Amak-ı Hayal: Hayalin derinlikleri, hayatın derinlikleri
Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi (1865-1914) tarafından
1910 yılında yazılan Amak-ı Hayal
isimli eser, bir edebiyat şaheseridir. Amak,
gözün iç köşesi veya göz pınarı anlamına gelen mu’k kelimesinin çoğuludur. Filibeli Ahmet Hilmi, bu eserinde ruhunun
pınarlarını maneviyat kurgusu olarak niteleyebileceğimiz şekilde anlatmaya
çalışmıştır. Filibeli, eserinin ciddi ve nitelikli bir okuyucu kitlesini
hedeflediğini şöyle ifade etmektedir: "Bu kitabı, hakikat aşkıyla yanan,
akılla kavranamayacak konuları merak eden insanların zevkle okuyacağı
kanaatindeyim." İç dünyamızın pınarlarını, derin iç köşerini veya varlığımızın
derinliklerini anlatan Amak-ı Hayal, insanı olağanüstü bir ontolojik keşif yolculuğuna
çıkarmaktadır.
Amak’ı Hayal’in ana kahramanı Raci’dir. Eserin 1925 baskısı,
Raci’nin Hatıraları adını taşımaktadır. Amak-ı Hayal’de Raci’nin ruh dünyasında
yaşanılan tecrübeler, birbirinden ayrı 23 hikaye olarak anlatılmaktadır. Amak-ı
Hayal’de Raci’nin ruh dünyası, derin alegorik olaylar şeklinde tasvir
edilmektedir. Amak-ı Hayal, insanın asli varlığını keşfetme eseridir. Eserin
kahramanına sembolik olarak Raci ismi verilmiştir. Raci, aslına dönen kişi
anlamını taşımaktadır. Aynalı Baba ile karşılaşan ve onunla diyalog içine giren
Raci, derin manevi tecrübeler yaşayan ve değişen kişi olarak anlatılmaktadır. Mezarlıkta
tanıştığı Aynalı Baba ile hakikati keşfetme arzusunu Raci Aynalı Baba’ya şöyle
hitap ederek ifade etmektedir: "Sultanım! Sen, viranede gömülü bir
hazinesin. Ben ise felsefeye susamış bir avareyim. Lütfen, ilminizden istifade
etmeme izin verin. Verin elinizi öpeyim!" Aynalı Baba ile kurduğu diyalog
sonucunda Raci, dünyevi zevklere mahkum olmadan dünyada ruhen özgürleşmiş ve
olgunlaşmış bir kişi olmanın çabasını vermektedir. Filibeli Ahmet Hilmi, eserin
ana mesajını iletmek için insanlığa şöyle seslenmektedir: "Ey avare yolcu!
Yürü! Durma, yürü! Bu geçici alemin zevkleri seni Allah’a kavuşmaktan
alıkoymasın. Bu eşsiz manzaraların, bu güzelliklerin hepsi yalnızca bir rüya ve
hayaldir. Ey zavallı ziyaretçi! Yürü! Durma, yürü! Yürü, kendi aslına kavuş.
Kemalin dereceleri bunlardır. Geçici süs ve gösterişi terk edip, yürü ki Allah’a
kavuşma kadehinden içesin. Yürü ki, yokluk meydanında Allah’ın kudretini ve
sırrını göresin."
Raci, varlığın hakikatini keşfetmek için insanlığın evrensel
mirasına seyahatlerde bulunur. Raci, Hiçlik Zirvesi’nde Buda ile buluşmakta,
Yunan Tanrılarının kutsal dağı Olimpos’a gitmekte, İyilik ve Kötülük adına
birbirleriyle mücadele eden Ehrimen (kötülük) ve Hürmüz’ün (iyilik) savaş
meydanına çıkmakta, Simurg kuşu Raci’yi Merih gezegenine ve Kaf Dağına götürmektedir.
Ziya Nur Aksun, Amak-ı Hayal’de Raci’nin tecrübelerini iyi özetlemektedir: “Bu
bir manevî seyahatin hikâyesidir. Yolcu, birçok şehirden geçer; hiçbirinde
aradığını bulamaz ve daima aramak için dolaşır. Nihayet sonsuz varlık şehrine
ulaşır. Seyyahın adı Râcî’dir. Bir mezarlıkta, garip ve çok basit hayat süren,
her tarafında ayna parçaları asılı meczûb bir ihtiyarla karşılaşır. Bu zata
“Aynalı Baba” derler. Ermişlerden bir zattır. Baba, Râcî’ye kahve pişirir ve
ney çalar. Râcî garip bir tarzda dalar ve böylece, manevî seyahatler başlar.
Birinci gün, Hiçlik Zirvesi’ne (Nirvana) ulaşır ve Buda sırrını anlar. İkinci
gün, “Ey Nûr, zulmetleri durdur” diyen Zerdüşt diyarına ulaşır; Hürmüz ve
Ehrimen’in sırrını anlar. Üçüncü gün, Devr-i Dâim şehrine varır ve her şey,
başladığı yere döner. Dördüncü gün, Mecmâ-ı Ârifan’da imtihan meydanını görür.
Beşinci gün, Saha-i Azamet’tir. Altıncı gün Kâf-ü Ankâ şehridir. Rahman’ın arş
üzerinde istivasının sırrına varır. Yedinci gün Umman-ı Azamet’tir ve ilmin bir
nokta olduğu sırrını anlar. Sekizinci gün Sekizinci gün Muammâ-yı Ebedî’ye,
yani “Sonsuz Bilmece”ye ulaşır. Ancak ilimde râsih olanların sırrına ıttıla
hâsıl eder. Dokuzuncu gün, “Mahfel-i Âzam”dır. Bu mânevî seyahatten, yani
Urûc’dan sonra Nüzul’a erenler, yani dünyaya dönenler için, artık her şey yeni
mânâlar kazanır.”
Varoluşun hakikati, sayısız gezilerle bile bulunabilecek bir
şey değildir. Anka Kuşu, Raci’ye şöyle demektedir: “Milyonlarca sene olanca
hızımızla dolaşsak bile kâinatın ancak bir mahallesini gezmiş sayılırız.”
İnsanın hakikati bulması ve ruhun derin pınarlarından içmesi için sürekli yolda
olmasını ve insanlığın bütün tecrübesine kendisini açmasını gerekmektedir.
Krishnamurti’nin şu tesbiti, Raci’nin hakikat yolculuğunu çok iyi
anlatmaktadır: “Hakikatin, sabit bir yeri olmadığı olgusunu, gerçeğini görmeli,
anlamalısınız. O haritası çıkarılmamış bir denize benzer; onun içinde kendinize
bir yol bulmalı ve kendinizi keşfetmelisiniz. Gerçekliğe giden bir yol bulmak
için zaman gerekir, günlerce yolculuk etmeyi, mesafe kat etmeyi gerektirir.”
Raci’nin ruh dünyasında yaşanılanlar ayrı ayrı anlatılmasına
rağmen, maneviyat tecrübesi bir bütünlük içinde sunmaktadır. Amak-ı Hayal’in en
önemli özelliği, maneviyat tecrübesinin bir bütün olduğu anlayışı çerçevesinde
insanın varoluşsal, bilgisel ve değersel gerçekliğinin birbirinden kopartılmamasını
kurgulamasıdır.
Ruhen arınmak ve olgunlaşmak için insanın uyku ve atalet içinde olmaması gerekmektedir. Filibeli Ahmet Hilmi, Raci’yi uyku ve uyanıklık arasında yani yakaza halini yaşayan kişi olarak sunmaktadır. İnsanın dünyanın, bedenin ve ruhun farkında olan faal bir dünyevi ve ruhsal yaşantıya sahip olması, hayatın derinliklerini ve pınarlarını anlamak için olmazsa olmazdır. Hakikatin unutulduğu, hakikat arayışı yerine hakikat üzerinde tekel kurma sapkınlığının yaygınlaştığı günümüzde akıl ve ruh sağlığımızı korumak, olgunlaşmak ve gelişmek için Amak-ı Hayal’i okumalı ve anlamalıyız.