasındaki ayrılıkların derinleşmesini giderek pekiştirmiştir.
İslam tarihi boyunca temekküncü düşünce ve görüşler, iman ile amelin (ki bunu dünya görüşü ve onun gerektirdiği pratikler olarak da okuyabiliriz) bir birinin kenarına düşmesini sonuçlamışlardır. Bir başka ifadeyle, iman ve amelin birbirini gerektirdiği gibi bir sosyal ve siyasal sonuçlar üretmemiştir. Buradan iki önemli sonucun ortaya çıktığını söyleyebiliriz; özellikle siyasal, sosyal, kültürel ve gündelik yaşamdaki pratiklerin iman ve dindarlıkla olan bağı sorunlu hale gelmiştir. İkincisi de, bunun dolaylı bir sonucu olarak, insanın siyasal, toplumsal bir özne olarak geri çekilişi söz konususudur. Bu bağın sorunlu hale gelmesi ve öznenin geri çekilişi, siyasal ve toplumsal alanların hükümet sürenlerce soğurularak bu alanların iktidarlarca temellük etmesiyle sonuçlanmaktadır. Öte yandan siyasete ve toplumsallığa katılması gerekenler de, bu görevlerine merkezi iktidarın vesayet etmesine razı olmuşlardır.
Bugün geldiğimiz noktada, özellikle yaşanan siyasal ve toplumsal hayatta iki noktaya özel olarak temas etmek gerekmektedir. Birincisi, iktidarın gerçekten bir muhalefetinin bulunmayışı. İkincisi de, iktidarın tüm siyasal ve toplumsal alanları temellük etmesi. İktidarlar doğası gereği monopolleşmek ve farklı siyasal ve toplumsal katmanları temellük ederek tek karar verici merci olmak isterler. Bu, zamanında sahih bir biçimde kendi rayına oturtulmazsa, bir müddet sonra iktidarın Foucault'çu anlamda bütün iktidar alanlarında tek belirleyici olmasını getirecektir. Böylece, aradaki küçük iktidar alanlarının, siyasi bir varlık olarak insanın kendisini ifade edebileceği kanallar olarak insan özneye kapanacağını görmek zor değildir.
Bugün rektörlük seçimlerinden, Sivil toplum insiyatiflerine kadar bir dizi siyasallaşma kanalları, iktidarın monopolleşme taleplerinin önünde insan özneyi edilgenleştirmektedir. Tabii bunun bir tarafı iktidar ise, diğer tarafı bu edilginleşmeye razı olan ve bunu "bugünün realitesi" söylemiyle meşrulaştıran entelektüeller ve toplumun öncü insanlarıdır. Kendi içerisinde yorumsal çeşitliliği ve tartışmayı içermesi gereken farklı toplumsal alanlardaki seçimler, tercihler vb. ancak "iktidardan işaret aldık" söylemiyle yarışa dahil olabilmenin meşruiyet zeminini tekrar çizmektedirler.
Bu konuda açılım yapabilmek için, açıkça söylemek gerekirse, sivil inisiyatifle siyasalar üretmenin kanallarını açabilmek gerekmektedir. Devlet'in sürekli rant dağıttığı; bu rantın iktidar üzerinden toplayıp dağıtıldığı bir mekanizma, zaten baştan sivil inisiyatifleri de devletleştirmekte, sivil siyaset, muhalefet ve eleştiri kanallarını da daha baştan tıkamakta; sivilliği dağıtılan paydan rant alma yarışında hizalamaktadır.
Evet, "amel imandan bir cüzdür" ve en fazla da öncü insanlar için bu böyledir. Bir iktidara yaslanarak, onu tekrar ederek sürekli "onay"lar üretmek şu anda İslamcılar için görünen en kolay yoldur. Fakat İslamcılar, bu kolaycılığı terkedip, İmam-ı Azam'ın yolunu takip ederek "amel"lerini (üretimlerini) toplum için bir güvenlik (iman) sağlamak üzere sivil alanda seferber etmelidirler. Bu arada İmam-ı Azam gibi resmi görüşten dayak yeseniz bile, bu sevap hanenize kaydedilen en önemli artınız olacaktır.