'Amca'mızı kaybettik!..
O, tanıyan herkesin amcasıydı. O,
Hâzım Oktay Başerin de amcasıydı, Üstad Abdulkadir Türker’in de... O, Ekrem
Kızıltaş’ın da amcasıydı, Necdet Kutsal’ın da... Dahası O, İstanbul İmam Hatip
Lisesi’nde yolu kesişenlerin, Millî Gazete mutfağında “Hak geldi, batıl zâil oldu”yu elden ele, gönülden gönüle ulaştırmak
için ömrünü infâk eden herkesin biricik “amca”sıydı.
*
Kimden bahsediyoruz; Bilal Yüksel’den yani nâm-ı diğer “amca”dan.
Bizim Spor Müdürü Ali Yüksel’in
ustasından, yani “öf” bile demediği
babasından...
Millî Gazete, Çayhane Sokak,
Numara: 1, Topkapı-İstanbul’da başlayan, Sefaköy’deki Ayamama Deresi’nin
kenarında devam eden ve Şehr-i Ramazan’ın “cehennemden
âzâd günleri”nin gölgesinde
Rabbine iltica eden bir adamdan...
Yol arkadaşımız, meslektaşımız,
amcamızdan...
*
“Amca”nın iki hobisi vardı; birincisi Beşiktaş, ikincisi ise dumanının gölgesinde iç âlemine yöneldiği cigarası.
Tam bir Beşiktaş hastasıydı.
Beşiktaş’ın ismi anılınca akan sular dururdu. Fanatik gibi gözükse de o tam bir
vefa âbidesiydi. İyi günde de kötü günde de takımına asla laf ettirmezdi. Spor
Müdürü olduğu dönemde attığı başlıklarla günlerce konuşulurdu.
Cigarası onun en iyi dostu ve
kırmızı çizgisiydi. O kadar ki, tıpkı bir anayasa maddesi gibi “bırakması dahi teklif edilemez”di.
Ömrünün sonuna kadar sevincini de sıkıntısını da onunla paylaştı; yalnızlığını,
dertlerini, hüzünlerini sessiz sessiz hep ona anlattı.
*
Nüktedân bir kişiliğe sahipti. Çok
konuşmazdı; fakat konuşunca çevresinde toplaşanlar onun nükte dolu yaşanmış
hayat hikâyelerini ağzı açık dinlerdi. Anlattıkları acı da olsa tatlı da olsa
finalde mutlaka tebessüm ettirirdi. Zor zamanlarda “kan kusup, kızılcık şerbeti içse de” kimseye belli etmezdi.
İncinirdi; lâkin incitmezdi.
*
Dün Ali’nin “babamı kaybettik abi” telefonuyla “İnna lillâhi ve innâ ileyhi raciûn (Biz şüphesiz Allah’a aidiz ve
şüphesiz O’na döneceğiz)” hakikatı bir kez kalbimden dilime firar etti. Akşam
neşesiyle dostlarını ferahlatan “amca”nın
kalbi yeni bir günün sabahında durdu; berzaha göçtü. Ruhu tertemiz kalbini terk
ederek, Rabbine kavuştu.
Şefkatiyle yoğurduğu Esma’sına,
Elif’ine, Bilal’ine doyamadan, 66’sında hazan yaprağı gibi toprağa düşüverdi. İnsanlığın
koronavirüs yüzünden birbirinden kaçtığı çatık kaşlı dünyadan tebessüm
sadakasını hiç eksik etmeyen bir simâ daha eksiliverdi. Kendisine her daim “Bilal Abi” diye hitap eden Hâzım’ın
(Hâzım Oktay Başer), nüktedanlıkta yarıştığı Kâzım’ın (Kâzım Naci Doğan) ve
yemekleriyle sadece karınları değil ruhları da doyuran Nâzım’ın (Nâzım Akıncı)
yanına göçüverdi. (Bu vesile ile birkaç gün önce vefat eden Kamera Servisi’nin
emektarı Murat Karahan’a da rahmet diliyoruz.)
*
Bağlı ağızların açıldığı,
gündüzün karanlığa gömüldüğü bir günün gecesi çok sevdiği, ömrünü verdiği
İstanbul’dan doğduğu topraklara yolcu ederken, “amca” ölümün ders olduğunu bizlere bir kez daha hatırlatıyordu. İlk
kez hiç konuşmuyor, susarak ders veriyordu.
*
“Amca” dün Kastamonu’nun Taşköprü ilçesinde öğlen namazını müteakip
tutulan safların ardından, dâr-ı beka uğurlandı. Kendisine Cenab-ı Hakk’tan
rahmet dilerken, Ali Yüksel başta olmak üzere sevenlerine sabr-ı cemil niyaz
ediyoruz.